17 Şubat 2014 Pazartesi

Köleler Mutludur!..

Hakikate koşturan nesiller yetiştirmekle görevlidir devletler ve milletler. Şöyle de ifade edilebilir. Hakikatin anlaşılabilmesi, yaşanabilmesi için lazım olan ortamı hazırlamakla görevlidir.

Durağan, ilim gelişmeleri olmayan, teknoloji üretemeyen milletler köleleşmeye razıdırlar. Köleleşen toplumlarda asla ilerlemeler olmaz, olamaz. Karnını doyurmak için kendisine verilecek ekmeklerin gelmesini bekler, ekmeği başkalarından beklerler. Üretmek akıllarına gelmez. Başkalarının ekmek vermesi ise, onlara (ekmeği verenlere) ne kazandırdığına bağlıdır. Mesela on kazandıracak ve karşılığında bir – iki alacak. Bunun için, efendilerini razı etmeye çalışacaktır var gücüyle. Köleler, mutludur. Çünkü istenildiği kadar doymasa da ölmeyecek kadar bir şeyler indirmiştir midesine ve hayatın manası da, dünyaya gelişin anlamı da budur onlar için. Yeni şeyler öğrenmek, ilmen gelişmek gibi bir dertleri yoktur. Yeni ufukların keşfi bulunmaz hayatlarında. Erkenden kalkacak, verilen emirleri yerine getirecek, akşam olacak, verilecek ekmeği yiyecek, kendine ayrılmış hanesinde çiftleşme eylemine girişecek ve böylece devam edip gidecek.

Niye bütün bunlar? Niye sorularını sormamak için efendileri tarafından bütün tedbirler alınmıştır. Yalnız kaldıklarında (ki, asla yalnız olamazlar) düşünme eylemine uğramamaları için, ilave işler yapmaları öngörülmüştür. Mesela, televizyon seyretmek bunlardan birisidir. Renkli diziler, gürültülü müzikler, zengin kızın fakir nişanlısıyla yaptıklarının anlatıldığı filimler, acımasızca öldürülen insanların gösterildiği sahneler, sıradan bir kölenin asla ulaşamayacağı pahalı arabalar, atlar, yatlarla süslü hayallerin kurulması, kendisini o süslü hayat içinde güçlü olarak telakki etmesi sağlanır ki, yarınki işinde aksamalar olmasın. Mutluluğu artsın. Köleler mutludur hâsılı.

Ve mutlu bir insandan bir fikir doğmasını beklemek beyhudedir. Filozoflar, fikir sahipleri, devrimciler, ülkücüler, yüksek ruhlu komutanlar, erenler, veliler tamamı, ama tamamı mutsuz, rahatsız olan insanlardır. Arayışları vardır, bulmak için yola koyulmuşlardır, yol çakıllıdır, yarlarla çevrilidir, dağlar aşılacaktır, dereler geçilecektir, denizlere ulaşılacaktır. Üstelik yapayalnızlardır. Bırakın destekçilerini, etrafları köstekçilerle doludur.

Kölenin mutluluğu onu borçlandırarak artar. Kolayca ulaşabileceği tüketim maddelerinin, kolayca sahip olunabilmesi için kefil, ipotek gibi teminatlar bile talep edilmeden, kendi statüsünün yükseltildiğini anlatarak onun gururunun okşanılması ve yalnızca kendisinin imzası ile borçlandırılması kâfidir. Arzuladığı emtiaya sahip olduktan sonra, borçlarını ödemek için geceli gündüzlü çalışacağından, ondan bir tehlike gelmeyeceğini de garanti edebiliriz. Çünkü borcunu ödedikçe yeniden ve yeniden mal alarak borçlanacağından; Artık, tek derdi, bir türlü sonu gelmeyen borçlarını ödemektir. Ayrıca, borç içinde yüzen ve adeta köle hayatı yaşayan kişilerin isyan duygularına erişebilmesi mümkün olmayacaktır. Böylece, isyan bilmeyen, düşünmeyen, herhangi bir talebi olmayan, ne verilirse kabul eden mutlu bir toplum Yaratıldıktan sonra, efendilerin mutluluk katsayıları küpünün karesi şeklinde milyarlarca kez daha artacaktır.

Şu soruyu cevaplamalıyız: Niçin, devleti yönetenler geniş halk kesimlerinin yukarıda anlatıldığı biçimde mutlu! İnsanlar (köleler) olmasını istemektedirler?

Sorunun cevabını biraz uzunca bir alıntıyla vereceğiz: (Prof. Dr. İlhami Güler’in Türk Muhafazakârlarının Amerika Muhibliğinin Kültürel -  Ahlâki Soykütüğü) başlığı ile yazdığı makalesinden bir paragraf alıntılayacağız: “Benzer bir ahlaksızlığı Sabri Ülgener, Osmanlı’nın çöküş döneminde iktisat ahlâk(sızlığ)ı olarak tesbit eder: ‘İnkâr edilemez ki, konak ve malikâne hayatında yüksek payeli devlet memurlarının elinde biriken servet, sabırlı ve devamlı bir tasarruf sonunda üretilmiş, yoktan var edilmiş değil; bilakis mevcut bir servet yığınının başkası sırtından alınması, yani sadece el değiştirmesi suretiyle meydana çıkmıştır. Mal ve servet ile içtimaî paye ve mevki öyle görünüyor ki, yan yana yürüyen, biri diğerini tamamlayan iki faktör vaziyetindedir. Refah seviyesi, emek ve istihsal ölçüsü ile değil, belki muhtelif sınıf ve zümrelerin üst üste tabakalandıkları içtimaî ehramın (piramit) kaide (taban) veya zirvesine yakın bir noktada yer almak suretiyle tayin edilir. Muazzam servet yığınlarının uzun zaman tüccar ve müteşebbisten ziyade, siyasi nüfuz ve iktidar sahiplerinin elinde toplanmış olması, bunun en açık delilidir. Kudret (ve de devlet İ.G) tabirinin lugatça (sözlükte) hem zenginlik, hem de zor ve kuvvet manasına geldiğini hatırlayalım… özetle, servet, her şeyden evvel politik bir kategori olduğuna göre, gelir dağılımında gündelik maişette (geçim) haddini aşan bir pay sahibi olabilmenin en emin ve kestirme yolu, üst kademelerinden birine çıkmak; yahut, daha kolayı oradakilere intisap etmektir” Çöküş döneminde darb-ı mesel haline gelmiş şu söz gerçeği desteklemektedir: ‘Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye’de terfi-i temayüz ilim ve emek ile olmaz; ya olacak maden-i has (para, altın), ya olacak kuvvetli iltimas, ya da olacak dalik ile temas (damatlık).”

Basit ihtiyaçların bastırılması yöntemiyle tatmin edilerek köleleştirilen ahali (çoğunluk) yukarılardakilerin mal birikiminin nasıl yapıldığını bilmeyecekler ve anlayamayacaklardır. Bütünüyle, alın teriyle kazanılan, üretilen birikimler olduğunu sanacaklardır, çünkü düşünemeyen çoğunluk tam da istenilen türden insan tipidir. Tarih boyunca böyle olduğu gibi zamanımızda da farklı değildir. Yazı muhteviatını oluşturan mutluluk, Hasan Sabbah’ın müritlerine yaşattığı mutluluktan farklı değildir.


Bütün mesele, dünya tuzağından kurtulmak, hakikat ufuklarında dalgalanmaktır. Bu yolda yapılması ilk gereken ise, beyinlerin, ellerin, kolların bağlandığı milyonlarca prangalardan kurtulmaktır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...