.okunu çıkardılar derler.
Durmadan söyledikleri ‘Yeni
Türkiye’. Neyi anlatıyor, niye anlatıyor diyen yok. Açıklayan
yok. Bir şey söyleyen yok. Aynen, ‘Çözüm’ gibi. Onun hakkında
da ne olduğunu anlatan, anlatabilecek birisi yok. Anlatmadılar da. Doğrusu
anlatamıyorlar. Niye ‘çözüm’ sorusunu,
cevaplandıramayanlar, niye ‘Yeni Türkiye’
sorusuna da cevap veremiyorlar. Bildikleri bir şey var,
‘yeni’ dediğin zaman geniş halk kesimleri içinde kabul görüyor.
Kendini öncekilerden farklı tarif etmenin yolu. Bir kelime ile kazanmanın yolu.
Siyasetin dehası buradan çıkıyor.
Deha, farklılığını bir
kelime ile anlatabilme, aynı zamanda kabul ettirebilmenin tarifi. Yapabiliyor musun?
İyisi sensin, yapamıyorsan, yapanı eleştirme. Seçmene kendini nasıl kabul
ettireceksin? Sorun burada!. Siyaset, işi yapmaya talip olanın izleyeceği yol,
bu yoldaki iniş-çıkışların oy verenlere hissettirmeden anlatılacağı, onlara
nelerin yapılacağı değil, onların neleri duymak istediklerinin durmaksızın
anlatılacağı yol. ‘-Bunun içinde yalan var’,
itirazı kabul edilemez. Çünkü yalan, kişiye göre değişen, karşıya göre
farklılıklar arz eden çok ilginç bir sonuç. Onlar, yalan olarak bakmıyorlar ki,
yalan olsun. Yalanın içinde karşıyı kandırmak var. Ancak, kandırılmış olanın
buna inanması gerekir. Kandırılan yoksa kandıran da yoktur, yalan da yoktur. Bu
anlatılan toplum inancıdır. Mesela meşhur olmuş bir söylemdir; ‘-
çalıyor ama çalışıyor’. Tabi, bunun ötesi de var; ‘-çalıyor
ama bana da veriyor’.
‘.okunu çıkardılar’
derler ama dinleyene, dinleyip de anlayana. Kimsenin tındığı bile yok. İsterse,
günde milyon kere tekrar etsinler. Bıkkınlık bile vermiyor. Çünkü söyleyende
bir keramet arıyorlar, arıyorlar değil, buna inanıyorlar, inandırılmışlar.
Hacıları, hocaları, sakallı sakallı konuşmacıları, vaizleri hep bir ağızdan bu
inancın pekişmesi için çalışıyorlar. Çözülmesi gereken bir problem de burası.
Problemin yaşanmışlık
benzerini tarihte bulmak mümkün, hem de ayniyle yaşanmış; öyle söylemiyor muydu
istiklal şairi:
“Geçmişten adam hisse
kaparmış… ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa, yarım
hisse mi verdi?
‘Tarih’i ‘tekerrür’ diye
ta’rif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?” (Mehmet
Akif Ersoy)
Tarih, bizim hüsnü
kuruntumuz. Doğruyu tarih kitapları arasında değil, yalan söyleyenin gözleri
içinde bulursunuz. Yarın, dünü yazacaklar, söyleyenin gözüne bir kere bile
bakmamışlarsa, hele dinleyenlerin ruhuna girip, söylenilenin hangi halleri
yaşattığını bilmiyorlarsa ve umurlarında değilse ne yazarsa yazsınlar, yalandan
öteye gidemeyecektir. Demek ki tarihçi, milletinin bağrına oturabilmesi ve o
bağırda türlü çiçekleri yetiştirebilmesi lazımdır.
Çözemediğim bir husus
vardır tarih yaprakları arasında: Fatih Sultan Mehmet; “Troyalıların öcünü aldık”
demişti, Çanakkale Savaşlarından sonra
da Mustafa Kemal Atatürk; “Hektor’un
intikamını aldık” demişti. Hangi tarihin, kimin tarihinin
derin izlerinden seslenmişlerdi büyük başbuğlar? Ve kime mesaj bırakmışlardı?
Ve neyi anlatmışlardı? Ve bu mesajların, zamanımızın keşmekeşiyle bir ilgisi var
mıydı? Bu iki büyük Türk’ün sözlerinin manasını çözemeyen tarihin bize
verebilecekleri nedir?
Geçenlerde bir sohbette
dinlemiştim, dünyanın en az kitap okuyan ülkesi Türkiye’ymiş. Vah benim kel başım
ki, en az kitap okunan ülkenin, en az kitap okuyan bir grubunun içinde
debelenip duruyorum. Mesaj vermeye değil, dostlardan mesaj almaya çalışıyor
olsam da, kör bıçak kesmiş ağızlardan bir cümle duyma ihtimali iyice
sıfırlandı. Dünya meşgalesi, iaşe bulma çabası, ikinci evin taksitlerinin
ödenebilmesi, oğlanın düğün giderlerinin temin uğraşısı filan - falan
meşguliyetten kurtulup, yeni dertler açmak istemiyor başına hiç kimseler.
Millet olarak, ‘sanayi devrimini’ ıskalamıştık.
Çok yakın bir geçmişte ıskaladığımız bir devrim daha oldu. ‘Sayısal teknoloji devrimi’ .
Yeterince değil, ucundan azıcık yakalamış olsak da, bilgi çağında yaya
kaldığımız kesindir. Medeniyete bir teori, bir buluş, bir fikir sunamayan
milletimizin geleceği için, güçlü-muhteşem hayaller kurmaya da hakkımız olmasa
gerektir.
Bu fakirlik içinde, milletini
sevme iddiasındaki 10 Milyonluk oy alabilme istidadındaki gurubun, oradan oraya
savrulması da kaçınılmazdır.
Demek ki, siyasetin büyük
yalanına kaptırmış gidiyoruz kendimizi. Bu yalan içinde, yalan bir düzen
tutturmuş, yalanlar nizam verir olmuş hayatımıza. Heyhat!
Araştırmacı yazar Emrah
Bekçi’den bir cümle yazalım tam buraya: “Biz insanlar usta bir yalancıyız, yalanlarımızda bedenimizin dilini de
kullanan bir yalancı. O kadar usta bir yalancıyız ki, dünyanın en iyi
sihirbazının yaptığı sihir bile sönük kalır yanımızda”. (23
Aralık 2012, türklerhaber.com)
Bu tarz, bir mayalanma
sonucudur. “Bana arkadaşını söyle, kim olduğunu söyleyeyim” özdeyişinde
bildirilen yaklaşım tamamen, bir kültür ortamına işarettir. Bulunduğun yer tam
olarak seni anlatır. Sen kendini bulunduğun yer ile özdeşleştirmiş ve onunla
tanımlıyorsun. Ama bilinçli, ama farkına varmadan, ne yapalım ki, böyle.
Öyleyse yapmam gerekenin ne
olduğu biraz da olsa açılmıştır. Unutmak!. Vazgeçmek! Silmek!. Süpürmek!.
Böylece yeni tarz hayata
merhaba!...
Takvimlerin gösterdiği ilk
günde, ilk hayata merhaba…