Devlet adamı, iş adamı,
ilim adamı… Tanımlar arası kavgalar, anlaşmazlıklar yaşanıyor. Dünya yeniden
tanzim ediliyor sanki. Eski bir yapı yıkılmış, hiç bilinmeyen yöntemlerle Mimar
yeni bir inşaatı yapıyor. Amerika’yı yeniden keşfediyoruz. Aya yolculuk var,
Merih’te koloni kuruyoruz.
Devlet adamı kötü de olsa
ara-sıra kanunlara bakar, hukukçu danışmanlarına –‘şu iş nasıl olur inceler
misiniz’ talimatı verir, gelen sonuçlara uymaya çalışır.
Devlet adamı kötü de olsa,
devletin adamı olduğu ara-sıra da olsa aklına gelir.
Yalan söylemeyeceksin,
kandırmayacaksın ki, sana da yalan söylenmesin, seni kandırmasınlar.
Kötü de olsan, ara-sıra da
olsa Devlet adamı olduğun aklına gelsin ki, ardında 80 milyon kişinin olduğu,
onların hazinesinin sana teslim edildiği, onların güvenliğinden birinci
dereceden senin sorumlu olduğun…
Aklına gelsin.
Gelsin ki; “Güneş dünya için ne kadar gerekli ise
devlet de halk için o kadar gereklidir. Nizam’ül Mülk, ‘İnsanlar onun adaleti
içinde yaşasınlar, emin olsunlar, daima devletin bekasını istesinler diye,
dünya işlerini ve Allah’ın kullarının huzur içinde yaşamasını ona tevdi eder,
fesat, karışıklık ve fitne kapısını ona kapatır’ diyerek hükümdara Allah
tarafından verilmiş olan görev ve sorumlulukların genel bir özeti yapılmıştır.” (Yavuz
Altınöz, Siyasetname ışığı altında Türk Hâkimiyet Anlayışı, Yüksek Lisans Tezi)
Gelsin ki; Ahmet
Cevdet Paşa’nın bildirdiği gibi:
“Devletin temel işlevini ‘adalet dağıtmak’ olarak gören Cevdet Paşa, bunun için
özellikle hukukun üstünlüğünün, kanunların herkese tam ve standart bir şekilde
uygulanmasının hayati önemini vurgular. Bundan herhangi bir sapma, dönülmez bir
ihtilali başlatır.” (Son Osmanlı Düşüncesinde Adalet, Bedri
Gencer)
Gelsin ki; Devlet denince, devlet adamının akla
geldiğini unutmayasın.
Gelsin ki; kendi gelişimini
zekâsının kıvrımlarından üreten iş adamıyla, devlet adamının arasındaki farkı
hatırlayasın. Orta çağın donmuş ahlak nizamının, gelişmişlik düzeyi asırlarla
ifade edilen modern ve zamanımızın ahlakı ile güzelleşmek gerektiğini de
anlayabilesin. Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler felsefesinin, bir kaos,
bir zulüm olduğunu bilebilesin.
Gelsin ki; bütün dünyanın
kabul ettiği yolsuzluk tanımının, yeniden tanımlanmasının gerekmediğini
anlayasın. Sosyoloji bilimindeki hiçbir tanıma sığmayan ve ilim adamlarının
güldüğü millet tanımını yapmaya gerek olmadığını bilesin.
Gelsin ki; denetimin,
devlet işlerini yapanların önüne engel olmak değil, devletin işleyişine
yardımcı olmak olduğunu idrak edebilesin.
Gelsin ki; halkın küçük ama
zaruri ihtiyaçlarını bila bedel dağıtmanın, ‘sosyal devlet’ ile hiçbir
ilgisinin olmadığının idrakine varasın.
Gelsin ki; inşaat sektörünü
canlı tutarak, istihdamın geçici süreli yükselmesinin bir mana ifade etmediğini
anlayabilesin. Çünkü yaptığın inşaatlarda kullandığın malzemelerin yüksek
oranda ithal malzemeler olduğunu sen bile bilmiyorsun. Aklından çıkmasın ki,
ilk yapılması gereken o inşaatlarda kullandığın malzemelerin yerli üretim ile
yaptırılması, istihdamın gerçek büyümesini de sağlayacaktır.
Gelsin ki; her şeyi bilen
kişinin aslında hiçbir şey bilmediğini anlayabilesin.
Ululardan bir Ulu, mükemmel
insanı tasvir ederken şunları söyler: “Siyasette, ilerleme, adalet, danışma ve fazilete dayalı düzenleri
takdir ve teşvik eder. Devletin, insana bir Allah emaneti olduğunu bilir ve her
işi ehillerine tevdi eder. Böylece insanları idarede hakkı, hukuku gözeterek,
toplumda refahı sağlar”. İmdi, bu sözleri dikkate
alarak düşün bakalım, kendini nereye oturtacaksın!
Gece uykuları sana
haramdır. Gündüz dinlenmeleri sana suçtur.
Ya anlatıldığı gibi
olursun, ya da çeker gidersin.