Hiç…
Durup dururken tuzağa düşer
mi insan?
Aç gözlülük, hırs,
doymazlık, kıskançlık, hodkâmlık, vesvese, cimrilik, intikam alma duygusu ile
hareket etme, kindarlık, affetmemezlik,
korumamazlık, sevgisizlik…
Bu vasıflardan biri veya bir
kaçı birleşerek esir etmişse insanı, vah geldi başıma.
Balık, karnı aç olduğundan
değil, gözü aç olduğundan takılır oltaya, onun için kurtuluş, içi kızgın yağ
dolu tavadır ancak.
Tıkıldığı deliğinde etrafı
gözetleyen ve uygun zamanı bekleyen fareye, “deliğinden çık ve karşı
deliğe gir, şu peynir senin olsun” demişler. “İyi
ama yapacağım işe göre bu ödül, peynir çok büyük”
demiş.
Nice ‘dürüstlük’ nutku
çekenlerin, sunulan daha büyük ödüllere düşünmeden atıldığını gazetelerden
takip etmiştik.
Sonları sefalet olmuştur.
Güçlü zamanlarında etrafında fır dönen dostları, düştükten sonra yanlarında
görünmez olmuşlardı.
Doç. Dr. Erol Erçağ bir
makalesinde şu hikâyeyi anlatır: “Asya’da
maymun yakalamak için kullanılan bir çeşit tuzak vardır. Bir Hindistan cevizi oyulur
ve iple bir ağaca veya yerdeki bir kazığa bağlanır. Hindistan cevizinin altına
ince bir yarık açılır ve oradan içine tatlı bir yiyecek konur. Bu yarık sadece
maymunun elini açıkken sokacağı büyüklüktedir. Yumruk yaptığında elini dışarı
çıkaramaz. Maymun tatlının kokusunu alır, yiyeceği yakalamak için elini içeri
sokar. Ama yiyecek elindeyken elini dışarı çıkaramaz. Sıkıca yumruk yapılmış
el, bu yarıktan dışarı çıkamaz. Avcılar geldiğinde maymun çılgına döner ama
kaçamaz. Aslında bu maymunu tutsak eden hiçbir şey yoktur. Onu sadece, kendi
bağımlılığının gücü tutsak etmiştir.”
Maymunu avcının eline
düşüren, Hindistan cevizinin içindeki tatlı kokudur. Bunu dünya olarak da
okumak mümkündür. Makamlar, tahtlar, koltuklar, şan-şöhret, mal-mülk… Hep dünya
içindir.
Yolumuzdan alıkoyan
tuzaklar sıra sıra dizilmişlerdir. Birini geçsen diğerine düşmemek için yanında
bir bilen olmalı. O yollardan daha önce geçmiş ve yolu ezberine almış biri,
İnsan-ı Kâmil. Ustalıkla o tuzakları bertaraf edip, rahatlıkla geçebilir, hedefe
yürüyüşe devam edebilirsin.
Tuzaklar koyup halkı yoldan
vuran,
Sahte âşık olup aldatıcı
tezgâh kuran,
Gece-gündüz işret kılıp
devran süren,
Dünya malını görüp gözü
doymaz olur.
Koca Ahmet Yesevi
Bir tartışmada “dünya ile irtibatı kesmek”
sözü üzerinde pek çok itirazlar yükselmişti. Kimsenin, sizin dünyanıza ait
mallarınızın, mülklerinizin üzerine konmaya filan çabaladığı yok. Kocaman diye
bilinen bu dünyanın, aslında kâinatın içinde yok hükmünde olduğunu anlamak,
dünyayı gözden çıkarmak için kâfi sebeptir. Dünyada yaşıyorken ise, elbette
lazım olan lazime ne ise o yapılacak ve sahip (aslında zilyet)
olunacaktır. Buna kimsenin bir diyeceği olamaz. Kaldı ki, dünyanın mamur
edilmesi de gerekir, nefis bu işe memurdur, istenendir. Ancak tüm bunlara sahip
olunurken, onun bir dünyalık olduğu unutulmayacak ve ‘gönül’e
yüklenilmeyecektir. Bizim sözümüz gönül üstünedir. Dünya, gönlün lekesidir.
Hacı Bayram-ı Velî
Hazretlerinin bir öğüdünü yazalım:
“Neresi seni dünyaya çekiyorsa, sana Allah’ı unutturuyorsa orası senin
helakin için tuzaktır.”
Tuzaklar dünya üzerindedir
ve aslında dünyadır.
Son öğüdü Hz. Mevlana’dan
seçtik:
“Bu dünya tuzaktır; tanesi de arzular.”
İçinde bulunduğumuz Ramazan
ayı’nda tutulan Oruçlar, kılınan namazlar, zekâtlar, Haclar ve yapılan diğer
ibadetler ki insanları tuzaklardan kurtarmaya, tuzakları yok etmeye yarayan ve
İnsan olma yolunda açılan mekteplerdir.
İş o dur ki, bu mektepten
mezun oluna.