Aslında kavga, Batı’nın
kendi içinde gelişmektedir. Batı, kendi içindeki parçalanmadan kurtulamadı bir
türlü. Batı düşünürleri, daima bu parçalanmanın sebepleri, sonuçları ve nasıl
durdurulacağı hakkında düşünceler geliştirmeye, teoriler bulmaya ve çözmeye
odaklanmışlardır. Bu arada, kendilerinin parçalanmasını önleyecek veya en
azından geciktirecek projeler bulmakta da üstlerine yok. Bu anlamda da, bir
başka devlette tecrübeler geliştirmektedirler. Bu sebepledir, alt kimlik, üst
kimlik söylemlerinin Türkiye’de gündeme getirilmesi. Sosyolojik verilerin millet
içinde ayrıştırılarak küçültülmesi çalışmalarıdır bunlar.
Batılı ilim adamları
buldukları teorilerin uzun vadeli olmadığını anladılar. Vadeyi uzatmak için de
deneyleri başka milletler üzerinden geliştirmek niyetindedirler. Aslında
namuslu adamlar sorunu görüyor, sebebini anlıyorlar. Açıklamalar ise, daima
iktidarların köpekliğini yapan, tamamen pagan kültür duvarlarına mahkûm ve
popülist söylemlerin esiri ilim adamı kılıklılar tarafından yapılmaktadır. Her
zaman ve her yerde olduğu gibi. Doğrular ve güzellikler Batı’da da geri planda
oturmaktadırlar. Dolayısıyla ortaya sürdükleri teoriler tamamen kendi kısır ve
soyut beyinlerinden çıkan ve insanların dolayısıyla da ilim ortamının kafasını
bulandıran kısır teoriler olmaktadır. Yani şöyle de söyleyebiliriz. Namuslu
ilim adamları geri plana itilmektedir.
Ülkemizde arzulamadığımız
bir gelişme olduğunda bakabileceğimiz alan, Batı’da meydana gelen ilmi!(sözde)
aslında politik söylemler olmalıdır.
Aslında bizi böyle
düşünmeye sevk eden olgu; bilebildiğimiz, anlayabildiğimiz, algılayabildiğimiz
kadarıyla ülkemizde olagelen gelişmeler tamamen Batı kaynaklı olduklarını idrak
ettiğimizdendir. Hatta Batı’da uygulama alanı bulamayan sosyolojik verilerin ve
sonuçlarının da uygulanıp, Batı’ya ilmi sonuçlar olarak taşındığını
düşünmekteyiz. Ülkemiz adeta deneme tahtası olarak kullanılmaktadır
diyebiliriz. Peki, Batı hangi gücü ile bunu başarabilmektedir? Tabii ki,
içeriden bulduğu ve beslediği gönüllü sermayeleri ile.
“Yaşadığımız dönem, bir dönem Batı’nın yaşadığı Victoria Dönemini
andırmaktadır. Dahası, bunu da ‘ev’rensel’ hanemize kaydettik. O nedenledir ki,
kendi değerini insanlar ancak Batı’ya yakın veya ona uyumlu olduğu kadar değer
olarak algılamaktadır. Ancak başkasının değerli gördüğü oranda kendini değerli
gören birey, kültür medeniyet ise aslında zaten yok demektir.”
(Metin Boşnak, egemen gazetesi, 29 Eylül 2012) Meselede buradadır zaten. Ölçü
Batı, soru Batı, sorgucu Batı, puanlayan Batı olduğu zannedilince, Batı’nın
değerleri de nezdimizde tabulaşmakta, kendimizi Batı’ya gönüllü esir
etmekteyiz.
Niçin bu haldeyiz peki?
Beyin sepeti çürüklerle
dolmuş da ondan.
Hiç aldırma, sepette birkaç
meyvede çürüme varsa, al, çıkart ve at. Diğerlerini kurtarırsın. Kalanlarla
devam edersin yola. Yarı yolda kalanlar olabilir, hiç ardına bakma. “Kalan
sağlar bizimdir” diyerek Dadaloğlu’larca, zirvelere yol al. Nasılsa, pişman
olanlar katılacaklar, özür beyan edeceklerdir. Onlardan yüz çevirme, yarı yolda
bırakmışlar, sana cephe almışlarsa da, anlayarak geçmiş hatalarını, vardılar
yanına. Kucak aç ve onlarla birlik olduğunu yüzlerine söyle.
Çürüme devam ettikçe,
sıfırlar gücünü. Her çürüyenin yeri çöplüktür.
Tıpkı, hiçbir işe
yaramayan, nerede nasıl kullanacağımızı bilmediğimiz, sayısız bilgilerle
doldurduğumuz gibi beynimizi. Her işe yaramaz bilgi alacağımız yolda engel
teşkil ediyor, ikilik dünyasının kalın perdeleri oluyor, hakikati örtüyor,
gözlerimizi kör ediyor. Açmıyor yolları, kırmıyor engelleri. Bunlar işe yaramaz
bilgiler. Eskimiş, çürümüş bilgiler. O halde yeri çöplüktür.
Şu aklımızı, beynimizi
doldurduğumuz, bilgi denen, malumat dediğimiz, ilim! dedikleri şeyler var ya,
hiç aslı astarı olmayan ve ne bu dünyada, ne de sonraki dünyalarda artık hiçbir
işe yaramaz haldeki bilgilerdir bunlar. Kendimizi sınırlandırdığımız, bile ve
isteye kafese tıktığımız ve o duvarlar arasından bir türlü çıkış yolu
bulamadığımız tutsaklık bilgileri.
İlim deryasından bula bula
apardığımız işe yaramayan ve ayağımıza ket olan sahte bilgiler.
“Hayır! Gerçek onların sandığı gibi değil! Kim bir kötülük kazanırsa (düşündükleri
veya elleriyle yaptıklarından dolayı) ve
de o hatası kendisini (düşünce sistemini) kuşatırsa (hakikati göremez hâle gelirse), işte onlar ateş (yanma)
ehlidir sonsuza dek!” (Bakara/81)