(Yazı Başlığı Fikret’in hediyesidir.)
İktidar koltuklarında hangi
parti oturursa otursun, onlar bizim ne düşmanımız, ne de rakibimiz değildir.
Yönetimin işini
kolaylaştırmak, kanunların yapılmasına ve uygulanmasına yardımcı olmak, her
vatandaşın Hakkı ve görevi olduğu kadar bizim de üstümüze bir takım
mesuliyetler düşer ve bu görevleri yapmakla mükellefiz. Taa ki, ihanete varan
uygulamalar olmasın!. Yöneticiler, uygulamak istedikleri kanun, yönetmelik,
tüzükler ve alacakları ekonomik kararları herhangi bir devletin telkinleriyle
değil, kendi yaptıkları toplantılarda üretilen kararlarla alsınlar. Aksi
durumlarda, emperyalist emellere hizmet söz konusu olur ki, bizim de
karşıtlığımız başlar ve belki de düşmanlık sınırına varılır. Bu halde de,
Anayasa ve teamüllerin uygun gördüğü sivil itaatsizlik günleri başlar ve belki
de, Anayasa ve yasaların müsaade edeceği sınıra değin, direnişe kadar gider. Ötesi,
kavgadır. Kavgadan kaçılmaz.
Muhafazakar kafanın para
ile dansı yıllar önceye, taa 1969 yılına dayanır. MNP’yi kurmuşlar ve akabinde
ihtiyaçların karşılanması yollarını aramışlardı. Onlarca şirket kurmuş veya ortak
olmuşlardı. Yönetimlerinde de tamamen kendileri vardı. Giderek epey
ustalaştılar, şimdilerde tereyağından kıl çeker ustalığında, yılanın belini
incitmeden beceriyorlar işlerini. Hukuk desteği, banka desteği, uzman desteği
zibil gibi. Geliştiler, serpildiler maşallah, pek de ustalar. Başlangıçta
kurdukları onlarca şirket kesmemiş olmalı ki, 1994 yılında patlayan bombaya
göre, BOSNA’ya yardım için toplanan paraları da iç etmişlerdi. Süleyman
Mercümek, Beşir Darçın isimleri hafızalarda küllenmiş de olsa duruyor. Zamanın
parti yöneticilerinden birisi, Cumhurbaşkanı Aliya İzzet Begoviç’ten sorulmasını
söylemesinin üstüne, Bosna Büyükelçiliği RP’den kendilerine hiç para
iletilmediğini söylemişti. Bunun üzerine yine aynı yetkili, toplanan paranın 2
Milyar lirasının Bosnalı Albay Adem Hacı’ya teslim edildiğini açıklamışsa da,
Bosna hükümetinden yapılan açıklamada, Bosna ordusunda bu isimde bir albay
yoktu. Açıkçası, toplanan paralar, yüksek faizlerden de istifade ile (hem
Almanya hem Türkiye) RP örgütlerine dağıtılıyordu. Bu işlerde ustadırlar. Şimdi
paraların miktarlarını filan yazarak burayı doldurmayalım, nitekim sonraları
(yakın geçmişte) İHH adlı kuruluşun yaptıkları ve tartışmalar çok taze. Yöntem
aynı yöntem. Hiç kuşkumuz yok ki, TÜRGEV denen vakıf perdesi altında da
yapılanlar da aynıdır. 17/25 Aralık soruşturmaları akabinde bu kadar
heyecanlanmaları, korkmaları boşuna değildir. Hala rahat olmadıkları da bir
gerçektir. Rahmetli Sırrı Yüksel Cebeci 26.09.2008 tarihli, Tercümanda bir dizi
yazı yazmıştı konuyla ilgili de yazısını şu cümle ile bitirmişti: “Şeytanın bile aklına gelmeyecek yöntemleri
nasıl bulduklarına akıl sır erdirmek mümkün değil.” (Yukarıdaki
bilgiler adı geçen seri yazıdan istifade ile yazılmıştır.)
Geçmiş hırsızlıkları
yargılamaktan daha acil olanı, yeniden hırsızlık yapılmasının önünün
kapatılmasıdır. Geçmiş, not edilmiş ve arşivlenmiştir. Müsait ortam ve zamanı
bulunca gereği yapılır. Hırsızlık selinin önünü tıkamak en acil olanıdır. Bunun
ilk şartı da, işbaşına tabiatında hırsızlığın zerresinin bulunmadığı, namuslu
kişileri getirmektir. Bunları bulmak da, siyaset adamının namusu gereğidir. Merak
etmeyin, namuslu kişiler sizin her istediğinizi yapmayacağı gibi, kanunlara,
yönetmeliklere, ahlaka aykırı tekliflerin tamamını hiç düşünmeden
iteleyeceklerdir.
Daldan dala atlıyoruz, haklısınız.
Zor günler geçiriyoruz, savrulmalar toplam kaderin, toplum kaderinin
sürüklediği yere kadar varacak. Badire daraldıkça, yapılacakların listesi
uzuyor. Bu sebeple yazılarda konular birbirine karışıyor. Zaten benzeri
dönemlerde iyi romanlar değil, roman sayfalarında isabetli tespitler yaparak
çözüm önerileri getirenler, kahramanları halkın içinden çıkan, bizatihi halk
olan yazarlar, entelektüel kesimde revaçta olurlar, Hakk’ı yazar, Hakk’ı
söylerler yazık ki, onların da geniş halk kesimleri içinde okuyucusu olmaz!.
Edebiyat tarihi bu örneklerle doludur.
12. yılını tamamlamak üzere
olan Türkiye yöneticisi iktidar, içe kapanmıştır. Dışarıya kulaklarını tıkamış,
en akıllıları, yanında çalıştırdığını zannetmektedir. Kendine akıl verenlerin
bulunmaz Hint Kumaşı olduğunu filan düşünmektedir. Onlardan bir yanlışın çıkma
ihtimali sıfırdır, elbette kendileri de hata yapmazlar. Kabul böyle olunca, dış
politika, ekonomi politikası ve sair uygulamalarda yapılan hatalar, neredeyse
krizin eşiğini hatırlatır olmuştur.
Cari açık, bütçe açığı,
kayıt dışı çalışanlar ve kazanımlar, eksilen üretim, artan ithalat, durmaksızın
yükselen dış borçlar, tasarruf oranın millet olarak alışkanlarımızın bile
altına düşmesi, artık devlet hazinesine gelir taşıması gereken bir tek bile
devlet fabrikası kalmaması, alınan borçların üretime değil, bilakis tüketimi kışkırtacak
alanlara yatırılarak kendi kendini bitirmesi, insanımızın birbirine güveneninin
bitmesi, karmakarışık hale getirilen eğitim sistemi, yükselen enflasyon, artan
işsizlik, köylerde boş ahırlar, ekilmeyi bekleyen boş tarlalar, geçim
sıkıntısının yükselmesi, kaldırımlarda bom boş gezelenen yüzü asık insanlar,
konuşan değil, karşılıklı bağıraşan insanlar, darbeci suçlamalarının ardından
darbeye maruz bırakılmış ordu, bürokrasi, yargı…
Ne hazin bir tablo!.
En hazini de şu, 12 yıldır
bu tabloyu yaratanlar, pişkinlikle bu tablonun ‘Eski Türkiye’ye ait olduğunu
söylüyorlar, yine en acısı şu ki, halk bu yalanı destekliyor!.
Yazının başlığına bir kez
daha baktım. ‘Kavga yeni başlıyor’ demişiz.
‘Kavga’ derin, ilk başlanılması gereken diye bir başlık yok. Her bir başlık ilk
başlamayı emrediyor. Hiç birisi diğerine göre öncelikli değil. Birinci
öncelikli olarak, hepsine birden başlanılıp çözümler, her biri için
uygulanacak. Kokuşmanın geldiği her yer, önceliklidir. Öncelik, millet
menfaatinin belirlediği sıradır. Bu sırayı, ilmine, bilgisine, basiretine
güvenenin kabullerine göre, yangında kurtarılacak ‘ilk, tayin edecektir.
Hani bana göre, derler ya, biz
de ilk başlanılacakların altını çizelim, önerimizi söyleyelim: ülkedeki,
camiler ve okullar ilk yıkılacaklar sırasında olsun.
Haydi, kolları sıvayın,
düğünümüz var.
Kolbaşının etrafında
herkes, beyaz mendillerini sallayıp sıraya girsin.
****
Bu yazımız yazılmış ve bir
kenarda demlenirken, sosyal medya sayfasında değerli dostumuz Ayhan Eralp,
Füruzun’a verdiği bir dersin sonunda şunları söyler: “Arkama geç Füruzan, savaş yeni başlıyor sevgilim!.”
Evet, yeni başlıyor!...