Sırasında güzel fikir
alışverişi ortamı kuruluyor, tartışmalar edep dairesinde ve bilgilenmeye
yönelik. Fakat beceremediğimiz bir husus, konuyu olduğu gibi ilerletememek.
Mutlak surette bir başka konuya sapılarak, asıl konuşulması istenen konudan
uzaklaşılıyor. Ya, malzemeyi çabuk tüketmekten ya da, üzerinde durulan konudan
bıkkınlık duymaktan kaynaklandığını düşünüyorum. ‘Sabır’lı olamıyor, aceleye
getirerek tartışma zevkini de yarım bırakıyoruz. Böyle zamanların birisidir
anlatacağımız ve katkı sunacağımız husus:
Konu mecraından sapmış görünse
de değil. Bildik eleştiriler etrafında dönüp duruyor. Bence, öncelikle bu kısır
döngüden kurtulmalıyız. Bırakalım, planlamayı yapacak olanlar, bildikleri gibi
yapsınlar. Daha dün verilen oylarla seçilmişlerin işi bu. Bizler ancak, medya
ortamında, özel konuşmalarımızda, konferanslarla vs.. fikirlerimizi söyleriz.
Uygulayıp, uygulamamak idarenin işidir. Biz fikrimizi söyledikten sonra da,
günah bizden gider. Zaten, uygulamaların ve planlamaların gidişatını ne
uygulayacak, ne de denetleyecek imkânımız vardır. Biz sadece, yapılan
açıklamalarla, basın-yayın kuruluşlarından bize ulaşan bilgileri
değerlendirebiliriz. Ki, yaptığımız da budur.
Bize düşen, (ne tür bir
görevimiz varsa) vazifemizi en iyi bir şekilde yapmaktır. İster memur, ister
özel sektör görevlisi olalım, ister kendi işimizi yapalım, ister bir yerlerde
herhangi bir işi yapalım fark etmez. Ne yapıyorsak en iyisini yapmalıyız, en
iyisi olmalıyız. Bu noktada bizi hesaba ancak kendimiz çekebiliriz. Çünkü
yaptığımız işi ve görevimizin ne olduğunu ancak kendimiz bilebiliriz.
İşte, Şems-i Tebrizi’nin
buyurduğu “öylece durup beklememek” böylece açıklanabilir diyorum.
“ileri görüşlü olmak” ise;
Büyüklere verilen bir İnsan özelliğidir. Herkesten beklemek doğru değildir.
Olabilenlere ne mutlu.
Bildik bir tartışmaya
katkıda bulunmak üzere kaleme alınmıştır. Ancak, yıldırımları çekmemek üzere
yarım bırakılmış, üzerinde biraz daha düşünmeye terk edilmiştir. Demlenme
zamanı. Her düşünce yazısının demlenmeye ihtiyacı vardır, olmalıdır. Aceleye
getirilen çalakalem metinler, sonraları yazarının başına belalar yağdırmakta,
hem de tartışmayı başka, başka mecralara sürüklemektedir. Bu ise, fikir
alışverişinden alınması zevki eksiltmekte, kavgalara sebebiyet olabilmektedir.
“Şems-i Tebrizî diyor ki;”
duyurusunu gördüğümde dikkat kesilmiş ve tartışmayı takibe koyulmuştum. Kelâm
şöyleydi;
“Sabretmek, öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir.
Sabır nedir? Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir”.
Kelamın bulunduğu yerin
(kaynağın) adı verilmediğinden, biz de burada yazamıyoruz. Ancak sözde doğruluk
hemen seziliyor. İşte yukarıdaki tartışma bu söz üzerine devam ediyordu.
Siyasilerden de çok sık
duyarız, Yunus’a ait sözü. “Yaratılanı
severiz Yaradan’dan ötürü”. Asla, doğru anlamıyla,
tam olarak algıladıklarını da zannetmiyoruz, çok sık söylemeleri belki de
“sevmemelerinden” kaynaklanmaktadır. Ya da siyasi menfaatleri doğrultusunda
Yunus Emre ve benzeri Uluların kelamlarını kullanmaktadırlar. (neyse konumuz bu
değildir).
Niye yazdık bunları? Konu
sabır olunca, “Yaradan’dan” ötürü, cümlesi devreye girer. Ne eleştirisi vardır,
ne şikâyeti. Kuyudaki Yusuf’un ne ve kime şikâyeti olabilirdi ki? Ateşin
içindeki İbrahim’in, içinde yaşadığı serinliklerden kimin haberi olabilirdi ki?
“Ey iman edenler, hakikatinizin açığa çıkartacağı sabır (dayanma
kuvvesi) ve salât (hakikatiniz olan
Esmâ mertebesine yönelişin getirisi olan müşahede) ile yardım isteyin. Muhakkak ki Allâh sabredenlerledir (Es Sabûr
esmâ’sıyla – mâiyet sırrı)”.
(Bakara/153)
‘Daimi salât’ halinde iken,
durmaksızın oluşan, ola geleni seyir ve zevk halidir sabır. Bir dost “eylemsiz
eylem” tanımlaması ile anlatır bu durumu. “Neylerse güzel eyler” halidir
vesselam.
Bu yolda en büyük tutsaklığımız,
kendi beynimizde kendimizin yarattığı ‘zan’larımızdır. Zanlarımızdan
kurtuldukça (putlar kırıldıkça) hakikati yaşama, anlama kudreti açılır ve
‘sabır’ ile aşılmaz dağlar aşılır olur.
Süt emen oğlu ağlamaya
başlayınca Hz. Hüseyin, getirmelerini ister. Kucağına alır, bağrına basar. O
sırada bir ok gelir ve bebeğin kulağından girer. Oracıkta, kucağında can verir
sabi. Emîrü’l-mü’minîn, bebeği yere bırakarak, “Yâ Rab sabır ver” der. Kolay
değildir, yakıcıdır, dayanma güç ve kuvvesi ancak ulu zatlardan açığa çıkar.
Bize düşen ise, onlar gibi olmaya çalışmaktır.
“O halde güzel bir sabır ile sabret”.
(Me’aric/5)