13 Ağustos 2017 Pazar

Devlet Kuracaklarmış!


AKP’nin eski MKYK üyesi Ayhan Oğan ne demişti?

“Yeni devlet kuruyoruz, kurucu lideri Recep Tayyip Erdoğan.”

Bu söz söylendikten sonra AKP sözcüsü Mahir Ünal karşı çıkmıştı, AKP’yi bağlamaz filan diyerek. Sonra, bunlar çok akıllı ya, yeniden o konuya döndü ve şunları söyledi:

“Devleti yeniden yapılandırıyoruz, lideri de Recep Tayyip Erdoğan.”

Evet, çok akıllılar. Tartışılan zamanda, ortamı yumuşatmak için, toplumun tansiyonunu düşürmek için karşı gibi durup, sırasını yakalayınca da gerçeği çaktırmadan ifade etmek. Çaktırmadan diyorum, çünkü zihinlerinin ötelerinde bulunan Atatürk düşmanlığını bugünlerde açıktan ifade etmeleri, 2019 seçimlerinde aleyhlerinde kullanılır. Ne de olsa Türk Milleti henüz Atatürk’ünden vaz geçmemiştir.

Biz geri zekâlıyız ya! Hem, üç-beş gün önce güya eleştirdikleri kişiyi onore ediyor, aklıyor, hem de gerçek fikirlerinin tam da Oğan’ın söyledikleri olduğunu anlatıyor.

Sözün uzunu lafı bir türlü anlamayana söylenir. Bunları söylemenin âlemi yok, zaten bilinen şeyler. Bir densiz çıkar, planları bozar, yapılacakları faş eder ve artık söyleme zamanı gelir. Böyle bir şey işte.

“Hazmettire, hazmettire..” sözü edileli ne oldu şunun şurasında? Tazecik duruyor belleklerimizde. Ve yaptıkları da, ‘hazmettirme’ harekâtından başka bir şey değil. İki önemli aletleri var bu harekâtta. 1. Başörtüsü. 2. İmam Hatip. Birincisiyle insanların dimağını zortlattılar, zihinleri allak-bullak ettiler. İkincisiyle de gençliğin dimağını. Din öğrenmek adına, kim bilir nerelerden aşırdıkları bilgi kırıntılarını gençliğin bilinç altına yerleştiriyorlar. Fikir girdiği yerde atıl kalmaz. Gelişir ve gelişir. Değişime de uğrar. İşte size, silahlanıp kardeşe sıkılacak an. Ve biz bunu yakın geçmişte gördük. Din eğitimi adıyla gizli evlerde verilen eğitimlerin sonucunda meclisi, camiyi, kardeşlerini bombalayanları gördük. Bunlar tamamıyla ‘hazmettirilen’ çalışmalar sonucu vukuu buldu. ‘Dindar gençlik yetiştirme’ adına milli eğitim bir cemaate teslim edilemez. Yeni bir kalkışma hareketine hazır olmalıyız ve bu oyunu bozmalıyız. Evlere şenlik bir bakanımız var. Kurduğu sistemi savunmak için “cumhuriyet tarihinin en demokratik müfredatı” diyor. Savunma Bakanlığı sırasında ne yaptı da Milli Eğitim’de yapacak? ‘Hazmettirme’ye devam. Sistemi değiştirirler, müfredatı değiştirirler, sınav sistemini değiştirirler… Öyle karıştırırlar ki, böylece insanlar (özellikle de öğrenciler) düşünemez ve anlayamaz olur. Sonra, ver mehteri… Artık, ister dindar, ister dini dar, istersen kindar yetiştirebilirsin.

Orduyla oynamayacaksın, eğitimle oynamayacaksın, camiyle oynamayacaksın. Ee, nasıl olacak bunların oyun alanı buralar. Oyuncağını ellerinden alırsan, ne kalacak onlara?

İşte, yeni devlet dedikleri veya gizli olarak sistem ya da yapılanma dediklerine buralardan başlandı ve devam ediyor. Ekonomideki borçlanmalar, üretim ekonomisinin zayıflatılması, ithalata dayalı tüketimin özendirilmesi, tarımın bitirilmesi.. Filan, zamanla çözülecek problemler. Silahlı kuvvetlerdeki, eğitim sistemindeki ve camilerdeki aşılanmayı düzeltmek için bunların iktidar sürelerinin en az üç katı zamana ihtiyaç var. Yıkmak kolay, yapmak zor.

AKP bebek katili Apo’nun adını İmralı olarak, Esat’ın adını Esed olarak, IŞİD’in adını DEAŞ olarak değiştirmişti. Doğrusu bu değişikliklerden çok faydalandı. İmralı’ya gittiler ve fakat asla Apo ile görüşmediler, Esed’le kavgaya tutuştular ve fakat asla Suriye lideri Esat ile araları açılmadı, DEAŞ ile savaşa girdiler ve fakat asla IŞİD ile marazalı olduklarını belli etmediler. Bunların hepsi oy olarak geri döndü AKP’ye. şimdi stratejik ortakları ABD, PYD’nin adını değiştirmiş. SGD diyorlarmış. Hani biz karşıydık ya PYD’ye. Şimdi ortalarda PYD filan kalmadı. İnanırım ki, bu başarı da AKP’ye oy olarak yazılacaktır. Hep sahtelik, hep palavra…

Propagandanın en etkilisi başörtüsü ve İmam Hatipler üzerinden yapılıyor demiştik. Yeni devlette bunların üzerine ve bunların üzerinde kuruluyor desek yanlış olmaz. Ne iş yapacaklarsa evvela başörtüsü, İmam Hatip veya cami gündeme getirilir. Başörtülü memurlarımız oldu, başörtülü polislerimiz oldu, milletvekillerimiz oldu, rektörlerimiz oldu… Şimdi, bir kalemşora söyletiyorlar: “Başörtülü generaller de olacak”! olsun bana ne! Olsun da, olunca ne olacak? Seni cennete mi yollayacaklar dangalak! Şimdi bir şeyler söylesek, yok insan haklarıymış, yok demokrasiymiş, yok laiklikmiş karıştıracaklar. Bu dolma kaleme soralım tekrar, başörtülü general olunca ne olacak? Çağ mı atlayacaksın?

İşte, kurdukları devlet veya düzen veya yapılanma dedikleri bu. Bunların kafaları bu kadar çalışıyor. Kadınların başlarını örtünce yeni bir devlet kurduk sanırlar. Hadi oradan, hadi oradan… Düşün yakasından artık şu garip milletin…

“Kendi görüşüdür, partimizi bağlamaz” gibi suya sabuna dokunmayan, üstlerine alınmayan açıklamalarda bulunmuşlarsa da, bal gibi zihinlerinin arkasındaki, Atatürk Türkiye’sini yıkma ve hayallerindeki ne idüğü belirsiz devleti kurma çalışmalarını son hızla yürütüyorlar. Bir yıl evvel ayakları tökezledi. Ders almadılar. 3 yıl evvel dizleri kırıldı ders almadılar. Bir dahasından Allah muhafaza yıkım kaçınılmaz olur.

Aklınızı başınıza devşirin. Biz bu devleti sokakta bulmadık. Hayallerinizi çocuklarınızın şirketlerinde deneyin.

Devlet hayallerle değil, hakikatle, ilimle, düşünceyle yönetilir.

Son söz Nutuk’tan:

“Bizim vuzuh ve kabiliyeti tatbikıye gördüğümüz mesleki, siyasi, milli siyasettir. Dünyanın bugünkü umumî şeraiti ve asırların dimağlarda ve karakterlerde temerküz ettirdiği hakikatler karşısında hayalperest olmak kadar büyük hata olamaz. Tarihin ifadesi budur, ilmin, aklın, mantığın ifadesi böyledir.”


10 Ağustos 2017 Perşembe

‘Metal Yorgunluğu’


Bir “metal yorgunluğu”dur lafları gidiyor. Metal yorulunca, topuyla tüfeğiyle jilet olmaya yollanır. Ucundan, azıcık bir parçanın değiştirilmesiyle, yorgunluk sonlanmaz. Metali olduğu gibi göndereceksin ki, yerine yeni metalden yapılmış bir organizma teşekkül etsin.

Siyasi yorgunluk öyle-böyle değil. Bugünkü söylemler, dünün yanlışlarının başkalarına mal edilerek, yani suçu başkalarına atarak, azardan kurtulmanın yollarıdır. Yorgunluk, elbette yolsuzluklarla başlar. Adam kayırmalarla devam eder. Liyakatsizlerin görev almalarıyla son bulur. Ve yorgunluk tam da burada hissedilir. Hissedilir lakin son pişmanlık kar etmez.

Aslında, metal yorgunluğundan bahsedenlerin, -nerelerde yanlış yaptık? Sorusunu da sorması lazım ki, yorgunluğa çare bulunsun. Durum o durum değil. Yakın gelecekte planlanan genel milletvekili seçimleri ve C.B. seçimlerinden karlı ve kazanarak çıkmanın acemi planlamaları yapılıyor. Milletin (seçmenin) gözüne gözüne şu sokulmak isteniyor:

-“Bakınız, hata yapanı asla affetmiyoruz. Hata yapan, kibir yapan kapı dışına bırakılıyor.”

İnsanlar sever böyle tavırları. Aslı olmasa da, gereceği yansıtmasa da. İnsanımızın mayası, affetmeye ayarlıdır. Geçmişi çabuk unutur. Güzel bir hareket gördüğünde de, hep öyleymiş gibi tavır alır. Destek, son hızıyla devam eder. Politikacı, ne yaptığını bilen değil, neyi yapması gerektiğini, kendisinden nelerin duyulmasının istendiğini bilen kişidir. İktidar ilgilileri de bunu yapıyor.

15 Temmuz faciası yaşandı, PKK faciasının kenarından dönüldü, IŞİD fecaatinin hataları geçte olsa görüldü… Terörizm, yakan topu kıvraklığında düşünceleri kırdı geçirdi. Sanayi üretimi -yatırımı-nın düşmesi gibi, fikir üretimi dip yaptı. Daha dün bir yandaş şunları söylüyordu: “Öyle bir dönemden geçiyoruz ki bütün ahlaki ve vicdani değerlerin kaybolduğu, seviyesizliğin dip yaptığı ve adeta bir değerler savrulmasının yaşandığı kâbus gibi bir ortam... Herhalde zihinlerin bu kadar dünyevileştiği, Müslümanca yaşamanın önemini kaybettiği böyle bir dönem hiç olmamıştır”. Bu satırlardan ne anlaşılıyor? Tarif ettiği içinden geçilen felaket dönemini, taraftarı olduğu siyasi grup değil de, sanki başkaları yaptı. Eleştirinin namusu da kalmadı!

Neyse,

Metalden bir parça değiştirerek, yorgunluğunu sonlandıramazsınız.


Topuyla tüfeğiyle jilet fabrikasına gönderilmelidir.

13 Temmuz 2017 Perşembe

Bir Karşılaşma


-Beyefendi,

-‘Sizin bir siyasi görüşü savunuyor olmanız, sohbetimizin bölünmesine asla sebep olamaz’.

-İyi-kötü, olur-olmaz, eksik-fazla… Bizim de bir görüşümüz var.

-Eğer bunları dinlemezseniz,

Konuşmaya, dertleşmeye, fikirleşmeye yer kalmayacak!.

-Ama efendim, ben şöyle söylemiştim;

-Efendim, söylediklerinizi dinlemekle müftehirim ve istifade ettim, bir itiraz diyemeyeceğim amma, şunu söylemeliyim; bizim söylediklerimizi asla dinlemiyorsunuz. Bu itibarla, anlaşıyoruz dediklerimiz ancak, bizim kabul ettiklerimizden ibaret oluyor. Yani, anlattıklarımızı dinlemezseniz, ne diye anlaşıyoruz diyorsunuz?

-Efendim. Efendim.. ne demek,, ne demek, can kulağıyla dinliyor ve sizden istifade ediyoruz. Ve bu güne kadar sizinle nasıl tanışmadığımıza, nasıl konuşmadığımıza bir anlam veremiyorum. Demek bu dünyada sizin gibi insanlar da varmış. Biz ne büyük fırsatlar kaçırmışız şimdi anlıyorum.

Takiye böylece devam eder gider.

Ve hayatımızda bu kirli senaryodan başka bir gördüğümüz de yoktur.

Esas olan hizmettir. Hizmet, karşıya yapılan iyi, hoş, güzel işlerdir. Yardımdır. Ve bunların tümüne birden ibadet denir.

Şimdi biliyorum bu sözlere karşı itirazlar yükselecek. Kabul etmek zordur lakin hakikatin de bir anlatımı olmalıdır. Sonuç; ister kabul et ister ret, gerçekler kendini anlatmaktan imtina etmez.

Oku, üzerinde düşün, bir karara var. Sonuçta itiraz hakkın vardır. Ama üzerinde düşünmeden ilk aklına gelen fikirle itiraz edersen ilerleyemezsin. Hedefe varmak için, yol almak lazımdır. Yol bitmez deme. Evet, yol bitmez ama işaretlediğin hedef sınırlıdır. Hiç olmazsa o sınıra kadar gitmelisin.

Anlatılanı dinlemeden ve üzerinde çalışmadan cevap verme. Her sözü çıktığı ağızdan değil, sahibinden bil. Her sözün bir öğüt olduğunu anlaman için daha nasıl söylenmeli?


12 Temmuz 2017 Çarşamba

Derinliğin Azalması!


Tabi, derinliğin azalması için yukarıdan doldurulması icap eder. Kuyuya düşen merkebin hikâyesi meşhurdur. Sahibi uğraşmalarına rağmen bir türlü çıkaramaz ve eşeği kaderine bırakmak üzere kuyuyu doldurmaya karar verir. Atılan her kürek toprak-kum eşeğin ayakları altına yığılır ve sonunda eşek kurtulur. Bu bir madde önermedir. Atılan her kürek toprak kuyu derinliğinin azalması anlamına gelir. Peki, manevi alanda kuyuya atılan her fikir, her irade! Sahibine ne yapar? Asıl cevaplanması gereken, nasıl olur da, insanlar başkalarının kurdukları oyunda figüran olmaya razıdırlar? Yine, nasıl olur da politikacılar başkalarının oyunlarında rol almaya koştururlar? Ve hatta daha mühimi, nasıl olur da bir akademisyen, aydın, zamanını okumayla araştırmayla dolduran bir kişi okuyup içselleştirerek sahiplendiği bilgilere nazaran, nasıl olur da, başkalarının dayattığı oyunda oyunculuğa razı olurlar. Başkalarının oyunu: kurgusu yad ellerde sağlanmış, amaçlarının içinde oyunda rol kapmak isteyenlerin hiçbir faydası olmayan ve sonuçları belki de gelecekte büyük zararlara yol açacak şeytani - sinsi - bir oyun.

Oyuna bir kere dâhil olan, artık daima oradan bekler durur bilginin gelmesini. Oturup, çalışmak zor gelir. Sıkıntılarla dolu emek sarfiyatı yerine, hazır lokmaları atıştırmak zevkli bir hal alır. Okumaları da fayda vermez olur. Çünkü düşünebilme yetisi kaybolmak üzere veya kaybolmuştur. Dâhil olmazdan evvel konuştuğu konular, üzerine titrediği fikirler, yavaş yavaş uzaklaşır kendinden. Yeniden uhrevi dünyasına dönene kadar ki, oldukça zordur örnekleri arşivlerde bulunan sözlerin hiç birisinin benzerini edemez olur. Gerçekte bir intihardır anlatılan. Vücut bulan varlığa veda. Ağlayanlar etrafı değil, bizatihi kendisidir. Fakat algılayamaz yokluğu. Hala o unutulmaz zamanlardaki kendisi sanır. Değildir. Bitmiştir. Yok olmuştur. Bundan sonrası artık başkalarının söylediklerini, düşündüklerini tekrar etmekten öte yeni ve has ürün ortaya koyamaz.

Önceleri, beslendiği kaynak kendisiydi. Şimdi, kaynağı ötelerde. İlmi uzaklarda arıyor. Kendine, kendisinden başka yardımcılar seçti.

Hani bir söz vardır;

“Kişinin kendine yaptığını, kimse kimseye yapamaz.”

Şimdi ne yapılması gerektiğini bilemez haldeyim. Başa dönüp yeniden mi başlamalı?

Bir de derinliğin tersten artması hususu var. Bildikleri ve uyguladıkları arasındaki farkın artması, bir anda eleştirileri de beraberinde getirir. Bu husus ziyadesiyle akademi etrafında sıkça görülür. Bilgi kısırlığını, laf kalabalıklığı ile geçiştirmektir özü. Bilmeyenin susması, irfan ister. Hayır, özellikle bizimkiler maşallah her şeyi bildiklerinden, susmak gibi bir erdeme sahip olamazlar. O zaman, işi bilenler tarafından ya eleştiri bombasına tutulurlar, ya da bilenler susar, bilenler susunca da gün daima onlarındır. Nitekim televizyonların gediklileri hiç değişmez. Ağzı laf yaptığını sananlar, her düşünceye karşı bir fikir(imsi)leri salmakta beis görmezler. Maalesef toplum da bunları sever. – Ne iyi konuştu adam! Karşısını susturdu!. Gibi avamî değerlendirmeler hep onların kazanmasını! Sağlar. Kazanç elbette dünyalıktır. İlerleyen ilmin peşinden koşmaktansa, nasılsa halkın isteği de budur diyerek üç-beş satır lügat parçalamak, hem halkı memnun edecek hem de kazandığı paralarla kendisi memnun olacaktır.

Hâsılı, başkalarının fikirleri uğruna daldığı bu meydan savaşından, kazançlı gibi görünse de, düşüncelerini, moralini, bildiklerini iğdiş ettiği insanların ahları tutar ve sonsuzluk hayatından itibar kaybederek, galip göründüğü halde gerçekte mağlubiyeti yaşar.

Tamam. – Yeniden başlamak mümkün mü?

Evet, belki. Lakin yıllar boyu imar ettiği kibir dağları nasıl kırılacak?


10 Temmuz 2017 Pazartesi

Ortada Akıl Yok ki, Karışıklığı Olsun!


Öyle değil mi? Karışması için, karışacak olandan, karışması istenilenden olmalı. Ha, yok da değil. Yok diyemeyiz. Her bireyin payına olabildiğince, kullanabildiğince hakkı verilmiş ve kullanımına sunulmuştur. Gerisini kendisi bilir.

‘İrade-i cüz’iye diye kendimizi hayalen mutmain hale getirdiğimiz zanlarımız, kullanım programını bile bilemediğimiz bir, ‘bahşedilmiş’ insan olabilme özelliklerinin en önemlisi olan ‘aklın’ nerede ve nasıl bulunduğu ve kullanımı için hangi verilere, hangi güçlere, hangi kolaylaştırılmış emirlere ihtiyacımızın olduğunu, unutarak ve önemsemeyerek, sadece anlamadığımız dillerle yazılmış ve manasına nüfuz edemediğimiz kullanım kılavuzunu cebimizde gezdirmekten başka, ne yapacağımızı, ne işimize yarayacağını bile anlamadığımız ve kullananlara kul köle olduğumuz çok çok önemli hayatı idame ettirici ve dünya alanında en mühim yol arkadaşı.

Olsun. Nasılsa başkaları tam kapasite kullanıyor ya, onlardan yansıyan bize yeter. Böyle de düşünebiliriz. Aslında böyle de düşündüren akıldır. Akıl ama yanında bulunan, şeytan ve yardımcılarından başkası değil. Oysa dilenmek ve Allah’tan başkasından istemek kesinlikle yanlış görülür. Biz, verilenleri değerlendirmek ve tam kapasite ile kullanmak üzere görevlendirilmişizdir. Çünkü ‘yapılması ve yapılmaması’ istenenler ancak akıl sahiplerine hitap eder.

Var. Eğer ki, kullanmıyorsan ‘var’sa ne yazar? Yok hükmündedir. Bu ‘köleliğin’ yürüdüğü bir devri anlatır. Özgürlüğü tatmamışların halidir.

Kullanmak nasıl olur?

Akıl, bedeni idare eder. Öyleyse, beden nazik ve esnek olduğu müddetçe idaresi kolaydır. Aklı yormamak taşıyabileceği yükten fazla yük yüklememek esastır. Bedene bağlı ve yaşaması için gerekli besinlerin fazlası, hantal bir yapıya kavuşturacak ve idaresi zorlaşacaktır. İlk dikkat edilmesi gereken husus budur. Kan akışkanlığını hızlandırmak, kan yollarının (damarların) daima açık olmasını sağlamak akıl için önemli bir yardım olacaktır. Kalp civarındaki damarların yağlanmaması ve yolların kalp çıkışından itibaren düz bir yol benzeri olması, çakılların, temizlenmesi, tepeciklerin tıraşlanması gerekecektir.

Bunun yolu, bildirilen emirlere uyulmaktan geçer. Emrin dışında hayat sürenlerin kan yollarının tıkanması ihtimali yüksektir. Burada akıldan bahsedilemez.

Bir de akıl, geldiği yere özlem duyar. Onu, bütüne doğru yukarılamak ve yolunu daima o yöne doğru tutmak, onun işlevlerini yapmak ve doğru yolda sabitlenmek üzere yönünü çevirmek belki de ilk yapılması gerekenler içinde olacaktır. Bu durumdan zevk alacak ve bu yolda kaldığı sürece de ‘geliş yerinin’ yardımı eksik olmayacaktır. Ki, geldiği yer; Külli akıldır. Ve böylece, akıl, kendi hakikatini idrak edebilir. Ki, akıl ancak bu halden itibaren gerçek akıl olmaya başlar. Bunun dışındakiler, hayal âleminde zanlarıyla ömür tüketirler. Ve aslında bu tipler henüz dünyaya ayak basmamışlardır, dünyada olmayanların ise, akla ihtiyacı yoktur.

Demek ki, aklın, ilim ve irfan ile terbiye edilmiş olması, geleceği kavrayabilmesi için gerekmektedir. Bu akla, kavrayıcı, kapsayıcı akıl da denebilir. Dünyalık akıl ile ancak, yeme-içme-barınma-üreme ameliyeleri gerçekleştirilebilir. Bunların dışındaki dünya ve ölüm ötesi sonsuz hayat hakkında bir fikirleri yoktur zaten onları da ilgilendirmez. Yani, yok! Hükmündeki akıl.

İrfan sahibi, akl-ı küll mertebesinden bakar hayata bu da, nur-u Muhammedi mertebesinin hakkını vermiş ve hem hal olmuş akıl demektir. Dikkatle incelemek gerekirse, bu dünyaya verilmiş ilmin, ana kaynaktan ve o kaynağa tabilerinden gelmiş olduğunu kolayca görürüz. Kime verilmiş olursa olsun, kaynağa tabidirler ve yine dikkatle bakarsak tamamı tevazuu sahibi zatlardır. İlim tahsili adına, nefs kayalıkları inşa etmekle, âlim olunmaz ve bu insanlardan bir şey beklenmez. Kaç yüz yıldır İslam Âleminin içinde bulunduğu durum da budur.

Kısa sürede terk edilmesi gerekenler, bırakılmamacasına sahiplenildiği sürece bu dünyada bize gelişme de olmaz, ilmi gelişme de, huzur da!…

‘Kısa sürede terk edilmesi’ni sağlayanlar ise, ‘kendini sakin ve tarafsız olarak eleştirebilenler, bulunduğu yeri değerlendirebilenlerdir’. Zira bu dünya hayatı bir daha ele geçmeyecektir. Akıllı insan, daha ziyade yarınını düşünen kimsedir.

Hz. Mevlana’nın bir beytini şöyle şerh etmiştir Hüseyin Avni Konuk:

“Hekim-i ilahi, işi anladıktan sonra dedi ki; O ulûm-ı zâhiriyye doktorları, bundan, bu cehil hastalığını gidermek için her ne öğretmiş ve kendi bilgileri dairesinde her ne ilaç yapmış iseler, o bu aklı tenvir ve ma’mur etmek olmamıştır; belki büstün harâb etmek olmuştur.”

Bu durumda ya yanlış hekime gidilmiş, ya da hekimin teklifleri yanlış uygulanmıştır.

Beyit, tam da bizim halimizi anlatmaktadır.


28 Haziran 2017 Çarşamba

Bayramlık Yazı ve Kardeşlik!


“Kardeş kavgasının kazananı olmaz!”

Eyvallah.

Cümlede verilen mesaj doğru.

Söz, hayatında eşleştiği vakit değerlidir.

Gerçi, “geriye bakmamaya” çalışanlardanız, lakin test amacıyla bir de geriye dönüp, bu söze göre bir değerlendirme yapmak gerekmez mi?

Kardeşi ile kavgaya tutuşup, başarısızlıktan sonra bu sözü söylemenin, diğerlerini güldürmekten maada bir işe yaramayacağını da görmek lazım.

Irak, Libya, Mısır, Yemen, Suriye…

Ne kavgalar, ne provokasyonlar, ne lüzumsuz girişimler. Hatırlıyoruz.

Onlar, kardeş kavgası değil miydi? Diye sormak bile boşa.

Hala, yapılan hataların düzeltilmesiyle meşgulüz.

Liyakatsiz, başarısız, becerisiz kişilerle buraya kadarmış.

***

BOP, emperyalist bir işgal hareketidir.

Bu hareketin bir uygulayıcısı olmak, hangi kardeşliğin gereğidir?

Peki, bırakalım dışarıyı içeride, son İki Yüz Yıldır yekvücut olması için çalışılan bir milleti 36 etnik kökeniyle anlatmak hangi kardeşliği anlatır? Parçalamak kolaydır, iş ki bütünleştirmek, beraberliği sağlamaktır, kaldı ki, hala etnik kökenler durmaksızın hatırlatılmaktadır. Ezbere alınan ve pişmanlık ifade eden lakırdılar anlamsız beyanlar ötesine geçemez.

Böyle zamanlarda susmak en iyisidir, en yiğitçesidir.

***

Millilik söylemlerine sığınmak, geçmişin yağma-talan politikalarını unutturabilir mi? Bir yerlerde gözü olmak, bir yerlere göz kırpmak, bir yerlerin menfaatlerini göz ardı etmek olur. İyilikler, kötülüğe bulaşmadan mümkündür, çirkine aldırmadan değil. O halde ne yapsanız geçmişi unutturmak zor, hatta mümkün değil. Peki, bir yolu yok mu? Olmaz olur mu, var tabi. Nasıl olacak? Buna kafa yormalı.

Ortadoğu politikalarında gözle görülür bir değişim var. PKK ve FETÖ mücadeleleri akıllıca yürütülüyor. Bunlara desteğimiz tamdır. Ekonomi politikaları sorunlu. Dış politikalar sorunlu. Mesela Başbakan çıkıp ‘faizleri düşürmezseniz gereğini yaparız’ gibi bir cümle söyleyebiliyorsa, sorun var demektir. Demek ki, yapılması gerekenin gereği yapılmıyor demektir. Yine Başbakan, ‘sanayi tesisi mi, zeytin mi’ sorusunu soruyor ve yandaş troller haricinde herkes ‘zeytin’ cevabını veriyorsa, derin ama çok derin bir problemle karşı karşıyayız demektir. Burada, millilik yok demektir ki, millilik kavramını dar anlamında, yalnızca ülke-millet çıkarlarının gözetilmesi anlamında alıyoruz. Bu bile yok maalesef!

***

Küresel devlerin son yıllarda buldukları müthiş savaş taktiği; savaş alanına kendi askerini sokmadan, tarafları birbirlerine kırdırmak olarak anlatılabilir. Kıran ve kırılan, ölen ve öldüren aynı kişi! Ancak şapka çıkartılır.

Bakınız, ABD Başkanı Suudi Arabistan ziyaretinde ‘kılıç dansı’ yapıyor. Hemen ertesinde Katar’a uygulanacak politikalar devreye sokularak, 12 Arap ülkesi Katar düşmanlığını açıklıyor. Katar, ABD’den 12 Milyar Dolarlık alım yapıyor. Hemen, ABD-Katar ortak tatbikat yapmaya karar veriyorlar. Düşmanlık ve dostluk iç içe! Düşmanlığın ve dostluğun sınırları nasıl belirleniyor? Kimine göre menfaat birlikteliği, kimine göre Türk düşmanlığı…

Ortadoğu bölgesinde çıkartılan karmaşanın, düzenlenmesi ve provokasyonların etkili hale getirilmesi için ellerinde bir güçlü basın kuruluşunun olması gerekirdi. Bunu El-Cezire ile sağladılar. Tıpkı Ergenekon-Balyoz kumpaslarında ‘Taraf Gazetesi’nin üstlendiği görev gibi. Mesela Suriye devleti ve Başkanına karşı oluşturulan muhalefet! Güçlerinin ve Mısır ihtilali sırasında Müslüman kardeşler teşkilatının yaptıkları açıklamaların hemen tamamı Cezire televizyonu aracılığı ile yapılmıştır. Yalan haberlerin tamamı bu televizyon kanalından pompalanmıştır. Televizyon, doğrudan ABD istihbarat güçlerinin emrine girmiştir. Gerçekte bu TV’nin bir operasyon aracı olduğunu bilmeyen yoktur.

Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn ve Mısır’ın diplomatik kriz yaşadıkları Katar’a 13 maddelik bir talep listesi yolladılar. Bu listede bizi ilgilendiren bir madde var; “Türkiye’nin Katar’daki askeri varlığını derhal iptal et. Katar toprağında Türkiye ile işbirliğini bitir!”. Bizim politikamız bu maddenin, başka ülkelerin içişlerine karışılmaması gerektiği üzerine kurulu. Ve bu deklarasyonu yayınlayan ülkelerin Katar’ın içişlerine karıştığı tezi öne sürülüyor. Doğrudur. Lakin şunu bilmeliyiz ki, hem talep listesini yayınlayan ülkelerin, hem de muhatap ülkenin zaten, bağımsız bir iç-dış politikaları yoktur. Efendilerinden nasıl emir almışlarsa bunu uygularlar.

Talep listesinde bir madde daha var; “Al Jazeera'yi ve bağlantılı istasyonlarını kapat.” Bu maddeye karşılık C.B. ağzından (zaten tüm politikalar CB tarafından yürütülmektedir. Başbakan veya bakanlar manken görevini görüyorlar). “Şimdi ben dünyadaki özellikle basın örgütlerine de sesleniyorum; siz  neyi bekliyorsunuz, ne güne duruyorsunuz? Şu anda basın özgürlüğü elinden alınan  uluslararası bir medya kuruluşunun bir defa faaliyeti engellenmek isteniyor. Buna  karşı ne güne duruyorsunuz? Sesinizin çıkması lazım. Sesleri çıkmıyor.” İşte burası yanlış gibi duruyor. İstihbarat örgütünün aracı halindeki bu kuruluşun kapatılması, etkinliğinin azaltılması bizim neyimize? Burada basın özgürlüğünden filan bahis olamaz. Tıpkı, Taraf Gazetesinin kapatılmasında basın özgürlüğü aranamayacağı gibi!.

***

Bayramlık yazı planlamıştık. Kalem bizi nerelere getirdi! Demek ki, henüz bayram hak edilmemiş!

Yine de Bayramınız Kutlu Olsun.


26 Haziran 2017 Pazartesi

Bir Dosta Arzdır

Ramazan Ayı boyunca iftar saatinde sohbetler yapan bir Profesör Hoca Efendi’ye açık mektuptur;

Sayın Hocam,

1. Ramazan sohbetlerinizde Maun Sure’sini anlatırken, “Orada bahsedilen namazlar cahiliyye müşriklerinin namazlarıdır.” Demiştiniz.

Soru: Kur’an’ı Kerim an itibariyle canlı değil midir? An itibariyle o sure geçerli değil midir? Cahiliye müşrikleri an itibariyle mevcut değiller midir?

2. Bir sohbetinizde, ‘Ubudiyet’ kavramını izah ederken, çok sathi kaldınız. Ya anlatmaktan çekindiğiniz için ya da bilginiz o kadardı. ‘HAK’ ismini dikkate alarak bu kavram üzerinde daha derinlikli çalışmalısınız.

3. Cehennem bahsini anlatırken, ilginç olarak, büyük azap içinde olanların, “azap içindeyken ne yapacaklarını bilemeyecekleri” mealinde bir söz ettiniz. Sanırım sizin yorumunuzdu bu. Oysa Sure-i Yasin’de cennettekilerin (tabi ki bazılarının) “meyvelerle meşgul olacakları!” (Yasin/57) bildirilmiştir. Yüksek azap içinde olanlar ise ne yaparlar? Olsa olsa Allah derler. Allah demek, Allah ile birlikte olmak meyvelerle meşgul! Olmaktan iyidir herhalde!. Konu üzerinde daha ayrıntılı çalışmanız önerilir.

4. Kadın ve başörtüsü hakkında bir videonuzu izledim. Konu hakkında yalnızca ‘kelime manaları’ kadar bilgi sahibi olduğunuz anlaşılıyor. Kur’an’ın bahsettiği ‘kadın’ ve ‘örtünme’ hakkında biraz daha çalışmalısınız. Mesela, ‘ER’lik makamındaki Hacı Bektaş Veli Hazretleri ve gizlilik makamında (örtünenler) bulunanlar üzerinde biraz daha gayret gerekir. Kendini açıklayan H.Bektaş’ın hayatı ile yine kendini açıklamak zorunda kalan Hallac-ı Mansur hayatı hakkında karşılaştırmalı çalışma gerek diye düşünürüz. Ki, ‘örtünme’ konusunda derinlik kazanasınız.

5. “Kur’an” Zat’tır. Unutmayasınız. Lakin Kur’an’ı Kerim’de sıfatlardan da bolca konular bulunur. Sizin anlatımlarınız tamamen sıfatlar üzerine olduğu için, bazen çok sıkıcı oluyorsunuz. Tekrar iyidir, hep tekrar bıkkınlık getirir.

6. Haşr Suresine (son ayetleri) kısaca değindiniz. Bu çok iyi oldu. Eksik olmasına rağmen.

7. Tabi ki yaşadığımız toplum ve gelişen siyasi olaylardan kendimizi sıyıramıyoruz. Haklısınız, bu konulara da zaman zaman temas edilir. Özellikle Ortadoğu’daki Müslüman ülkelerdeki gelişen çirkin olaylar hepimizi üzmektedir. Cahil bırakılmış Müslümanların ne yapacağını bilememesi ve zengin dev küreselci ülkelerin politikalarına alet olmaları sebebiyle başımıza gelen üzücü olaylar hakkındaki kelamlarınız, belki de yayın yaptığınız kanalın sahibinin siyasi tercihine saygılı davranmaktan bazı olumsuz yerli gelişmeleri söyleyemediniz. İşte bu size yakışmadı. Nerede olursanız olun doğruyu söylemek gerekmez miydi? Özellikle Suriye’deki olumsuz gelişmelerde Türkiye yöneticilerinin hiç mi katkısı olmadı? Ve özellikle BOP eş-başkanlığı gibi yabancı ellerin politikaları yürütülmedi mi?

Ümit ederim ki sizi kırmamışızdır.

Saygılarımla.

Mahmut EMİN


10 Haziran 2017 Cumartesi

“Kardeş kavgasının kazananı olmaz!”


Eyvallah.

Cümlede verilen mesaj doğru.

Söz, hayatında eşleştiği vakit değerlidir.

Bir de geriye dönüp, bu söze göre bir değerlendirme yapmak gerekmez mi?

Kardeşi ile kavgaya tutuşup, başarısızlıktan sonra bu sözü söylemenin, diğerlerini güldürmekten maada bir işe yaramayacağını da görmek lazım.

Irak, Libya, Mısır, Yemen…

Ne kavgalar, ne provokasyonlar, ne lüzumsuz girişimler. Hatırlıyoruz.

Onlar, kardeş kavgası değil miydi? Diye sormak bile boşa.

Hala, yapılan hataların düzeltilmesiyle meşgulüz.

Liyakatsiz, başarısız, becerisiz kişilerle buraya kadarmış.

***

BOP, emperyalist bir işgal hareketidir.

Bu hareketin bir uygulayıcısı olmak, hangi kardeşliğin gereğidir?

Peki, bırakalım dışarıyı, içeride son İki Yüz Yıldır yekvücut olması için çalışılan bir milleti 36 etnik kökeniyle anlatmak hangi kardeşliği anlatır? Parçalamak kolaydır, iş ki bütünleştirmek, beraberliği sağlamaktır. Ezbere alınan ve pişmanlık ifade eden lakırdılar anlamsız beyanlar ötesine geçemez.

Böyle zamanlarda susmak en iyisidir, en yiğitçesidir.


4 Haziran 2017 Pazar

Zorunlu Eğitim


Milli Eğitim Bakanı demiş; 'Türkiye'deki zorunlu eğitimi 13 yıla çıkaracağız”

Demek ki,( 4 + 4 + 4) sistemi yanlışmış. Ve zorunlu eğitimi 12 yıla çıkaranların amacı, din eğitimini engellemek için değilmiş. Yaptığınızın yanlışlığını Binlerce kez tekrar ettiler, duymadınız. Sonunda kendiniz de bu aşamaya geldiniz. Dindar ve kindar gençlik yetiştirmek şiarından da hemen vaz geçin. Bilmiyorsanız, danışın.

Eğitimi azaltmak değil, bilakis ömür boyuna çıkartmak gerek.

Ha,

Sizden birileri söylemişti;

Eğitim seviyesi yükseldikçe bize oy vermiyorlar.

Amacınız ve prensibiniz oy toplamak olunca, halkın cahilleşmesi, ilimden geri kalması sizin neyinize!.

Alınan bir karar yanlış olabilir. Yanlışlık uygulama sonunda anlaşılır.

Anlaşıldığı anda da yanlıştan dönmek ve hata yaptığını deklare etmek üstün bir özelliktir.

Alınan bu kararı böylesi bir anlamda okuyorum. Hatalarından dönenler, tehlikeli yollara sapmazlar bir daha.

Haydi hayırlısı…


2 Haziran 2017 Cuma

Yarım Kalan Yazılar…


Başbakan Binali Yıldırım, "Lozan'ı ortaya koyup Lozan üzerinden siyaset yapmak Sayın Kılıçdaroğlu'na bir şey kazandırmaz. O defterler açılınca üzüleceği çok şeyler göreceksiniz. Fevkalade ayrıştırıcı bir dil kullandı" dedi. (gazeteler)
Kılıçdaroğlu’nun üzülüp üzülmemesi benim umurumda değil. Lozan Defteri’ni açalım ve gerçekleri öğrenelim. Kimin üzülüp, üzülmeyeceği gerçekten umurumda değil. Eğer, Başbakan olarak bir söz söylemişseniz, bunun ilmi ve sosyolojik sorumluluğunu da kabul etmişsiniz demektir. Haydi, bakalım neymiş bu Kılıçdaroğlu’nun üzüleceği konular. Çok mühim bir iddiada bunup, gerisini getirmemek bizim siyaset meydanlarında görebileceğimiz cinsten bir şey, ne demek ‘Lozan konusu tartışılırsa, gerçekler üzücü olur’ ne demek? Böyleyse, aylar geçti hala neden doğruları önümüze getirmiyorsunuz? Yakışır mı size?

***

İçinde bulunduğun toplumun kabulleri, algıları ve ilmi seviyesini dikkate alırsak, yeni olan bir konuyu anlatmak çok zordur. Hele de yarım-yamalak anladığın bir konu ise. Anlatma zorluğunun, anlayamamanın ardında, vehimler, zanlar, kuruntular, iddialar, ben bilirimler, haydi oradanlar, tarihçilerin yazdığı, fıkracıların anlattığı öyküler, ilim diye yutturulan herzeler.. Vardır.

Denemek kolay. Tarihte de binlerce hikâyesi vardır.

Tebliğin yapıldığı sırada anlatan yenilmiş görünse de, çok kısa bir süre sonra gerçekler anlaşıldığında, bazıları dizlerini döver. –Biz ne yaptık? Diye.

Kazanan ümidini yitirmemişti çünkü dayandığı dağ yıkılacak gibi değildi. Diğerlerinin dayanakları ise, üfürükten…

Hem öyle demezler mi?

‘Gerçeklerin bir gün su yüzüne çıkma gibi adetleri vardır.’

“Mahzun olmazlar” (Bakara/38, Maide/69, En’am/48…) Çünkü imanları dağ kavîliğinde, bilgileri ilahi kaynaklı.

***

Çok basit;

1. İlk, orta ve lise öğrenimini ilinde, kasabasında görmüştür.

2. Bu eğitimini görürken, ‘bazıları’ birilerinin dikkatini çekerek bir eve, bir yurda belki bir otele kabul edilmiş olabilir.

3. Diyelim ki, bazıları da yaz tatillerinde dış ülkelerdeki gençlik kamplarına katılmış ve hatta gidiş-dönüş imkanları da bedavaya getirilmiştir.

4. Bazı aileler, lise döneminde çok başarılı olan çocuklarını özel kurslara göndererek, büyük harcama yapmalarına rağmen, nasıl oluyorsa mesela Bitlis’in, Muş’un en küçük kasabasındaki en sıradan talebeyi bile geçemez ve onlar dört işlemi bile yapamazlarken en önemli okullara yerleştirilirler.

5. Onunla da kalmaz.. bir süre sonra; sen sıkıntılar içinde debelenirken, bir de bakmışsın o çocuk, büyük bir burs bulur. Kıskanmıyorum. Hayret içindeyim. Bununla da kalmıyor tabi;

6. Okulun yarısına varılmışken devlette ‘talebeye göre çok iyi bir maaşla’ işe başlarlar. Bu arada bedava evler ve burslar devam eder.

7. Sıra geldi mezuniyete;

Çok güvendiğimiz çocuğumuz iki dersten çakar. O beyefendi dereceye yakın bitirir ve hemen bir Büyükelçilik de danışman olarak çalışmaya başlar. Maaşını sormayın ayıp olur!

8. İşe girdikten sonra rehabilitasyon ayaklarıyla 9 yıldızlı bir otelde kampa alınırlar. Genellikle yurt dışında.

9. Eğitim sonunda, mesela İngiltere, ABD gibi bir ülkeye vatandaş olacak düzeye getirilirler.

10. Boğazda, villada oturuyordur.

11. Bizim çocuk hala mezun olmak için çırpınıyor.

Diğeri ise, İngiltere gibi ABD gibi ülkelerin büyük şirketlerinde küresel politikalar yöneticiliği yapmaya başlamıştır.

12. bu arada sizin çocuğunuz mezun olalı Bir yılı geçmiştir. İş yok. Aş yok.. sıkıntı devam.


Çok kolayla başlamıştık ya lafa:

Gerçekten çok kolay.

Bir kere bile yurt dışına çıkmışlara devlet kademelerinde iş ve yetki vermeyeceksiniz… bu kadar kolay!!

***

Ayrık otlarını temizlemeden, dikenli nebatatı uzaklaştırmadan, taşları ayıklamadan; sürdüğün, ektiğin, emekler harcadığın tarladan ne beklersin? Boşa giden çalışmalar, boşa tüketilen ömür olur.

Gelir hasat zamanı, kervandakiler güle oynaya yol alırken, oturup ağlamak kalır halimize. Seneye, seneye demek sıramız da yok artık. Gün bugünse, yapılması gerekeni yapmak, aklın, ilmin, ulu vasiyetlerin belirttiği sıradan giderek, tarlayı ekime hazırlamak ve sonunda bereketli hasat zamanına kavuşmak.

İstenen de budur…

Haydi Bismillah…

***

Savaşarak problem çözmeye çalışmak, sulh içinde yaşamaya çalışmaktan daha kolaydır.

Öfkesine yenilen kumandan, cephe gerisinden verdiği emirleri askerlerine duyuramaz.

Silahlı asker daima makul emirlere açar kulaklarını.

Ölümü emredebilmek için, ölümü tanımak ve hatta ölmek en başta gelenidir.

Ölmeyi becerebilmek, nasip işidir. Nasibin yoksa beyhude ölüme koşmak boşuna yorucudur.

Her ölüm, yeni bir başlangıçtır oysa. Yenilik, zor alışılacak bir tarz değil, arzulanan hayat seyridir.

***

Osmanlı, devşirdiği gençleri eğitip devletin en üst makamlarına kadar taşıyordu.

Bugünün emperyal devletleri, devşirdiklerini eğitip kendi ülkelerinde devletin yetkili makamlarına taşıyorlar.

Benzerlik var mı? Bilmiyorum.

Osmanlı devşirmeleri Osmanlı ülkesi için çalışıyorlardı. Elbette içlerinde, yanlış yola sapanlar çıkmıştı.

Ya, devşirilip kendi ülkesinde devlet makamlarına taşınanlar, onlar hiç mi hata yapmıyorlar?

Peki, onlarcasının yaptığı hatalar görülmesine rağmen, niçin görevlerine devam edebiliyorlar? Nasıl oluyor bu durum?

Geliniz, Almanya ve Hollanda krizlerinin ardındaki yapılan hatalarda, böylesi devşirilenleri düşünelim.

Kriz kolaylıkla çıkmaz. Bütün devlet adamları, krizlerden kaçarlar. Metanetle, iyi niyetle, dirayetle, liyakatle ve itidalle problemlerin çözümü için çaba harcarlar.

Peki, biz de böyle mi?

Yoksa yangına körükle mi gidiliyor?

***

Evet, böylece başlanılmış fakat devamı getirilmemiş yazılar bunlar.

Tembellik işlemiş içimize. Çalışmak zor geliyor. Kim bilir belki de, bir fayda temin etmediği anlaşıldığı içindir!..


30 Mayıs 2017 Salı

Karmakarışık


“Siyaset bilmeyen!” birileri, “C.B.’nin ABD’ye gitmemesi” gerektiğini söylediği zaman, kıyamet kopa yazdı. Söylenmedik laf bırakmadılar. En hafifi cehalet suçlamasıydı. Gerçi sonunda siyaseti kimin bilmediği ortaya çıktı lakin medyanın bir yanına bakınca öyle değil, büyük bir zaferden dönülmüş zannedersiniz. Bu ne banallik!.


Sonrası, başa dönüş.

Yapılan konuşmalar, geçmişin hatalarını örtme, yapılanları unutturma, hataları başkalarına yükleme faaliyetiydi.

Mesela, ‘yeni atılım süreci’ ne demektir? Tamamen önceden yapılanları eleştiri…

Başa dönüş olunca, eskiden yapılan hataların tekerrürü de kaderimiz olmalı. Nasıl ayağı kaymışsa evvelden, yeniden kaymayacağını söylemek iyi niyetlilik olur.

Zaten kimi cümleler, tekrara düşüleceğinin de göstergesiydi.

Üzerinden hafta bile geçmeden, kendi ağzından tam tersi cümlelerin deklaresi gösteriyor bunu.

‘Nokta olmaz’, ‘AB’siz olmaz’, ‘Stratejik ortaklık’, ‘Kadim dostluk’… Gibi laflar gösteriyor.

Yani, “ne derseniz o”. Manasından başka ne anlamalıyız?

Mesela şu ‘dostumuzu artırmak’ cümleciği. Neyi anlatır? Vaktiyle azaltılan dostlukları değil mi? Peki son Bir yılda hangi artırımı yapabildiniz dostluk artırımında? Hiç!.

Bunlara rağmen, sunum mükemmeldi. Renkli devrimlerin ihmale gelmez yaygarası kusursuz yerleştirilmiş, çığırtkanlar görevlerini eksiksiz yerine getirmişti. Göz boyamak için yapılan her şey olması gereken yeterlikteydi. Televizyon canlı yayınlarına yerleştirilenler görevlerini hakkıyla yaptılar. Her üç cümlenin içine ustaca oturtulan, “kurucu genel başkanımız” sözü, sanki yaklaşık üç yıldır siyasetten uzaklaştırılmış bir mağdurun hayat hikâyesi gibiydi. Tıpkı, ‘şiir söylediği’ için hapsedilen bir mağdurun öyküsünün tekrarı gibi…

Anayasa, kanunlar, teamüller bir yana, kurucu genel başkanın talepleri bir yana. Her şey ona feda olsun.

Bir saat Kırk altı dakikalık konuşmada ne söylendi, Seçim meydanlarında söylenenleri tekrardan başka, ne umut verildi, ne vaat edildi? Klasik siyasetçinin yaptıklarını anlatmaktan maada neler söylendi? Hani, çılgın projeler nerede, ecdattan miras büyük hayaller nerede.. Yok. Geleceği umutla kırbaçlamalar yoktu. Yorulmuş, neredeyse bitmiş bir ‘kurucu genel başkan’. Zaman zaman yükseltilen ses ile kalabalığın sloganlarına karışan kırılmış heyecanları kabartama arayışı, sessizce uzaktan izleyenleri sanki güldürüyordu.

Terör örgütleri aleyhinde söylenen sözler de muhalefeti güldürdü. Hem yap, hem suçu muhalefete at. Bu cinliktir?

Cezaevindeki HDP eş-başkanı Demirtaş’ın, kongrelerine gönderdiği mesajda, ‘ortak vatan’dan bahsetmesi, konfederal bir yapıyı anlatıyordu. Klasik AKP rabiasındaki (parti tüzüğüne de kaydedilen) ‘tek vatan, tek devlet, tek bayrak’ söylemi ne anlatıyor acaba? Aralarındaki fark nedir? Bilemiyoruz.

Bekleyip göreceğiz.

Dualarımız, devletimizi yönetenlerin, basiretinin açık olması, hatalara, kandırılmaya kapalı olması yönündedir.


21 Mayıs 2017 Pazar

Ne karizmaymış baba…


Cevaplayamadığım bir sorudur.

Liderler mi karizmatik, yoksa biz mi öyle algılıyor ve öyle yaftalıyoruz?

Biraz da medyanın dayatması ile parlatmak istedikleri kişilere (lider) ‘karizmatik’ sıfatını allayıp-pulluyorlar, binlerce defa okuyoruz, dinliyoruz. Sonra da elbette ‘karizmatik’ olduğuna inanıyor ve bizde tekrar etmeye başlıyoruz.

Kimse karizmatik filan olamaz. Bize yutturuyorlar sadece.

Tayyip Bey karizmatik mi mesela?

Bağırmak, sinirlendiğini göstermek, güya lafını esirgememek, hakarete hakaretle cevap vermek gerektiğinde küfür etmek, sonra da “aldığım edep gereği söylemem, hakaret etmem” diyerek, kendini sıyırmak. Kişiyi karizmatik yapıyorsa karizmatik diyebiliriz.

Yalanla, iftirayla gerçekleri saklamaya çalışmak karizmatik bir kişinin vasfı olabilir mi?

İlme, akla aykırı işler yapmaya çalışmakla karizmanın ne gibi bir ilgisi olabilir?

“Dil” diyor, dil demedim. Din dedim. Diye inat ediyor. Karizmatik olduğu için alkışlıyoruz.

“BOP eş başkanıyım” diyor, ne dediğini anlamadan alkışlıyoruz.

“Libya’da NATO’nun ne işi var” diyor, iki gün sonra küresel çetelerle birlikte kendisi de Libya’ya giriyor, destekliyoruz.

Daha dün çocuklarını okutacak parası olmadığından, arkadaşının bursu ile Amerika’ya gönderiyor çocukları, bugün “gemicik”ler sahibi, şirketler sahibi oluyorlar, hiç üzerinde durmuyoruz.

Galiba tüm bunlar karizmadan kaynaklanıyor.

Propagandanın gücü.

Yarın partisi dağılacak, bölünecek.

Bakalım, karizması toplu halde tutmayı başarabilecek mi?

Ne karizmaymış baba…

Mayıs/2013



17 Mayıs 2017 Çarşamba

Politikacı – Devlet Adamı


‘Politikacı refleksiyle’ hareket eden kişilere değil, ‘Devlet Adamı’ ciddiyetiyle karar veren yüksek ruhlara ihtiyaç var. Devlet adamı, Allah adamıdır. Politikacı refleksli kişi şahsının, nefsinin, hissiyatının, vehimlerinin adamıdır. Örneklendirmeye gerek yok, her gün onlarcasını bilfiil yaşayarak görüyoruz, öğreniyoruz.

Korkularına hapsolmuş, geleceğinin esiri halinde hayatını idame ettiren bahtsızların, hele bir de toplumu idareye yeltenmeleri yok mu? Felaketler bunun üstüne bina edilir.

Felaketin örülmesi, politikacının toplu iletişim araç-gereçlerini ele geçirme hevesiyle başlatılır. Bu isteğin ardında, ‘toplum’u istediği gibi evirip, çevirip, istediği potada eritme emeli yatar. Şimdilerde, ‘toplum mühendisliği’ denen ve tamamı yalan ve haram çalışmalardan ibaret olan, heva ve heveslerin, egonun istediği şekillendirme çabalarıdır. Nefsinin yüklediği ve kendine tamamen ‘doğru’ gelen ve inadına ve hırsla yaptığı çalışmalar, toplumun inandırılması ve tâbi kılınması oranında felaket getirir. Bu çalışmalar, bireylerin körleştirilmesi oranında başarı sağlar. Hamurun olgunlaştırılması gibi, toplumun yalanla, yanlışla, belirsiz hedefle, anlamsız ve istikametsiz gelecekle yoğrulmasıdır toplum mühendisliği. Politikacının ise hep yaptığı budur. Bulduğu her fırsatta toplum önünde attığı diskurlar, hayallerini kabul ettirmeye yöneliktir.

Tabi, rakipleri de vardır politikacının. Onları alt etmek, onlardan daha ilerilerde olabilmek adına, ne yapıp edip rakiplerinin açıklarını aramak, özellikle bir gözünü onların yatak odalarından ayırmamak etkili bir yöntemdir. Örneklerini de gördük yakın geçmişte. Rakibin hatalarını yakalayıp fırsat bulunca da kamuoyuna açıklamak, ne o bilgileri toplayan zavallılara ne de emri verenlere asla şeref kazandırmaz. Zamanı gelince yaptıkları yanlışlar yüzlerine vurulunca utançtan toplum içine çıkamaz hal alırlar, elbette eğer utanma duygusu kalmışsa.

‘Politikacı’, merdivenleri çıkabilmek için ardında destekleyenlerinin bulunmasını arzu eder. Genellikle bu destek için, yabancı ülkelerin düşünürleri, sivil toplum örgütleri, üniversiteleri, devletin üst kademelerinde görevler yapmış ve hala etkili olan beyinleri, parasal kuvveti yerinde olan küresel devleri etrafına toplamaya çalışır. Yurt içi çalışmalardan evvel dışarılarda destekler aramaya koyulur. Ne var ki, bu faaliyetleri büyük bir gizlilik içinde yapar. Çünkü içeride duyulması halinde, milletin bu çalışmaları kabul etmeyeceğini bilir ve sıklıkla, millilikten bahseder. Böylece, yalnızca kendi başına ve halk içinden destekleriyle yolu çıktığını, yine yalanlarla topluma açıklamaya ve kabul ettirmeye çalışır.

Yazık ki, bu çalışmaları yapmayan, yapamayan politikacının, halk nezdinde başarılı olduğu söylenemez. Maddi gücü sınırlıdır. Basın-yayın organlarında kendine yer bulamaz. Üstelik küreselleşmiş hegomanlar, aleyhlerinde kuvvetli kampanyalar geliştirirler. Bu faaliyetlerin onlar tarafından yapıldığı da asla bilinmez. Kalemşorları, düdükleri onları gizleyerek vazifelerini gerçekten çok iyi yaparlar, zira bu konuda iyi yetiştirilmişlerdir.

Küresel emperyalist siyaseti en iyi uygulayan ülke İngiltere’dir. ABD’yi kullanarak, dünyanın hemen her köşesindeki olaylarda parmağı vardır. bugüne kadar hep geri planda kalır, ülkelerinde açmış oldukları kendilerine taraftar yetiştirmenin çabasında olurlar. Yetişen destekçilerini ise ülkelerinde en önemli görevlere getirmek, desteklemek politikalarının başlıcasıdır. Son günlerde bu siyasette bazı değişimler gözleniyor. İngiliz Başbakanı, Ortadoğu-ABD-Türkiye üçgeninde turlar yapıyor. Üst düzey görüşmeler tertipleniyor.. ne görüşmelerden haberimiz var, ne içeriğinden. Dikkatle bakanlar basında karartılmış üç-beş satırdan başka haber-yorum da bulamıyorlar. Neler oluyor? Üzerinde durulan konu Ortadoğu olunca, doymak bilmez çeteler bir bir su yüzüne mi çıkıyorlar? Mesela, çıkıp televizyon ekranından Atatürk aleyhine ağıza alınmayacak laflar edilmesi ile İngiltere’nin bir ilgisi var mıdır? Siyasette en önemli viraj, ancak ‘senin istediklerinin’ konuşulmasıdır. Böyle olmadı mı? Referandum tartışmaları, Suriye konuları, Rakka ve benzeri noktalara yapılacak askeri müdahalelerin dillendirilmesi, hükumetteki revizyon beklentileri ve özellikle İngiliz Başbakanın Ortadoğu-ABD ve Türkiye ziyaretleri ve görüşmeleri…. Bakın hiç birisi konuşuluyor mu? tek konumuz o densizler.

işte size ucuz siyaset ve siyasetçinin yaptıkları.

Bize, nefsi kazanç peşinde koşan politikacılar değil, Allah adamı olan devlet adamları lazımdır. O halde eğitimimizi, ekonomimizi, siyasetimizi, dış ilişkilerimizi, askerimizi, polisimizi… kısaca kendimizi; buna göre düzenlemeliyiz.

Havuç peşinde koşarak, günü kurtarmak bize göre değil.


Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...