Ali Rıza Bozkurt ismini bir
yere not ediniz; biz devam edelim.
Şu günlerde, iktidar önde
gelenlerinin gözlerine dikkatle bakıyor musunuz, iktidar destekçisi yandaş
kalemlerin köşelerindeki yazılarının satır aralarındaki beyinlerinin gizli
noktalarından gelen, ifşa ettikleri ve kendilerinin bile farkına varmadan
kalemlerinden, ağızlarından çıkan sırları çözebiliyor musunuz?
Büyük bir devletin
idaresindeyseniz, dünyanın neresinde bir olay oluyor veya olacaksa, neresinde
bir devlet idarecisi seçilecekse büyük devlet olmanın verdiği sorumlulukla ve
bu sorumluluktan doğan yetkiyle oralara etki yapmak ve olacakların istediğiniz
gibi olmasını düzenlemeye çalışmak büyük devlet olmanın gereklerindendir.
ABD’nin de Türkiye’de olacak hadiseler üzerinde etkili olmayı istemesi de kendi
açılarından doğru, herhangi bir devletin böyle bir düşüncede mümkün olmayacağı gibi
bir inanç da olmak yanlıştır (bir anlamda emperyalizm).
Elbette, ne gibi bir gücü, ne gibi bir imkânı varsa kendine yakın kişileri
idarenin başına getirmeye çalışacaktır. Bu kaçınılmazdır. Önemli olan biz ne
kadar büyük devletin isteklerine evet diyeceğiz, ne kadar onların taleplerini
yerine getirmeye çalışacağız. Bir yerde ‘dur’ diyebilecek miyiz? Sorun budur.
Büyük devlet planladığı
işin içine bizzat girmez. İşin yapılacağı ülkelerde devşirdiği ve kendine
bağlılığından asla şüphe duymadığı kişiler aracılığı ile işe girer ve bugüne
kadar gördüğümüz ve bildiğimiz gibi çoğunlukla da başarılı olur. Önümüzdeki
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de belki başarılı olacaktır kim bilir?
Komplo yazarı (Ergenekon
sanığı) Erol Mütercimler’in, 8 Nisan tarihli yazısının başlığı
şu: “12. Cumhurbaşkanımızı
Yalnızca Obama Biliyor”.
Yazımızın girişinde ismini
verdiğimiz Ali Rıza Bozkurt’un biyografisi bugünlerde yeniden gündemde. Şöyle
yazıyorlar: Alevi köyünde 1942 de doğmuş (Alevi oluşunun vurgulanması
önemli), İTÜ Mühendislik Fakültesini bitirmiş, mühendislik
yapıyorken birden bir rüya görür ve “1981 yılında kızlarının tahsili için Amerika’ya”
yerleşir (gariptir, bu da kızları için ABD’ye gidiyor, bu bilgide önemli,
başörtülü olduğu içinde gidenleri biliyoruz). “Amerikan vatandaşlığına geçer” ne
hikmetse kapılar çabucak bir bir açılır ve “para, şöhret, iş” Amerikan Rüyası’nın
gerçekleştirilmesi üzere peş peşe gelir. Burada ‘Amerikan Rüyası’ tanımı
da önemlidir, not edilecek derecede. Kısa bir süre sonra merdiven basamaklarını
ikişer-beşer atlayarak, iş ve siyaset âleminin bir numaralı ismi oluverir!
Amerikan vatandaşlığı bütün kapıları açmıştır. Ortadoğu’da büyük yatırımlara
girişir, açılan her ihalede neredeyse o vardır, “inşaattan madene, petrolden ticarete” hep
onundur. Kuveyt, ırak, Katar, Suudi Arabistan (20 den fazla ülke).. Yapılan
büyük işlerin hepsi onundur! Yürü denmiş bir kere!. ABD vatandaşlığına geçerken
edilen yeminde,
“ABD’ye bağlılık ve sadakat göstereceğime ve kanunun gerektirdiği durumda,
sivil yönetim altında ulusal önemi olan işlerde çalışacağıma…” cümlelerinin
de bulunduğunu not etmekte fayda var. Ve A. Rıza Bozkurt ABD başkanlarına
danışmanlık yaparken, Türkiye – ABD ilişkilerinde de Türkiye tarafına lobi
faaliyetlerine de katılmaktadır, ettiği yemine göre düşünecek olursak, bu
noktada bingo çekmek hakkımızdır. İşte bu Rıza Bozkurt, Türkiye’de
(Ortadoğu ve Kafkasya devletleri dâhil) oynanan her tür oyunda
başroldedir. Hükumet değişimlerinde, Başbakan tayinlerinde, Cumhurbaşkanı
seçimlerinde, ekonomik yatırım kararlarında hepsinde hepsinde vardır. Kimin
adına? Tabi ki, yemin ederek vatandaşı olduğu ABD adına.
AKP’nin kuruluş serüvenini
incelediği ve açıkistihbarat.com
adresinde yayınladığı yazısında Mustafa Erol ilginç sonuçlara ulaşır. Tayyip
Erdoğan Refah Partisi Beyoğlu İlçe Başkanı iken, ABD’nin Ankara Büyükelçisi
Siyonist Neo-Con Morton Abraowitz tarafından keşfedilir ve “malum medya marifetiyle toplum gündemine
taşınır, ilçe başkanlığından il başkanlığına, oradan Belediye Başkanlığına terfi
ettirilir”. Büyükelçi ile temasları sıklaşır ve “ABD ziyaretleri aralıksız” devam
eder. “15 Ekim 1996 günü Tayyip
Erdoğan’ı Belediye makamında ziyaret eden Abramowitz ‘siz İstanbul’u yönetip
yıldızınızı parlatabildiğinize göre, Türkiye için de çok şey yapabilirsiniz! Diyerek,
‘Tayyip’in bazı şartları kabul etmesi halinde, ABD’nin kendisini Başbakanlığa
hazırlayacağı’ şeklinde manşetler atılmıştır. Yine Büyükelçi’nin ‘Erdoğan’ı
Erbakan’a tercih ederiz’ dediğini Ertuğrul Özkök”
yazmıştır.
Kapı açılmıştır. Rüzgârlar
Erdoğan’dan yana esmektedir. Medya, STK’lar, İş âlemi üzerinde PR çalışmaları
yapılır, bütün amaç Erdoğan’ın pazarlanmasıdır. Siirt şehrinde okuduğu, daima
sebep olarak gösterilen bir dörtlükten dolayı verilen hapis cezası da bu çeşit
çalışmaların bir sonucudur. Artık hedefte yeni bir parti kurulması, seçimlere
gidilmesi ve Erdoğan’ı Başbakanlığa getirmek vardır. İlk çalışılacak alan ise,
düzenleyici, talep edici, organize edici ABD’dir!. “Tayyip Erdoğan’ın AKP’yi kurmadan önce 18 Temmuz 2001’de İsrail
Büyükelçisi David Sultan’la görüşme yaptığı ve ona ‘yeni oluşacak partinin
İsrail ve ABD politikalarına asla ters düşmeyeceği’ yolunda garanti verdiği
konuşulup yazıldı”.
Önemli bir hedef
belirlenmişti Erdoğan için, CIA ajanı, Siyonist Graham Fuller’in ağzından hedef
şöyle veriliyordu: “Türkiye’de
artık Kemalizm’in modasının geçtiğini ve ‘ılımlı İslam’a’ öncülük etmesi
gerektiğini ileri sürmekteydi.” Bu cümlede Kemalizm bir
saptırma olarak ortaya konulmuştu, asıl söylenmek istenen, Atatürk mirasının (bağımsızlığı
düşünün) ve İslamiyet’in saf ve temiz inanç sisteminin Türk
Milletinin gönlünden silinmesi ve Türkiye’nin emperyalist, küreselci çetelerin
önüne konulmasıdır. Erdoğan’ın “gömlek
değiştirme” söyleminin gerçekliği şudur ki, Erbakan’dan
tamamen uzaklaşılarak, ılımlı İslam söyleminin öncüsü, diyalogcu ve Atatürk
düşmanı Fethullah Gülen’in idaresi ve hizmetine girmektir.
Amerika’da mukim Gülen’in
istişare ettiği ve yakın çalıştığı önemli bir isim daha vardır, ikinci bingoya
hazır olun: Ali Rıza Bozkurt. “Mayıs
2000’de ABD’ye giden Erdoğan Gülen’le görüşmüş ve kuracakları partinin genel
politikalarını” istişare etmişlerdir. Erdoğan – Gülen
irtibatını Zaman yazarı Ali Ünal (şimdi inkâr ediyormuş)
kurmuş ve teorilerin yazılması aşamasında Fehmi Koru’da yardımcı olmuştur.
Abant toplantılarında da partinin fikri yapısı tartışmalarla oluşturulmuştur (toplantıya
katılanların kulakları çınlasın, bunlardan birisi de şimdi PKK milletvekili!).
Orta Asya petrollerinin Ak Deniz’e taşınması konusunda, ABD menfaatleri
doğrultusunda çalışan Ali Rıza Bozkurt AKP’ye kayıt yaptırmış ve Erdoğan bu büyük
mason ABD’liyi ayakta alkışlayarak karşılamıştı.
İşte böyle, şimdilerde
Neo-Conlar aleyhinde atıp tutanlar, onların sayesinde Türkiye politikalarının
başına getirilip, 12 yıl boyunca Türk milli değerleri, Türk devlet sistemi,
Türk kültürü, Türk geleceğinin başına bela ettiler. 12 yıl boyunca yaptıkları
işler, çıkarttıkları kanunlar, uyguladıkları ekonomik yatırımların tamamı
Atatürk’ü unutturmak, İslam’ın saf ve temiz inancını zayıflatmak üzerine inşa
edilmiştir. Önemli bir örnek olarak ‘başörtüsü’ meselesi önümüzde duruyor, hala
bütün toplantıların, bütün siyasal konuşmaların ana temalarından birisi
başörtüsüdür.
Ali Rıza Bozkurt,
Fethullah’ın yayın organı Aksiyon’a 16 Mayıs 1998’de verdiği mülakatta, önce yıkama-yağlama
ve övgü cümlelerinden sonra şunları söylemiş: “Biz kızıl komünist Çin’i mi örnek alacağız, yoksa Amerikan modeli
liberalizmi mi? Görünüşte serbest piyasa ekonomisi ve liberalizm yürürlükte ama
özelleştirme yapılmıyor!., girişimciye güvenilmiyor, en önemlisi insan faktörü
unutuluyor! Kamu sektöründeki ekonomik çöküş büyük ölçüde devam ederken kimse
özel sektör dinamizmini inkâr edemez.” Bu lafların
söylenilmesinden yaklaşık 4 yıl sonra Erdoğan iktidar olur ve 10 yıl içinde,
bir tek bile kamunun sahip olduğu fabrika, baraj, kalmaz. Hepsi bir bir
dünyanın küresel çetelerinin eline geçer. Ne politika ama!.
Bu mühendis artığı Ali Rıza
işini gücünü bırakıp, Amerika’da 58 yaşından sonra üniversite eğitimine başlar,
ne eğitimiyse? Sanırım iyi vatandaş olması, verilen emirleri ayniyle
uygulamasını filan öğretmişlerdir! ve sonunda bir anayasa kitabı hazırlar.
Allah bilir ya Erdoğan’ın hazırlattığı ve Amerika’ya giderek Neo-Con’larla
tartıştığı anayasa metni de Bu anayasa kitabından esinlenilmiştir. Yani, her
şey vatandaşı olduğu ülkeye hizmet için, yemini de o yönde değil miydi?
Şimdi sırada Türkiye’ye
yeni bir Cumhurbaşkanı seçmek var. Tabi yeminli danışmanlar boş durmuyorlar.
Ali Rıza Bozkurt’la, Erdoğan’ın tanışıklıklarına dair Talat Atila 20 Kasım 2012
tarihli Güneş Gazetesindeki köşesinde ilginç bir anekdot verir. “Erdoğan’ın İl Başkanlığı yaptığı dönemler,
Ali Rıza Bozkurt gazeteci Ufuk Güldemir’e yalısında randevu verir. Randevu
saatine yakın yalının kapısından Erdoğan’ın girdiğini gören Bozkurt çok
şaşırır. Çünkü o güne kadar hiç tanışmadığı Erdoğan, kendisini ziyarete
gelmiştir. Beklenmeyen misafirini kapıda karşılayan Bozkurt’un kafasında iki
endişe vardır. Erdoğan’ın, Ufuk Güldemir’le arası iyi değildir ve Erdoğan
yalıya neden gelmiştir?” ve uyanık Tayyip Erdoğan
şu sorusuyla işi kurtarır: “Pardon,
burası Erdoğan Demirören’in yaTurgay Güler, lısı değil mi?” der
ve ayrılır. Rahmetli Ufuk Güldemir’in karakterini ve gazeteciliğini
hatırlayanlar, İl Başkanı Erdoğan’ın aniden dönüş yapmasının sebebini pekâlâ
tahmin edebilirler. Biz de yedik, Demirören’in yalısını aradığını, işe bak ki,
Demirören’in yalısı da hemen bitişiktedir. (Bu noktada Demirören’in
Futbol Federasyonu Başkanlığı’nın da sırrı ortaya çıkıyor!)
Menfaatlerinin sıkı
takipçisi Amerika’nın ve Amerikan menfaatlerine çalışanların düzenleyicilik
rolünü yaparken asla tesadüflere yer vermediğini böylece anlamış oluyoruz. Her
şey planlı, programlı yolunda gidiyor.
Cumhurbaşkanı’nın biz
seçeceğiz demiştik. Evet. Lakin iktidar destekçisi çevre rahat durmuyor.
Kafamızı karıştırmaya devam ediyor. Karıştırma işlemini yaparken de, tamamen
kendilerinin geçtiği yolların başkalarına kapalı olduğunu zannederek, kendi
günahlı yıllarının vebalini ödüyorlar, itiraflar gırla, tabi anlayana.
Yandaşlardan birisi Turgay
Güler, el konulmuş ve yandaşlaştırılmış Akşam Gazetesinde 17 Haziran tarihli
yazısında, televizyon konuşmasında eski CHP’li birisinin ifadesinden yola
çıkarak, “Kemal Kılıçdaroğlu ve bazı
gazeteciler, Ankara’da işadamı Ali Rıza Bozkurt’un Altın Köşkü’nde bir araya
geldi” sözünü kalemine dolayarak, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun ABD
tarafından üfürüldüğünü vurgular. Çatı Adayı’nın Mısır doğumlu Türk vatandaşı
olduğunu söyler işleri tamamen kafaları karıştırmaktır, bu kafası karışıkların.
Ne ilgisi varsa? Bunların kafa karışıklığı bununla da sınırlı değildir, kocaman
bir kitap yazmış ismini de “Ruhlar
Kuyusu” koymuş. Evladım, ruh Tek’tir. Sen onu hangi
aklınla çoğul yaptın deyiver bize.
İkinci yandaşımız
Abdurrahman Dilipak, 23 Haziran tarihli yazısında açık ediyor ki, Ali Rıza
Bozkurt’u yakından tanıyor ve özellikle ABD kaynaklı istihbari bilgilerin onun
tarafından kulağına üfürüldüğün anlıyoruz. Bu yüksek mason ve ABD vatandaşı
ajanın “MHP çevresi ile yakın
teması” olduğunu da ileri sürüyor. Bu iddiasını
ispata davet ediyoruz. Sakalına ve her yazısının altına ‘selam ve dua ile’
duasının hatırına ağzımızı bozmuyoruz. Sadece ispata davet ediyoruz. Ancak,
kendisinin de adı geçen masonla ağır ilişkiler içinde olduğu zaten yazısından
belli oluyor. İsterse yazısında, kendisinin R. Bozkurt’la hiçbir ilişkisinin ve
maddi çıkarının olmadığını da yazabilir. Hatta hiçbir istihbarat bilgisini
ondan almadığını da ilave ederse biz seviniriz.
Çantada keklik gördükleri
ve aylar evvelinden Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olacağını propaganda eden
bu zavallı güruh, karşılarına çıkartılan adayın ilmi ağırlığının altında
ezildiler. Etmedikleri hakaret, üretmedikleri iftira kalmadı. Yalnız, her
hakaret ve iftiraları da dönüp kendilerini buldu. Tıpkı Ali Rıza Bozkurt
yalanına sarıldıkları gibi. Ap-açık AKP’li olan bu büyük masonun izlerini
üzerlerinden silmeleri de pek mümkün görünmüyor.
AKP’li tedavisi imkânsız
yandaşlar gibi, CHP’nin de tedaviye olumlu cevap vermeyen bazı yandaşlarınca
karşı çıkılmaktadır İhsanoğlu’na. Gariptir ki, düne kadar küfür yedikleri
AKP’lilerle aynı kulvara düştüler. Bu kafa karışıklığının kimseye yararı
yoktur.
“Eğer R.T. Erdoğan’ın doyumsuz hırsı olmasaydı, Ağustos ayında
kesinlikle Çankaya’da oturuyor olacaktı. Ama o, meclis’in sayısal çoğunluğuna
dayalı ‘despotik tek adamlığını’ bir de halka onaylatmak isteyince işler
karıştı.
İhsanoğlu, CHP’nin de MHP’nin de adayı değil. Artık milletin adayı.
Burada ideolojik yönelimler bir yana bırakılmak zorunda. Hiç kuşkusuz amaç laik
cumhuriyetin yaşatılmasıdır ancak başarılmasının ilk önceliği de Erdoğan’ın
yenilgiye uğraması ve kibrinin kırılmasıdır.
Bu nedenle, Ekmeleddin İhsanoğlu stratejik açıdan doğru adaydır.” (Erol
Mütercimler, 22.06.2014, haberhabere.com)
Evet, rakibinin gözüne,
yandaşlarının da kalemlerine bakınız.
Nasıl da titriyorlar.