İlim adamıymış ve şöyle
yazıyor:
“Bugün Türkler arasında marjinal ve radikal bir kesim hariç Kürtlerin
demokratik, temel haklarını almaları ve kullanabilmeleri noktasında bir tavır
ve tepki yok.” (*)
İlim adamı olduğunu
özellikle vurguladık. Böyle bir cümle ve kanaat belirtme olamaz. Bu cümle
sıradan ve kahve sohbetlerinde edilen avamî bir cümle. İlim adamından beklenen,
söylediği ve yazdığı cümlelerin, ispatlanmış olması ve ispatlanan sonuçların
örneklendirilerek anlatılması.
At ortaya bir varsayım,
ispatını onlar yapsın mantığı ilim adamına yakışmaz. Kimdir bu marjinal
ve radikal kesim? Kimleri kastediyorsun? İspatlanmamış kanaat
cümlelerini yazının bir yerine yerleştirmek ve o fikir üzerinde ısrarla durmak,
‘çamur at izi kalır’ mantığından başka nedir?
Efendilerine hizmet
babında, köpekleşmeye razı olmak deriz biz bu duruma.
Şimdi bir açıklama getirmek
ve bu ilim adamı kılıklı yalancılara bir şeyler söylemek gerek.
Niye bu kadar rahat yalan
söyleyebiliyorlar?
Güya imanları adına.
İnançları adına. Cemaatleri adına. Aldıkları talimatlara uyuyorlar. Yalan da
olsa söylemekte beis yok. Bu kâfir düzenden kurtuluncaya kadar, yalan da
söylenir, devlet malları da zimmete geçirilir, çünkü dar-ül harp halidir.
“Yalanı uyduranlar, yalnızca, Allâh’ın kendini dillendiren işaretlerine
iman etmeyenlerdir.. Yalancıların ta kendileri işte bunlardır!”
(Nahl Suresi/105)
“(O iftirayı yayanlar) buna dair dört şahit getirmeli değil
miydiler? Mâdem ki şahitleri getirmediler, işte onlar Allâh indînde
yalancıların ta kendileridirler.” (Nûr Suresi/13)
Ne diyor Sayın akademisyen;
Kürtlerin demokratik haklarını almaları ve kullanmaları konusunda, Türkler
arasında bir marjinal grup karşı çıkıyor. Düşünelim bakalım kimmiş bu marjinal
grup? Karşımıza MHP çıkıyor. Neye karşı çıkıyormuş? Kürtlerin haklarının
verilmesine. Yuf diyorum bu akademisyen kılıklı kişiye. Yuf diyorum iftirayı
düşünmeden ve rahatça atabilen üniversiteliye.
Dini kisve giyerek,
söylediklerinin doğru olduğunu okuyucularına ve/ya dinleyicilerine inandırmak
istiyorlar. Kendilerine, emek verilmeden önlerine serilmiş makamlar, unvanlar,
gazete köşeleri, belki paralar… Salla gitsin, nasılsa balık hafızalı toplum
yalanı tespit edemez.
Ortada bir ‘proje’ var,
düzenleyicileri sözde meçhuller ve hazırlayıcısı güya uygulamada olanlar. Oslo
görüşmelerinden itibaren (hatta daha da önceden) proje yapımcısının nezaretinde
ve düzenlenen projeye uygun olarak yapılan görüşmeler, görüşmeler neticesi
çıkartılan kanunlar, sözde KCK soruşturmaları ve salıverilen KCK tutukluları,
nasıl da sırıtıyor, nasıl da açık ediyor kendini. Öteden beri dillendirilen,
Kuzey Irak’ta kurulmakta olan Yahudik (sözde) Kürt devleti, Suriye’de kurulmak
istenen Kürt bölgesi ve Türkiye’den talep edilen ve başlangıcı özerk diye
adlandırılan Kürt bölgesi, bilahare her üçünün birleştirilerek (halk oylaması
veya başka bir yolla) bir devlet haline getirilmesi meçhullerde değil ki…
Muhalif seslerini
yükseltenler ne diye marjinal olarak adlandırılır. Herkes ve toplumun tamamı
sizin söylediklerinize biat edecek ve sizin sözlerinizi dillendirecek değil ya,
ne diye hakaret ediyorsunuz? Ne diye telaşlanıyorsunuz? Galiba, bu fırsat bir
daha elimize geçmez diye bir düşünceniz var! Aceleniz bundandır.
Hey sen! İlim adamı kılıklı
yalancı, sen biliyor musun, ‘süreç’ denen yapılanların sonucunun nereye
varacağını, ha biliyor musun?
‘Akil insanlar’ sıfatı
verilerek meydana sürülen zavallılardan Tarhan Erdem, “Ben de bilmiyorum bu çözüm süreci nasıl
bitecek” demiş. Yine akillerden izzettin Doğan bir Tv
söyleşisinde, “Başbakanla
yaptığımız toplantıda kendisine sordum, bu süreç nedir, sonunda ne olacak?
Başbakan, güzel şeyler olacak dedi. Doğrusu biz bilmiyoruz nelerin olacağını”
dedi. Muhakkak diğerleri de aynı şeyleri söyleyeceklerdir.
Ağzınızda geve geve
büyüttüğünüz, insan hakları, barış, silahlar sussun, analar ağlamasın
laflarından başka ne var? Biz de bilmiyoruz. Hani ısrarla söylediğiniz ‘ileri
demokrasi’ var ya bari onun hatırına bizi aydınlatın.
Ne olacak bu süreç, nedir
bu süreç?
Yalan söylemeden, nasıl
ikna olduğunuzu anlatın bari.
(*) Mahmut
Akpınar, Zaman, 27.04.2013