28 Haziran 2017 Çarşamba

Bayramlık Yazı ve Kardeşlik!


“Kardeş kavgasının kazananı olmaz!”

Eyvallah.

Cümlede verilen mesaj doğru.

Söz, hayatında eşleştiği vakit değerlidir.

Gerçi, “geriye bakmamaya” çalışanlardanız, lakin test amacıyla bir de geriye dönüp, bu söze göre bir değerlendirme yapmak gerekmez mi?

Kardeşi ile kavgaya tutuşup, başarısızlıktan sonra bu sözü söylemenin, diğerlerini güldürmekten maada bir işe yaramayacağını da görmek lazım.

Irak, Libya, Mısır, Yemen, Suriye…

Ne kavgalar, ne provokasyonlar, ne lüzumsuz girişimler. Hatırlıyoruz.

Onlar, kardeş kavgası değil miydi? Diye sormak bile boşa.

Hala, yapılan hataların düzeltilmesiyle meşgulüz.

Liyakatsiz, başarısız, becerisiz kişilerle buraya kadarmış.

***

BOP, emperyalist bir işgal hareketidir.

Bu hareketin bir uygulayıcısı olmak, hangi kardeşliğin gereğidir?

Peki, bırakalım dışarıyı içeride, son İki Yüz Yıldır yekvücut olması için çalışılan bir milleti 36 etnik kökeniyle anlatmak hangi kardeşliği anlatır? Parçalamak kolaydır, iş ki bütünleştirmek, beraberliği sağlamaktır, kaldı ki, hala etnik kökenler durmaksızın hatırlatılmaktadır. Ezbere alınan ve pişmanlık ifade eden lakırdılar anlamsız beyanlar ötesine geçemez.

Böyle zamanlarda susmak en iyisidir, en yiğitçesidir.

***

Millilik söylemlerine sığınmak, geçmişin yağma-talan politikalarını unutturabilir mi? Bir yerlerde gözü olmak, bir yerlere göz kırpmak, bir yerlerin menfaatlerini göz ardı etmek olur. İyilikler, kötülüğe bulaşmadan mümkündür, çirkine aldırmadan değil. O halde ne yapsanız geçmişi unutturmak zor, hatta mümkün değil. Peki, bir yolu yok mu? Olmaz olur mu, var tabi. Nasıl olacak? Buna kafa yormalı.

Ortadoğu politikalarında gözle görülür bir değişim var. PKK ve FETÖ mücadeleleri akıllıca yürütülüyor. Bunlara desteğimiz tamdır. Ekonomi politikaları sorunlu. Dış politikalar sorunlu. Mesela Başbakan çıkıp ‘faizleri düşürmezseniz gereğini yaparız’ gibi bir cümle söyleyebiliyorsa, sorun var demektir. Demek ki, yapılması gerekenin gereği yapılmıyor demektir. Yine Başbakan, ‘sanayi tesisi mi, zeytin mi’ sorusunu soruyor ve yandaş troller haricinde herkes ‘zeytin’ cevabını veriyorsa, derin ama çok derin bir problemle karşı karşıyayız demektir. Burada, millilik yok demektir ki, millilik kavramını dar anlamında, yalnızca ülke-millet çıkarlarının gözetilmesi anlamında alıyoruz. Bu bile yok maalesef!

***

Küresel devlerin son yıllarda buldukları müthiş savaş taktiği; savaş alanına kendi askerini sokmadan, tarafları birbirlerine kırdırmak olarak anlatılabilir. Kıran ve kırılan, ölen ve öldüren aynı kişi! Ancak şapka çıkartılır.

Bakınız, ABD Başkanı Suudi Arabistan ziyaretinde ‘kılıç dansı’ yapıyor. Hemen ertesinde Katar’a uygulanacak politikalar devreye sokularak, 12 Arap ülkesi Katar düşmanlığını açıklıyor. Katar, ABD’den 12 Milyar Dolarlık alım yapıyor. Hemen, ABD-Katar ortak tatbikat yapmaya karar veriyorlar. Düşmanlık ve dostluk iç içe! Düşmanlığın ve dostluğun sınırları nasıl belirleniyor? Kimine göre menfaat birlikteliği, kimine göre Türk düşmanlığı…

Ortadoğu bölgesinde çıkartılan karmaşanın, düzenlenmesi ve provokasyonların etkili hale getirilmesi için ellerinde bir güçlü basın kuruluşunun olması gerekirdi. Bunu El-Cezire ile sağladılar. Tıpkı Ergenekon-Balyoz kumpaslarında ‘Taraf Gazetesi’nin üstlendiği görev gibi. Mesela Suriye devleti ve Başkanına karşı oluşturulan muhalefet! Güçlerinin ve Mısır ihtilali sırasında Müslüman kardeşler teşkilatının yaptıkları açıklamaların hemen tamamı Cezire televizyonu aracılığı ile yapılmıştır. Yalan haberlerin tamamı bu televizyon kanalından pompalanmıştır. Televizyon, doğrudan ABD istihbarat güçlerinin emrine girmiştir. Gerçekte bu TV’nin bir operasyon aracı olduğunu bilmeyen yoktur.

Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn ve Mısır’ın diplomatik kriz yaşadıkları Katar’a 13 maddelik bir talep listesi yolladılar. Bu listede bizi ilgilendiren bir madde var; “Türkiye’nin Katar’daki askeri varlığını derhal iptal et. Katar toprağında Türkiye ile işbirliğini bitir!”. Bizim politikamız bu maddenin, başka ülkelerin içişlerine karışılmaması gerektiği üzerine kurulu. Ve bu deklarasyonu yayınlayan ülkelerin Katar’ın içişlerine karıştığı tezi öne sürülüyor. Doğrudur. Lakin şunu bilmeliyiz ki, hem talep listesini yayınlayan ülkelerin, hem de muhatap ülkenin zaten, bağımsız bir iç-dış politikaları yoktur. Efendilerinden nasıl emir almışlarsa bunu uygularlar.

Talep listesinde bir madde daha var; “Al Jazeera'yi ve bağlantılı istasyonlarını kapat.” Bu maddeye karşılık C.B. ağzından (zaten tüm politikalar CB tarafından yürütülmektedir. Başbakan veya bakanlar manken görevini görüyorlar). “Şimdi ben dünyadaki özellikle basın örgütlerine de sesleniyorum; siz  neyi bekliyorsunuz, ne güne duruyorsunuz? Şu anda basın özgürlüğü elinden alınan  uluslararası bir medya kuruluşunun bir defa faaliyeti engellenmek isteniyor. Buna  karşı ne güne duruyorsunuz? Sesinizin çıkması lazım. Sesleri çıkmıyor.” İşte burası yanlış gibi duruyor. İstihbarat örgütünün aracı halindeki bu kuruluşun kapatılması, etkinliğinin azaltılması bizim neyimize? Burada basın özgürlüğünden filan bahis olamaz. Tıpkı, Taraf Gazetesinin kapatılmasında basın özgürlüğü aranamayacağı gibi!.

***

Bayramlık yazı planlamıştık. Kalem bizi nerelere getirdi! Demek ki, henüz bayram hak edilmemiş!

Yine de Bayramınız Kutlu Olsun.


26 Haziran 2017 Pazartesi

Bir Dosta Arzdır

Ramazan Ayı boyunca iftar saatinde sohbetler yapan bir Profesör Hoca Efendi’ye açık mektuptur;

Sayın Hocam,

1. Ramazan sohbetlerinizde Maun Sure’sini anlatırken, “Orada bahsedilen namazlar cahiliyye müşriklerinin namazlarıdır.” Demiştiniz.

Soru: Kur’an’ı Kerim an itibariyle canlı değil midir? An itibariyle o sure geçerli değil midir? Cahiliye müşrikleri an itibariyle mevcut değiller midir?

2. Bir sohbetinizde, ‘Ubudiyet’ kavramını izah ederken, çok sathi kaldınız. Ya anlatmaktan çekindiğiniz için ya da bilginiz o kadardı. ‘HAK’ ismini dikkate alarak bu kavram üzerinde daha derinlikli çalışmalısınız.

3. Cehennem bahsini anlatırken, ilginç olarak, büyük azap içinde olanların, “azap içindeyken ne yapacaklarını bilemeyecekleri” mealinde bir söz ettiniz. Sanırım sizin yorumunuzdu bu. Oysa Sure-i Yasin’de cennettekilerin (tabi ki bazılarının) “meyvelerle meşgul olacakları!” (Yasin/57) bildirilmiştir. Yüksek azap içinde olanlar ise ne yaparlar? Olsa olsa Allah derler. Allah demek, Allah ile birlikte olmak meyvelerle meşgul! Olmaktan iyidir herhalde!. Konu üzerinde daha ayrıntılı çalışmanız önerilir.

4. Kadın ve başörtüsü hakkında bir videonuzu izledim. Konu hakkında yalnızca ‘kelime manaları’ kadar bilgi sahibi olduğunuz anlaşılıyor. Kur’an’ın bahsettiği ‘kadın’ ve ‘örtünme’ hakkında biraz daha çalışmalısınız. Mesela, ‘ER’lik makamındaki Hacı Bektaş Veli Hazretleri ve gizlilik makamında (örtünenler) bulunanlar üzerinde biraz daha gayret gerekir. Kendini açıklayan H.Bektaş’ın hayatı ile yine kendini açıklamak zorunda kalan Hallac-ı Mansur hayatı hakkında karşılaştırmalı çalışma gerek diye düşünürüz. Ki, ‘örtünme’ konusunda derinlik kazanasınız.

5. “Kur’an” Zat’tır. Unutmayasınız. Lakin Kur’an’ı Kerim’de sıfatlardan da bolca konular bulunur. Sizin anlatımlarınız tamamen sıfatlar üzerine olduğu için, bazen çok sıkıcı oluyorsunuz. Tekrar iyidir, hep tekrar bıkkınlık getirir.

6. Haşr Suresine (son ayetleri) kısaca değindiniz. Bu çok iyi oldu. Eksik olmasına rağmen.

7. Tabi ki yaşadığımız toplum ve gelişen siyasi olaylardan kendimizi sıyıramıyoruz. Haklısınız, bu konulara da zaman zaman temas edilir. Özellikle Ortadoğu’daki Müslüman ülkelerdeki gelişen çirkin olaylar hepimizi üzmektedir. Cahil bırakılmış Müslümanların ne yapacağını bilememesi ve zengin dev küreselci ülkelerin politikalarına alet olmaları sebebiyle başımıza gelen üzücü olaylar hakkındaki kelamlarınız, belki de yayın yaptığınız kanalın sahibinin siyasi tercihine saygılı davranmaktan bazı olumsuz yerli gelişmeleri söyleyemediniz. İşte bu size yakışmadı. Nerede olursanız olun doğruyu söylemek gerekmez miydi? Özellikle Suriye’deki olumsuz gelişmelerde Türkiye yöneticilerinin hiç mi katkısı olmadı? Ve özellikle BOP eş-başkanlığı gibi yabancı ellerin politikaları yürütülmedi mi?

Ümit ederim ki sizi kırmamışızdır.

Saygılarımla.

Mahmut EMİN


10 Haziran 2017 Cumartesi

“Kardeş kavgasının kazananı olmaz!”


Eyvallah.

Cümlede verilen mesaj doğru.

Söz, hayatında eşleştiği vakit değerlidir.

Bir de geriye dönüp, bu söze göre bir değerlendirme yapmak gerekmez mi?

Kardeşi ile kavgaya tutuşup, başarısızlıktan sonra bu sözü söylemenin, diğerlerini güldürmekten maada bir işe yaramayacağını da görmek lazım.

Irak, Libya, Mısır, Yemen…

Ne kavgalar, ne provokasyonlar, ne lüzumsuz girişimler. Hatırlıyoruz.

Onlar, kardeş kavgası değil miydi? Diye sormak bile boşa.

Hala, yapılan hataların düzeltilmesiyle meşgulüz.

Liyakatsiz, başarısız, becerisiz kişilerle buraya kadarmış.

***

BOP, emperyalist bir işgal hareketidir.

Bu hareketin bir uygulayıcısı olmak, hangi kardeşliğin gereğidir?

Peki, bırakalım dışarıyı, içeride son İki Yüz Yıldır yekvücut olması için çalışılan bir milleti 36 etnik kökeniyle anlatmak hangi kardeşliği anlatır? Parçalamak kolaydır, iş ki bütünleştirmek, beraberliği sağlamaktır. Ezbere alınan ve pişmanlık ifade eden lakırdılar anlamsız beyanlar ötesine geçemez.

Böyle zamanlarda susmak en iyisidir, en yiğitçesidir.


4 Haziran 2017 Pazar

Zorunlu Eğitim


Milli Eğitim Bakanı demiş; 'Türkiye'deki zorunlu eğitimi 13 yıla çıkaracağız”

Demek ki,( 4 + 4 + 4) sistemi yanlışmış. Ve zorunlu eğitimi 12 yıla çıkaranların amacı, din eğitimini engellemek için değilmiş. Yaptığınızın yanlışlığını Binlerce kez tekrar ettiler, duymadınız. Sonunda kendiniz de bu aşamaya geldiniz. Dindar ve kindar gençlik yetiştirmek şiarından da hemen vaz geçin. Bilmiyorsanız, danışın.

Eğitimi azaltmak değil, bilakis ömür boyuna çıkartmak gerek.

Ha,

Sizden birileri söylemişti;

Eğitim seviyesi yükseldikçe bize oy vermiyorlar.

Amacınız ve prensibiniz oy toplamak olunca, halkın cahilleşmesi, ilimden geri kalması sizin neyinize!.

Alınan bir karar yanlış olabilir. Yanlışlık uygulama sonunda anlaşılır.

Anlaşıldığı anda da yanlıştan dönmek ve hata yaptığını deklare etmek üstün bir özelliktir.

Alınan bu kararı böylesi bir anlamda okuyorum. Hatalarından dönenler, tehlikeli yollara sapmazlar bir daha.

Haydi hayırlısı…


2 Haziran 2017 Cuma

Yarım Kalan Yazılar…


Başbakan Binali Yıldırım, "Lozan'ı ortaya koyup Lozan üzerinden siyaset yapmak Sayın Kılıçdaroğlu'na bir şey kazandırmaz. O defterler açılınca üzüleceği çok şeyler göreceksiniz. Fevkalade ayrıştırıcı bir dil kullandı" dedi. (gazeteler)
Kılıçdaroğlu’nun üzülüp üzülmemesi benim umurumda değil. Lozan Defteri’ni açalım ve gerçekleri öğrenelim. Kimin üzülüp, üzülmeyeceği gerçekten umurumda değil. Eğer, Başbakan olarak bir söz söylemişseniz, bunun ilmi ve sosyolojik sorumluluğunu da kabul etmişsiniz demektir. Haydi, bakalım neymiş bu Kılıçdaroğlu’nun üzüleceği konular. Çok mühim bir iddiada bunup, gerisini getirmemek bizim siyaset meydanlarında görebileceğimiz cinsten bir şey, ne demek ‘Lozan konusu tartışılırsa, gerçekler üzücü olur’ ne demek? Böyleyse, aylar geçti hala neden doğruları önümüze getirmiyorsunuz? Yakışır mı size?

***

İçinde bulunduğun toplumun kabulleri, algıları ve ilmi seviyesini dikkate alırsak, yeni olan bir konuyu anlatmak çok zordur. Hele de yarım-yamalak anladığın bir konu ise. Anlatma zorluğunun, anlayamamanın ardında, vehimler, zanlar, kuruntular, iddialar, ben bilirimler, haydi oradanlar, tarihçilerin yazdığı, fıkracıların anlattığı öyküler, ilim diye yutturulan herzeler.. Vardır.

Denemek kolay. Tarihte de binlerce hikâyesi vardır.

Tebliğin yapıldığı sırada anlatan yenilmiş görünse de, çok kısa bir süre sonra gerçekler anlaşıldığında, bazıları dizlerini döver. –Biz ne yaptık? Diye.

Kazanan ümidini yitirmemişti çünkü dayandığı dağ yıkılacak gibi değildi. Diğerlerinin dayanakları ise, üfürükten…

Hem öyle demezler mi?

‘Gerçeklerin bir gün su yüzüne çıkma gibi adetleri vardır.’

“Mahzun olmazlar” (Bakara/38, Maide/69, En’am/48…) Çünkü imanları dağ kavîliğinde, bilgileri ilahi kaynaklı.

***

Çok basit;

1. İlk, orta ve lise öğrenimini ilinde, kasabasında görmüştür.

2. Bu eğitimini görürken, ‘bazıları’ birilerinin dikkatini çekerek bir eve, bir yurda belki bir otele kabul edilmiş olabilir.

3. Diyelim ki, bazıları da yaz tatillerinde dış ülkelerdeki gençlik kamplarına katılmış ve hatta gidiş-dönüş imkanları da bedavaya getirilmiştir.

4. Bazı aileler, lise döneminde çok başarılı olan çocuklarını özel kurslara göndererek, büyük harcama yapmalarına rağmen, nasıl oluyorsa mesela Bitlis’in, Muş’un en küçük kasabasındaki en sıradan talebeyi bile geçemez ve onlar dört işlemi bile yapamazlarken en önemli okullara yerleştirilirler.

5. Onunla da kalmaz.. bir süre sonra; sen sıkıntılar içinde debelenirken, bir de bakmışsın o çocuk, büyük bir burs bulur. Kıskanmıyorum. Hayret içindeyim. Bununla da kalmıyor tabi;

6. Okulun yarısına varılmışken devlette ‘talebeye göre çok iyi bir maaşla’ işe başlarlar. Bu arada bedava evler ve burslar devam eder.

7. Sıra geldi mezuniyete;

Çok güvendiğimiz çocuğumuz iki dersten çakar. O beyefendi dereceye yakın bitirir ve hemen bir Büyükelçilik de danışman olarak çalışmaya başlar. Maaşını sormayın ayıp olur!

8. İşe girdikten sonra rehabilitasyon ayaklarıyla 9 yıldızlı bir otelde kampa alınırlar. Genellikle yurt dışında.

9. Eğitim sonunda, mesela İngiltere, ABD gibi bir ülkeye vatandaş olacak düzeye getirilirler.

10. Boğazda, villada oturuyordur.

11. Bizim çocuk hala mezun olmak için çırpınıyor.

Diğeri ise, İngiltere gibi ABD gibi ülkelerin büyük şirketlerinde küresel politikalar yöneticiliği yapmaya başlamıştır.

12. bu arada sizin çocuğunuz mezun olalı Bir yılı geçmiştir. İş yok. Aş yok.. sıkıntı devam.


Çok kolayla başlamıştık ya lafa:

Gerçekten çok kolay.

Bir kere bile yurt dışına çıkmışlara devlet kademelerinde iş ve yetki vermeyeceksiniz… bu kadar kolay!!

***

Ayrık otlarını temizlemeden, dikenli nebatatı uzaklaştırmadan, taşları ayıklamadan; sürdüğün, ektiğin, emekler harcadığın tarladan ne beklersin? Boşa giden çalışmalar, boşa tüketilen ömür olur.

Gelir hasat zamanı, kervandakiler güle oynaya yol alırken, oturup ağlamak kalır halimize. Seneye, seneye demek sıramız da yok artık. Gün bugünse, yapılması gerekeni yapmak, aklın, ilmin, ulu vasiyetlerin belirttiği sıradan giderek, tarlayı ekime hazırlamak ve sonunda bereketli hasat zamanına kavuşmak.

İstenen de budur…

Haydi Bismillah…

***

Savaşarak problem çözmeye çalışmak, sulh içinde yaşamaya çalışmaktan daha kolaydır.

Öfkesine yenilen kumandan, cephe gerisinden verdiği emirleri askerlerine duyuramaz.

Silahlı asker daima makul emirlere açar kulaklarını.

Ölümü emredebilmek için, ölümü tanımak ve hatta ölmek en başta gelenidir.

Ölmeyi becerebilmek, nasip işidir. Nasibin yoksa beyhude ölüme koşmak boşuna yorucudur.

Her ölüm, yeni bir başlangıçtır oysa. Yenilik, zor alışılacak bir tarz değil, arzulanan hayat seyridir.

***

Osmanlı, devşirdiği gençleri eğitip devletin en üst makamlarına kadar taşıyordu.

Bugünün emperyal devletleri, devşirdiklerini eğitip kendi ülkelerinde devletin yetkili makamlarına taşıyorlar.

Benzerlik var mı? Bilmiyorum.

Osmanlı devşirmeleri Osmanlı ülkesi için çalışıyorlardı. Elbette içlerinde, yanlış yola sapanlar çıkmıştı.

Ya, devşirilip kendi ülkesinde devlet makamlarına taşınanlar, onlar hiç mi hata yapmıyorlar?

Peki, onlarcasının yaptığı hatalar görülmesine rağmen, niçin görevlerine devam edebiliyorlar? Nasıl oluyor bu durum?

Geliniz, Almanya ve Hollanda krizlerinin ardındaki yapılan hatalarda, böylesi devşirilenleri düşünelim.

Kriz kolaylıkla çıkmaz. Bütün devlet adamları, krizlerden kaçarlar. Metanetle, iyi niyetle, dirayetle, liyakatle ve itidalle problemlerin çözümü için çaba harcarlar.

Peki, biz de böyle mi?

Yoksa yangına körükle mi gidiliyor?

***

Evet, böylece başlanılmış fakat devamı getirilmemiş yazılar bunlar.

Tembellik işlemiş içimize. Çalışmak zor geliyor. Kim bilir belki de, bir fayda temin etmediği anlaşıldığı içindir!..


Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...