‘Hayvan’ sözüne takıldık, ne söylemek istediğini ve
fakat ne söyleyemediğini ıskaladık. Konuşmasına bir daha bakalım Sayın
Profesörün:
“Bakın, Avustralya hayvanat
bahçesine gittik Ethem Hocamla. Hacı Gedikli abi rahmetli de vardı. Üç
kişiydik. Dünyanın en büyük hayvanat bahçesi. Orda dedik ki, “alnı secdeye
gelen bir varlık var mı insanın dışında? Yok.” İnsan namaz ergonomik
yaratılmış. Secde eden tek varlık insan. O zaman ben düz söyleyeyim.
Ayette de bunu söylüyor. Ağır gelmesin. ‘Yani, namazı hayvanlar kılmaz. Namaz
kılmayan da hayvandır. (..kel en’ami belhüm edall). İşte ayet. Bjz böyle dedik
ama Allah, ondan da aşağı diyor.” (TRT Ramazan Sevinci programı, internette
videoları var.)
Hayvanat bahçesine Ethem
Hocasıyla gitmişler besbelli o’da Prof. olmalı, bir de yanlarında Hacı Gedikli
ağabeyleri var. O’da hacı-hoca takımından, ee kendisi de Prof. Olunca grup
tamamlanıyor. Birisi hık dese, diğeri balta savurur. Ortak özellikleriyse, hep
aynı mekânlarda bulunmuşlar, aynı hocaların önünde diz çökmüşler, aynı
kitapları okumuşlar, aynı havayı teneffüs etmişler. Taa, Avustralyalarda ve
hayvanat bahçesinde ne işleri varsa? Birisi rahmetli olmuş, sözümüz yok ona. Ya
diğeri Ethem Hocası, eğer çıkıp bir düzeltme yapmaz ve susmaya devam ederse,
aynı suçlamalara Ethem Hocası da muhatap olacaktır. Neyse kendisi bilir!.
Konuya dönelim.
Zat-ı muhterem tasavvuf
hocasıymış. Bu kafadan nasıl tasavvuf öğrenilecekse! Ayet uydurmuş diyenler
oldu, yanlış yorumlamış, okuduğunu anlamamış, anladığını ifade edememiş
diyenler oldu. Doğrusu şu; bilmiyor ve bilmediğini konuşuyor. Tam da içinde
bulunduğumuz asırda, Türkiye ve İslam âlemi ilahiyatçılarının ve muhafazakârlarının
içinde bulunduğu durum bu. Bilmiyorlar ama bilmediklerini hoyratça
anlatıyorlar.
Bir kitabı okuyarak
tasavvuf öğrenilemez. Tamam, bazı kelime ve kavramlar kitap okuyarak hıfz
edilebilir. Ancak, o kavramların derununa inmek için ‘ER’ olmak lazım gelir. ‘ER’
O’na denir ki, benliğinden zerre miskal eser kalmamıştır. ‘Fakr’ıyla iftihar
eden Hz. Resulullah’ın halidir. ‘Fakr’ ki, nefsin sıfırlanıp, Hakk ile olunmasıdır.
Er ancak bu basamakta olunur. Bu halin dışındakiler, hariçten gazel okuyan ukalâlar
(bilgiç) olmaktan kurtulamazlar, tıpkı fakir gibi.
Bu Prof. unvanlı kişi
tartışmalar başlayınca, yavuz hırsız becerisiyle, “Ramazan
Sevinci programında, konunun önemini vurgulamak amacıyla kullandığım ifadeler
maalesef yanlış anlaşılmıştır. Yanlış anlaşılmaya ve maksadını aşan yorumlara
sebebiyet verdiğim için kamuoyundan özür diliyorum. Hayırlı ramazanlar.” Dedi
(gazeteler). Yanlış
anlayanların dinleyenler olduğunu söyledi. Kendisi hatasız, sorumsuz, la yüs’el
ya!. Zaten bu gibi durumlarda hep anlamayan, yanlış anlayan hep biz oluruz, (bu
duruma siyasilerin konuşmalarındaki potlardan sonra sık rastlıyoruz).
Madem, yanlış anlayanlar bizleriz be Profesör, ne diye özür diliyorsun?
Söylediklerin doğruysa ve inandıkların ise neden savunmaya devam etmiyorsun?
Bunların yiğitlikleri bu kadardır işte. Sıkıyı görünce kaçarlar, kendisinden
daha iyisini karşılarında bulunca pusarlar, hep böyleydiler… Madem söylediğin
Hakk idi, madem söylediğin doğruydu, madem söylediğin yiğitlik idi neden
kaçıyorsun? Eğer söylediğin doğru değil de insanları yanıltmak için, topluma
fitne salmak içinse, neden söyledin?
“Fitne (insan)
öldürmekten daha şiddetlidir.” (BAKARA/191)
Bilmiyorlar demiştik,
buradan devam edelim:
Prof.’un sözlerinde ‘SECDE’
kavramı öne çıkıyor ve kullandığı kalıplar dikkatle incelendiğinde, kendileri ‘Secde’ kavramından
bihaber olduğu anlaşılıyor. Şer’an belirlenen vakitlerde ‘namaz kılarak’
secdeye varmanın anlamından başka bir bildikleri de yok: “Az çok bildiğiniz konularda tartışıp
durdunuz, neyse… Fakat hiç bilmediğiniz bir konuda neden tartışırsınız? Oysa
Allah bilir, siz bilmezsiniz!” (Âl-u İmran/66).
Hayallerini, zanlarını ve egosunun (nefsinin)
dayattıklarını efkârı umuma hoyratça aktarmak ne zamandır ilim sayıldı?
Konu derin, şöylece
basitleştirmeye çalışalım. “Yerde
ve gökte ne varsa Allah’ı zikretmektedir”. Baş gözü ile
gördüklerimize madde diyoruz bugünün ilmi ile. Madde, dağ, taş, madenler,
nebatat ve hayvanat hepsi zikir halindedir. Fakat biz onların zikrini
anlayamayız, duyamayız.
Muhiddini Arabi
Hazretlerinin, Füsus’l Hikem isimli eserinden birkaç satır okuyalım: “Ve âlemin suretinden Hakk’ın zevali asla
mümkin değildir. Böyle olunca ulûhiyetin haddi, onun için hakikat iledir; mecaz
ile değildir. Diri olduğu vakit insanın haddi gibi. Ve insanın suretinin
zahiri, kendisini müdebbir olan ruhuna ve nefsine, kendi lisanı ile, nasıl
ızhar-ı sena eder ise, kezalik Allah Teâlâ dahi suret-i âlemi, Hakk’ın hamdi
ile müsebbih kıldı; velakin biz onların tespihini idrak edemeyiz. Zira biz,
âlemde suretlerden olan şeyleri ihata edemeyiz.” (*)
‘Hayvan’ kelimesi üzerinde
duralım biraz da;
‘Hay’ + V + ‘An’
Anda yaşayan, anda hayat
bulan. ‘Hay’
olan kimdir diye soralım?
Yukarıda Füsus’tan
aldığımız paragrafı şerh eden Ahmed Avni Konuk (Allah ondan razı olsun), “Ya’ni insanı tarif ederken ‘hayvan-ı
natıktır’ deyip, ‘hayvan’ ta’biriyle onun cesedini, zahirini; ve ‘nâtık’
ta’biriyle hüviyyet-i bâtinesini, ruhunu alırız. Ve insanın zahiri bâtınından
ve bâtını da zahirinden zail olmaz. Bunun gibi Hak dahi âlemin suretinin bâtını
ve âlemin sureti O’nun zahiridir. Ve Hak bâtıniyeti cihetiyle suret-i âlemden
asla zail olmaz. Eğer zail olsa, insanın ruhu cesedinden zail olduğu vakit
nasıl fani olursa, suret-i âlem dahi öylece fenaya gider. İmdi insan, hayatta
olduğu vakit nasıl ki, zahir ve bâtını ile ta’rif olunursa, ulûhiyyet dahi
öylece zahir ve bâtın-ı Hak alınmak suretiyle hadd ve ta’rif olunur. Ve hadd-i
ulûhiyyet Hak için, mecazen değil, hakikaten sabittir. Zira me’luh gibi
değildir. Hak, me’luhun, yani suver-i âlemin Kayyum’udur. Çünkü ilâh olmayınca,
me’luhun kıyamı mutasavver olmaz.” (*) Şeklinde
açıklama getirmektedir.
Bu açıklamalardan da anlaşılıyor
ki, İnsan’a hayvan diyen muhterem, ‘Hayvan’ kelimesinin anlamını da
bilmemektedir. Ve hayvan kelimesini, güya insanı aşağılamak üzere
kullanmaktadır. Ne kadar acı, yazık ki, ilahiyatlarımızın durumu budur!
Konuşmasında ‘aşağıların aşağısı’
anlamı verilen bir ayet-i kerimeyi zikrediyor bu Prof. Zikrediyor lakin
yüklediği anlam tamamen yanlış. Bu ayeti kerimeyi anlamak istiyorsa, semayı,
yeryüzünü, cihanı, dünyayı ve dünya üzerinde yaşayanları, Allah’ın insanı
halife olarak seçişini incelesin. Bütün bunlar anlaşılmadan o ayetin
anlaşılması mümkün değildir. Bu noktada sayın Prof.’a şu soruyu soralım: insan
dünyada yaşıyor. İnsanın (elbette insan-ı kâmil)
kalbi Hakk’ın mekânıdır. Nasıl oluyor da, aşağıların aşağısı oluyor? Tam aksi,
yücelerin yücesi olmaklığı gerekmez mi?
Hâsılı, bilmedikleri
konularda bırakın televizyonlarda konuşmayı, bir de tasavvuf dersi vermesini
nasıl anlayacağız? Bile isteye devletin, bu halkın inançlarını tarumar
ettirmesinden başka ne anlamı var?
Allah’ı vekil tayin ediyor ve
gereğine iltica ediyorum.
Her şeyi en iyi bilen
Allah’tır.
(*) (Fususu’l
Hikem tercüme ve şerhi, Ahmed Avni Konuk, hazırlayanlar Prof. Dr. Mustafa
Tahralı, Yrd. Doç. Dr. Selçuk Eraydın, sayfa 270)