Blog’umu açtıktan sonra
heyecanla yazmaya başlamıştım. Sekiz yazı yayınlamış ve on civarında da okuyucu
ziyaret etmişti. Ne kadar heyecanlandığımı, ne kadar sevindiğimi anlatamam. İlk
sekiz yazıdan sonra bir tıkanıklık oldu. On gün kadar bir cümle bile yazamadım.
Olmadı. Bitti galiba diye düşünceler sardı beynimi. Olabilir, olabilir.
Sonra yeniden başladı.
Bugün 800 yazı, eleştiri, deneme olmuş. Geriye doğru baktığımda, bir kısım
okuyucuların da yazılarımızı okuma ihtiyacı içinde olduklarını anlıyorum. Bazı
yazılara yapılan yorumlar veya eleştiriler de, hem açıklama hem cevap verme
adına yeni yazıları doğurdu. Büyüme böyle oluyor zaten, kimse kendine
yetemiyor. Komşu, komşunun külüne muhtaçtır sözü ne kadar doğru.
Sonra, Töre Dergisi Yazı
İşleri Müdürü Ömer Faruk Beyceoğlu Bey telefonla ulaşarak, haberiniz.com.tr
sitesine yazılarımı göndermemi ve sitede yayınlanmasını talep etti.
Memnuniyetle kabul ederek, ilk yazıyı 2.11.2012 tarihinde gönderdim ve
yayınlandı. O tarihten bugüne kadar, haftada üç yazı olmak üzere (4 olduğu da
oldu) aralıksız yazı gönderdim ve yayınlandı. Tabi, her yazı için bir inceleme
araştırma, okuma, sohbet etme gibi alt çalışmalar gerekiyor. Bundan kaçınmadan
gereğini yapmaya çalıştım. Neredeyse 2,5 senedir hiç aksamadı. Harcadığımız bir
emek varsa helal olsun.
Beklediğim gibi okunma
sayılarına ulaşamadık, yorumlar alamadık, eleştiriler olmadı. Biz yine de
çalışmaya devam ettik. Yine de ederiz. Bunu görev olarak üstümüze aldığımızdan
görevden de yüksünmedik. Ama özellikle, yazı yazılması, okuyucu piyasasının da
talebine bağlı olarak devam ediyor. Talep yoksa pazara mal arz etmenin de bir
âlemi bulunmamaktadır. Böyle olmakla birlikte biz yazmaya, çalışmaya devam
etmeye kararlıyız.
Lakin sebebini
anlayamadığım bir hal içindeyim.
Yazamama girdabına yeniden
yakalandım. Tam on gündür bir cümle bile yazılamadı. Bu durgunluk içinde
yeniden yeis yaşayarak, galiba şimdi bitti, düşüncelerine bulaştım. Ve hala o
düşüncenin esiri olarak, yine yazamama girdabındayım. Öylesi bir döngü içinde
bulunan kişinin neler yapması gerektiği hakkında da bir bilgiye sahip değilim.
Benzeri konuyu işleyen bir makaleyle de karşılaşmadım. Acaba büyük yazarlarımız
da böyle bir hali yaşamışlar mıdır? Yaşamışlarsa, acaba nasıl kurtulmuşlardır? Selim
İleri bir romanında “istediğim
gibi yazamamaktan bitkinim” dese de o benden şanslı.
Bırakın istediğim gibi yazmayı, bir cümle yazmaktan bile acizim içinde
bulunduğum günlerde. İleri benden şanslıymış.
Osmanlıca’nın tartışıldığı
günlerde, değerli filozof Ayhan Eralp; “Okumayanlar ve okuyanlar içerisinde yazamayanlar Cennet Alfabesi ile
de okumayacak ve yazamayacaklardır. Hâlbuki okumamak ve yazamamak insanın
cehennemidir!” dediğinde, bizde de şimşekler çakmış oldu.
Öyleyse dümen kırmak en iyisi dedik.
Bendeniz, konuyu
değiştirerek kitap okumaya yoğunlaşmayı denedim. Sonucun ne olacağı hakkında
şimdilik bir fikrim yok.
Yeni konular, yeni
yazılarda görüşmek üzere,
Allah Büyüktür.