29 Haziran 2015 Pazartesi

Egoist ve Diğergamlık Yardımları


Kuyu kazıldı. Çıkrığı kurup, kovayı sallamak kaldı. Kısmetse suyu çıkaracağız.

Kavga su sebebiyle idi. Suyu çıkarttılar akıttılar, lakin su borusu ancak kendi destekçilerine, kendi istedikleri taraflara kadar uzatıldı. Diğerleri kırıldılar susuzluktan. Bencillik ve egoist davranışlar sebebiyle biraz korkudan, biraz da nefsi böbürlenmeler nedeniyle, öldürmeyecek kadar ama direnç gücünü yükseltmeden diğerlerine de azar azar su salma işlemini de ihmal etmediler. Öylesine beceri kazandılar ki, imkan verilen süre içinde, şeytana pabucunu ters giydirecek kadar. An itibariyle, onlarla dans etmeye kalkmak, ayakların, ellerin, belin, boynun kırılabileceğini göze almaktan geçer. Onlarla dansı ret etmek ise, sağlıklı günlere doğru dostlarla birlik olmayı gerektirir.

Ölmeyecek kadar verdiler dedik ya, onlar gibi olmaktan korkularındandır. Çünkü iyi tahlil etmişler. Mesela şu asgari ücret konusu, olacak gibi değil. Koca Başbakan çıktı iş adamlarının huzurunda, muhalefetin asgari ücretleri artıracakları kararına karşı çıkmalarını istedi. Oysa hepi topu artı 500 Lira için. Üstelik muhalefetin teklifinin içinde, asgari ücreti vergi dışına çıkarma kararı da vardı. İşte sebep bu, öldürmeden zar zor olsa da yaşatmak. Süründürmek ve desteklerini sürekli olarak almak. Alıştıklarının üstünde gelirleri olursa, düşünmeye başlayacaklar, düşünen insan ise tehlikeli insandır. Onlar sadece, aybaşını nasıl getireceklerini düşünsünler ve kendilerine muhtaç olsunlar ve onlara yardım kutuları götürsünler, veli nimet olarak baş üstünde gezdirsinler.

Bu duruma tamamen egoistik bir davranışla yardım ediyorlar diyebiliriz. Ki, bunun altında da kendi ruh sağlıklarını korumak iştihası yatar. Egoistik de olsa yapılan yardımlar kişiler arası davranışları olumlu yönde etkiler ki, bunun etkisini yıllardır yaşıyor olmamız inkar edilemez. Hakkını vermek lazımdır ki, bu alanı çok çok iyi kullandılar.

Yardımlar kesilmeli midir? Hayır asla. Devam etmelidir. Ancak, yardıma muhtaçlar ile empati kurularak ve diğergamlık duygularıyla yapılmalıdır. Onlara acıyarak değil, onlardan destek isteyerek değil. Yardımların devletin bir görevi olduğunu unutmayarak ve devlet idaresindekilerin de bu görevi yapmak mecburiyetleri olduğu için.

Her iki yardım arasında büyük farklar vardır.

Birincisinde kendinizi tatmin edersiniz. İkincisinde, kendinizi aradan çıkartarak toplumu tatmin edersiniz. Ve istenen ikinci tür davranıştır.

Gerçi, sosyal devlet sisteminin köküne kibrit suyu çakılmak istenmektedir. Batı’dan körüklenen bu durum, küresel şirketlerin ucuz işgücü, sosyal sigortalardan yoksun (veya zayıflatılmış) işçilerle kârlarına kâr katmak istemelerinin bir sonucudur. Bunu şiddetle reddetmek ve yardıma muhtaç insanları kanatları arasına almak zorundadır devlet.

Evet, kuyu kazıldı. Sıra geldi çıkrığı kurmaya.

Suyun akıtılacağı yön kavgasına girişmeden, suya 77 Milyon’un ihtiyacı ve Hakkı olduğunu düşünerek ve kabul ederek işe girişilmelidir.



28 Haziran 2015 Pazar

Koalisyon Çalışmalarında Gözden Kaçanlar


Siz, TBMM’inde bulunan siyasi partilerin sözcüleri aracılığı ile yapılan görüşmelerin basına yansıtılması, televizyonlarda tartışılarak bizlere seyrettirilmesi ve gazetelerde boy boy resimlerle süslenerek bizlere okutulması çalışmalarında bir hükumetin kurulma çabalarının mı olduğunu zannediyorsunuz? Yanılırsınız.

Yeniçağ Gazetesi’nde Salim Yavaşoğlu’nun verdiği esaslı haberi değerlendirdiğimizde, durumun hiçte bizim bildiğimiz gibi olmadığı ortaya çıkıyor.

Bakın,

Dün ne oldu da CHP genel Başkanı ekranların karşısında yumuşak tavrıyla, geçmişte hiçbir şey olmamış edasıyla çıkıp, AKP ile koalisyona yeşil ışık yaktı?

Düşündünüz mü?

Ankara kulislerinden bizlere aktarılanların bir oyun, bir oyalama olduğu böylece anlaşılmış oluyor. Niye mi?

Önceki gün Berlin’de bir toplantı yapılır. Bu toplantının iki önemli katılımcısı vardır. Abdullah Gül ve Kemal Derviş!.. Toplantının ev sahipliğini Bertelsman Vakfı’nın düzenlemesiyle, Alman Dış işleri Bakanı Frank-Walter Steinmeler yapar. Bu vakfın amacı, Ortadoğu’da ABD-İsrail yanlısı çözümler oluşturabilmektir. Yahudi (hatta Siyonist) politikalar tespiti diyebiliriz. Durun bitmedi, bu vakıf aynı zamanda renkli devrimlerin destekleyicisi Soros’un kontrolü altındadır. Ne tesadüfse bu basına kapalı toplantının tüm katılımcıları Yahudi’dir, tabi bizimkileri istisna olarak tutuyoruz.

İşte, Kılıçdaroğlu bu toplantı sonrası bütün söylemlerinden vaz geçerek, AKP’ye yeşil ışık yakmış oldu. Her iki taraftan gelen yumuşak açıklamalarla dün gece rahat bir uykuya daldı Türkiye.

Ne diyelim?

Her iki tarafa da hayırlı olsun.

Bize düşen iş şudur:

Muhalefet kılıcını bileylemeye başlayalım.

Önümüz zor günlere gebe!...


26 Haziran 2015 Cuma

Hazır, ‘Ramazan Şehri’ndeyken


Bin yıl evveline göre modern ve gelişmiş bir hayat sürdüğümüz iddia edilse de, Bin yıl sonraki yaşam ve düşünce düzeyine göre ilkel bir hayat sürdürdüğümüz gerçektir. O halde diyebilir miyiz ki, modernlik ve ilkellik iç içedir an itibariyle. Dönüp bir adım geriye baksak, ya da bir adım ilerisinin hallerini tefekküre dalsak, hiçte içinde bulunduğumuzu sandığımız zamanın değerleri ve ilmi seviyesi ile ilgisini kuramayız. Bizde bulunan sadece, ilim adı altında suretlere giydirilmiş kısıtlı bilgilerden ibaret. Sonrası derin bir yokluk, derin bir mahzuniyet, derin bir yalnızlık.

Kurtulmamız gerekenler basittir. Göz ile gördüğümüz, kulak ile duyduğumuz, tat alarak bir anlam yüklediğimiz, Beş duyu ile algıladığımız ve var sınıfına yerleştirdiğimiz zanlarımızdan temizlenmek. Basit dedik, lakin bir hayat süresince başarılması için emek harcamayı gerektiriyor, böyle olmasaydı seçilenlerle elenenlerin farkını anlayamaz ve önemsemezdik. Zaten yapılması istenen ve yapılmasını yasakladığı hareketler, şeyler, ibadetler bir ömür boyu emir olarak bildirilmiştir, kesintisiz ve tamam olarak. Hür beyin ‘dünyayı’ imar etmiştir, köle beyin ise ‘dünyasını’ imar etmek için uğraşır durur, tabii ki sonunu asla getiremez, çünkü nesfinden, vehminden, hayalinden yüklenen kuvvetlerle sahip olma arzusunun sonunu bulamaz, böylelikle kendi ‘dünyasında’ debelenir durur.

Dünyanın imarı, gelecekteki vaat edilen ‘ahiret hayatı’nın imar edilmesinden sonradır. Ölüm ötesi (aslında ölüm yoktur, sadece tadılacaktır. Bu ayrı bir çalışma konusudur) sonsuzluk hayatının bir bölümüdür ancak ‘ahiret’ denen hayat. Ötelerin imarıyla hakikat ilmi açılır ve dünyanın imarı ve dünyadaki huzur için lazım olan ilim          (bilgi) oradan alınır. Aksi halde çabalar, dünyadaki bilinen mevcut olan ilim denen toplam birikimi tekrar etmekten öteye geçmez, tekrara da taklit derler, taklitçinin işi ye, iç, uyu, kalk, işe git, gazete oku gibi tekrarlanan ve biteviye huzursuzluk denen sıradan tekrarlardan ve taklitten öteye geçemeyen ibadetlerden mürekkep bir hayat tarzıdır. Bu da geri kalma sonucunu doğurur. İslam âlemi olarak içinde bulunduğumuz durum tam da bunu anlatır.

Fikir etme çalışmalarından uzak harcanan her emek, yoğun bir yorgunluğun, lüzumsuz inatlaşmaların sonucunu verir. Hiçbir kazancı olmayan boşuna harcanmış ömürden süredir.

Yapılması istenen her taat ve ibadetler, bir sonuca ulaşmanın hedeflenmesi, istenmesidir. Yürüyüş anında etraftaki değişikliklerin nasıl ki hissedilmesi ve algılanması oluyorsa, her ibadet ve taat sonrası ruhaniyetteki ilerlemenin de hissedilmesi ve canlı olarak yaşanabilmesinin gerekli olduğuna kaniyiz. Böyle bir algılama olamıyorsa, yapılanlarda bir eksiklikler, bir kısım hatalar vardır diyebiliriz. Boşuna yorgunluk olmaz tabii. Her yapılanın not edildiği defter elbette iyilikler ve sevaplar hanesinde yerini alacak ve gelecekte faydasını gösterecektir. Lakin bu durum bir duraklamanın belirtisi olarak anlaşılmalıdır. Çünkü ölüm ötesi sonsuzluk hayatı burayla sınırlı değildir ve bizim amacımız da buralar olamaz.

Hazır Ramazan ayı içinde oruçla zaman geçirilmektedir. Öyleyse, yapılan ibadetten azami faydayı temin için gayret mecburidir. Aç kalmak ibadetten olsaydı her şey çok kolaylaşırdı. Açlığın vücudu terbiyesi kolaydır. Nitekim bunu diyetisyenler kontrolünde de yapmak mümkündür. Arzu edilen aç kalmak değil. Azgınlaşan, arzularına gem vurulamayan, ona-buna emirler yağdıran, dinginleşme yerine durmaksızın havalara uçmaya çalışan, dedikodu, gıybet çukuruna düşen, her şeyi ben bilirim edasındaki nesfin aç kalarak ve lazım olandan fazlasını vermeyerek, zapturapt altına alınmasıdır. Ölüm ötesi sonsuzluk hayatı için yapılması gereken ve başarılması gereken ilk iş ve ilk emir budur.

Zapt edilmeyen nefis ile birlikte yapılan tüm çalışmalar boşuna olacaktır ve ötelerden asla ilim tedariki de olamayacaktır.

Kendisine ve toplumuna, kısaca insanlara faydalı olmak isteyenlerin ilk yapacakları iş böylece özetlenmiştir. Okullarda öğretmenler vasıtasıyla verilen bilgiler, ayrıca çok çeşitli kitaplarda bu konuyla ilgili kısa ve öz çok kıymetli bilgiler mevcuttur. Oralardan alınacak bilgilerin, beyin de işlenerek (tefekkür) kendine mal edilmesiyle yeni ufukların açıldığını ve bu alanda yeni yeni bilgilere kavuştuğunu gördükçe, yolda ilerlediğini de anlamış olacaksın. Ki, ancak medeniyete katkı bu aşamadan sonra olabilecektir.

Boşuna medeniyet nutukları atanlara kısaca da olsa bildirelim dedik.

Her şeyin en doğrusunu Allah bilir.


24 Haziran 2015 Çarşamba

Ortaya Çıkan Tabloda Kaos Kokusu mu Var?


17/25 Aralık soruşturmalarının, AKP’nin meclis çoğunluğundan aldığı güç ile T.B.M.M’inde aklanarak hasıraltı edilmesi, seçmeni hiç ırgalamadı. Seçmen daha başka verilerin etkilemesiyle tercihini kullanmışa benziyor. Bunlar neler olabilir?

Her şeyden önce kin ve intikam hisleriyle hareket edilmemesini ve kararlarda aklın hâkim olmasını istiyor diyebiliriz.

İyi ama yolsuzluklar soruşturulmayacak mı? Tam da bu işlemin, hırs, kin ve intikamdan arındırılarak, yasalara uygun, makul hâkim ve savcılar eliyle yapılması gerektiğini telkin ediyor seçmen. Üstelik soruşturmalara hayatiyet verecek çoğunluk, birbiriyle maalesef zıt fikirler içinde. Her üçünün aynı fikir etrafında toplanması oldukça zor görünüyor. Şartlanmışlıklar, ön yargılar toparlanmayı engelliyor. Geçmişi, düşmanlıkları bir kenara bırakarak ileriye bakmak ve planlamaları ona göre yapmak çok zor. Nitekim bir parti, diğerini ‘yok hükmünde’ gördüklerini belirterek, ilk baştan yolları kapamış bulunuyor. Çözümün tıkandığı nokta diyebilir miyiz? Böyle olması ‘şartını en baştan söyleyenden korkmamalı’ mantığını ortaya getirir. Açık yüreklilik alınacak yolda samimiyeti ifade eder. En azından diğer tarafında, nerede, nasıl hatalar yapıldı ki, böylesi bir engel önüne konulduğunu düşünmesine fırsat verebilir. Samimiyetin bir ifadesi olarak alınır ve değerlendirilirse, yola koyulmada bir engel olarak görülmeyebilir.

Eldeki malzeme bu. Yeniden çarşıya çıkıp farklı malzemeler almak imkânı da şimdilik yok. Öyleyse, bu malzemelerle yemeği pişirip yiyeceğiz, başkaca bir ihtimal yok.

Kolay başlayan işler, yeteri kadar düşünülmeden, planlanmadan, araştırılmadan başlayan işler yarıda kalırsa daha büyük felaketler yaşanabilir. Bu zıt fikirler bir fırsat, başarı için de bir mutlak gereklilik olarak kabul edilebilirse, başarmak için geriye olumsuz bir şey kalmaz. Zaten tüm hayatımız bu zıtlıklar içinde bir savaş değil midir? İnsan kendi başına bile zıtlıklar ülkesi değil midir? İyilikle – kötülük, savaş ile barış, siyah ile beyaz daima bir anda iç içe değil midir? Bu zıtlıkların çözümü ve dinginleşmesi sayesinde değil midir varılan başarılar?

Maharet buradan başlar. İki zıttı bir olarak algılayıp, başarıya koşmak, hedefe ulaşmak. Birlikte, bir olan zaten birdir, burada sorun yok, çatışma yok. Arif odur ki, zıtları birleyerek hedefe yürür. Yoldaki engelleri zıtların sayesinde açık olan gözü ile görür, basireti ile hisseder ve engelleri kaldırır bir bir. Başarı burasıdır. Zıtlarla birlikte yaşamak çatışma içinde ömür tüketmek değil, zıtları barıştırmak ve birlemek.

Zaten ‘her şey zıddı ile kaim’ değil midir? Bunun idrakinde olarak çalışmaya başlanılırsa, yardımcı Allah olacaktır.

Kaos gören göz, kaosu yaşıyor demektir, huzuru gören göz huzuru. Huzur ise ‘lütfunu hoş görürken, kahrını da hoş görmek’ten geçer. ‘Kahır’ ise, insanın içindeki kavganın barışa erememesidir. ‘Lütuf’ ile ‘kahır’ özelliklerinin tesiri insan içinde, derinliklerde yaşayan ikiz kardeş gibidir. Kardeşlerin çelişkisi, ev halkındaki gelişmeye tekabül eder. Sır çözülünce geriye sade ‘Huzur’ kalır. Bu nokta ise ‘feth’in sonudur. Fethin padişahına da ‘Fatih’ denir.

Öyle demezler mi, “insanın kendine yaptığını, düşmanı yapmaz” diye.

Şu kısa dünya hayatında, hiçbir sebep kavgaya değer değildir. Ta ki, ne istediği, ne yapmak istediği anlaşılsın. Bize göre yanlışları, eksiklikleri söylenir ve bir noktada birlik kurulur. Arzu edilen de budur.

Ahmet Bican Hoca’nın da belirttiği gibi; önümüzde duran en önemli konu, “vatanın bölünmezliği, ülkenin bütünlüğü konusudur. Ana dilde eğitim, demokratik özerklik, federasyon… Bunların hepsi ülkenin parçalanması vatanımızdan bir kısım toprakların ayrılması anlamına gelir.” HDP’nin amaçlarıdır Hoca’nın belirttikleri. Bu hedefleri savunan siyasal grubu kontrol altında tutmanın önemi günden güne önem kazanmaktadır. Bunun içinde, onları kendi bildikleri yönde serbest bırakmak değil, zapturapt altına almaktır. Onlara uzak kalmak değil, olabildiğince yakınlaşmaktır. Zaten fiziğinde genel kuralıdır: “Zıt kutuplar birbirini çeker.”

İş o ki, bu çekiş kuvveti sevgiyle, barışla, uzlaşmayla buluşsun.

İbn-i Arabî Hazretlerinin şu kelamını yazmadan geçemeyeceğim: “Yumuşaklık ve inceliğin, katı ve kaba olana nispetle daha kuvvetli olduğunu gördüm.”

Şuna kesin olarak inanırım: Türk düşmanlarının en büyük korkusu, büyük uzlaşmanın  -yumuşaklık ve incelikle- sağlanmasıdır ki, 1920’lerde başarılan da buydu.



21 Haziran 2015 Pazar

MHP Kapatılma Tehlikesindeyken, Ramazanlar!...


- “Ne alâka kardeşim, Ramazanlarla, MHP’nin kapatılması ne alâka?”

- “Dur, dur… Acele etme hele, hikâyeyi bir dinle, hak vereceksin.”

İnsan avlamanın en kolay yolu, onu açken yakalamaktır. Aslında bu yargının iki yönü var. Birincisi, kafayı çalıştırmak ve buluşlar yapmak için aç kalmak (tıka basa mideyi doldurmamak) bir yoldur ki, büyük adamların tercihi budur. İkincisi, aklı fikri midesinde olup ve Ramazan ayında zorunlu olarak aç kalanlar ki, bunların aklı asla çalışmaz, çözümleri isabetsizdir.

Düşünme yetisini kaybetmiş, hareket kabiliyetini yitirmiş, cevap verebilme özelliğini düşürmüştür. İddialı olarak söyleyebilirim ki, düşündükleri de, hareketleri de tamamen kendi aleyhine çalışır. Çünkü aklı midesinde ve sofraya konulacak taamlardadır. Etraflarındakinin de hiç aklına gelmez ikaz etmek. Çünkü onlarda aynı akıbetin kurbanları olacaktır.

Dikkatleri ‘kapatma’ sözcüğüne odaklarsanız, altındaki tuzağı görmez, kapatılmama telaşını yaşarken elinizde avucunuzda ne var-ne yok hepsinin çıktığını fark ettiğinizde çok geç olur. Ya Hû, bir adım ötenizde hayatınızı kurtaracak hazine var. Siz karnınızı doyuramama işkilinden kurtularak, bir adım sonrayı göremiyorsunuz. Doğruca hazineler rakibin kucağına uçuyor. Oysa sizin kısmetiniz, size bahşedilmiş zenginlikti, kaçırdınız fırsatı maalesef. Böyle zamanlarda uyanık olmak, tüm zamanlardaki uyanıklıktan evladır. Ayağınıza serilmiş kısmet zenginliğini, birkaç lokma uğruna tepmek, ne basiret amma!.

Şunu unutmayasın bir kere; sen ağzınla kuş tutsan yine de faşistsin kimilerinin gözünde. Daha dün ayaklarının altına alarak ezmek isteğindekiler bugünün fikirlerini dillendirmediler. Bizim bildiğimiz 50 yıldır aynı görüşü her toplantılarında, her konuşmalarında, hem de saklı gizli değil açık açık söylerler. Üstelik bunu söylediklerini bizler bildiği gibi, sizler de bilirsiniz. Lakin ne hikmetse, onların “nasılsa Müslüman olduklarını, nasılsa bir gün bizimle yakınlaşacaklarını” filan düşünür ve duymazdan gelirdik, gelirsiniz. Fırsatını bulup 13 yıl süreyle gücü ellerine geçirdiklerinde de aynı belagatla nasılsa Müslümanlar deyip, desteğinizi de esirgemediniz. Mesela, devlet dairesinde çalışan ve sizden olan bir kişiyi bile bırakın önemli mevkilere getirmeyi, terfi bile ettirmediler. Terfi ettirilenlerin de biatları alındı, Bozkurt’luktan, Akkurt’luğa intikal ettirildiler. Bunu bile göremediniz. Ne dinsizliğiniz kaldı, ne kafatasçılığınız, faşistliğiniz. Ya hû bir kişi bu kadar mı sağır olur? Bir kişi bu kadar mı unutkan olur?

Bakınız bunlar öyle yiğit, öyle yiğitlerdir ki, inanamazsınız;

Seksen öncesi karışıklık ülke sathına yayılmıştır. Üniversiteler karışıklığın merkezidir. Her grup bir okulu ele geçirme ve yerleşme çalışmaları yapıyor. Her grup dedikse, solcular (o zaman komünistler denirdi) ve Ülkücüler. Solun hâkim olduğu okullarda bu yiğitler genellikle solcuların kolları altına sığınırlar ve Ülkücülere karşı savaşa girerlerdi. Bir üniversitemizde durum neredeyse dengelenmişti. Çoğunluk solda olmasına rağmen, aktif ve ölümüne çalışan Ülkücüler okulda hâkim olmak üzereydiler. İşte bu yiğit dediğimiz kişiler bazı bölümlerde Ülkücülerin koruması altında derslerine girip çıkıyorlardı. Onlara kimse dokunamıyor, rahatlıkla derslerine çalışıyorlar, kantinden yemeklerini yiyorlar, kütüphanede rahatlıkla derslerini çalışabiliyorlardı Ülkücülerin koruması altında. İşte onlardan birisi;

Olayı bizatihi yaşayan kişinin anlatımıdır bu söyleyeceklerim;

Memleketinde tek başına yürüyorken ve kimsenin de olmadığı bir sırada, işte onlardan birisi olan yiğit, 20 kadar arkadaşıyla birlikte giderken karşılaşırlar ve arkadaşlarına emir vererek saldırtır. Olayı anlatan bir güzel dayak yer. Kaldırımda bir süre yatar ve ne kadar zaman geçmişse yavaşça doğrulur.

Şuna bakar mısınız, sayelerinde derslerine gir, yemeklerini ye, kütüphaneye gir çalış ve memleketinde tek başına yakaladığında 20 kişiyle saldır!.

İşte bu; bunların hali de bu, tavrı da bu, yapacakları da bu…

Kurun ortaklığı, üç gün süre içinde darmadağın olursunuz, perişan olursunuz, şeytanlaşmışlardır, derslerini şeytanlardan almışlardır.

Şeytanla dans etme niyetinde olanlara tavsiyemdir:

Öncelikle, şaytanlaşmak gerek.

Şaytanlaşamayanlar, şeytanla dans edemezler.

Unutmasınlar: “…payine damen dolanır!”

Dans, yolsuzluklarla başlar, BOP ile devam eder. Çözülmenin Türk Ruhu’na yüklediği yorgunluk makamındaki resitale geçerken, Beştepe’nin ağır baskılarından bunalarak ortaklığı bozmak da var. Ve erken seçim (ağaları tekrar seçim demişti). İşte kapanış sinyalleri. Bu durumdan sonra yapacağınız hiçbir şey kalmaz ki, AKP’nin MHP’yi getirmek istediği yer burası olabilir. Muazzam medya gücü, sahip oldukları sınırsız para gücüyle yapılacak propaganda ile son hazırlanır. Baraj altında kalacak MHP oyları AKP’ye akarken hedefe ulaşılmış olur. İkili parti sisteminin diğeri ise Türkiye Partisi sınıfına terfi ettirilmiş HDP. Birisi iktidarda, diğeri muhalefette kardeş kardeş ülkeyi götürürler. Kimin muhalefette, kimin iktidarda olduğu önemli değildir artık.

Ramazan açlığını midenizde değil, vücudunuzun ve nefsaniyetinizin her zerresinde yaşayın. Böylelikle uyanık olur ve geleceğe emin adımlarla gidersiniz. Açlık midenizde, aklınızda, aklınız çeşit çeşit yemeklerde kaldığı sürece kandırılmaya ve kapatılmaya mahkûmsunuz.



Beştepe Sakini’nin Beynine Girdim


“Herkes egosunu bir kenara koymalı, bir an önce ülkemizde hükümet kurulmalı ve devlette devamlılık esastır anlayışıyla devam edilmelidir.”

Beştepe Sakini böyle bir tiwit atmış. Televizyonlarda ısmarlanmış gazetecilerden birisi şöyle yorumladı: “Cumhurbaşkanı böyle bir mesaj vermişse, özellikle AKP dışındaki üç partiye egolarınızı bırakın diyorken, kendisinin bıraktığını da söylüyor. Eğer onlar iddialarından vazgeçmezlerse bir gün gelir O da ‘Ee ben söylemiştim’ deme hakkına sahip olur.”  Açıklamayı ve tehdidi aracı vasıtasıyla yapıyor, anlamayacak ne var!

Tabi yazıya giriş paragrafı olarak bunları yazdık. Bizim amacımız, beyin kıvrımlarının arasına daldığımız Beştepe Sakini’nin aklındakilerden neler kaptık, kısaca bakalım:

Yemin törenini takiben AKP Genel Başkanı olarak Ahmet Davutoğlu’na hükumeti kurma görevi verilir.

Davutoğlu partileri iki tur dolaşır. Koalisyona hiçbirisinin yaklaşmayacağı kesindir. AKP azınlık hükumeti kurulur. Güvenoyu alamayacağı kesindir. Davutoğlu istifasını Cumhurbaşakanı’na sunar. C. Başkanı, yeni hükumet kurulana kadar görevde kalması ister. Buraya kadar teamüller işlemiştir. Ve bu arada da 45 günlük süre dolmuştur, zaten amaçları oyalanarak bu süreyi doldurmaktır.

Cumhurbaşkanı hükumette AKP’liler olduğu halde erken seçim kararı alır. Ve kendisinin ‘Erken seçim değil, tekrar seçim’ dediği süreci başlatır.

Eski tas-eski hamam mantığı ile artık meydanlar Beştepe Sakini’ne açılır. Ve kaldığı yerden, açılışlar, teşekkür toplantıları, o salon senin, bu salon benim ziyaretleri, muhtar toplantıları, saray ziyafetleri… Derken seçim sath-ı mailine yeniden girilir.

Hedef tek başına AKP iktidarıdır.

Kullanılacak malzeme ise: ‘Ben demedim mi sizlere, bunlar beceremezler, koalisyonlar olmaz, çok kötüdür… gibi’

Uyanık olun. Az biraz uyukladığınızı görürlerse işletilecek plan budur.

Bakmayın egonun bir kenara bırakılmasından filan bahsedilmesine.

Açığa düşürüp tuş yapmak istiyor.




18 Haziran 2015 Perşembe

Allah’ım Basiretimi Artır


Arap olabilirsin,

Kürt olabilirsin,

Ermeni olabilirsin,

Boşnak olabilirsin,

Zaza olabilirsin,


Türk olamazsın.

Türk diye bir millet yoktur.

Türk olmak ırkçılıktır, faşistliktir, kafa taşçılığıdır.


Buyur buradan yak!...


Çanakkale’de olanlar önemli değildi,

Türkiye İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar, Yunanlılar, Ruslar tarafından işgal edilmedi.

Sevr diye bir anlaşma yapılmadı…

Mustafa Kemal önemsiz bir askerdi.

İstiklal Savaşı diye bir şey asla yapılmadı.

Lozan saçmalıktır.


1923 ümmetin yıkılış tarihidir.

79 yılda 6000 Km. yol yaptılar,12 yılda 16000 Km yol yaptık.

Yol yapılan yerde yolsuzluk yapılamaz!


Camileri yıktılar, İmam Hatip okullarını kapattılar,

Başörtülü bacılarımı okullara almadılar,

Bunlar PKK’nın, Paralel Örgütün ortakları,


Daha başka nasıl anlatılır?

Şuna inanırım.

Herkes kendini söyler.


17 Haziran 2015 Çarşamba

Koalisyon, Şartlar ve Eleştiriler…


Kılıçdaroğlu’nun ileri sürdüğü şartlar bunlar, itirazım yok. İlaveler olabilir ama çıkartılabilecek madde yok. Görüşmelere bu maddelerden başlanılabilir. Sanırım kolayca da biter.

* Can ve mal güvenliğini güvence altına alacak bir hukuk sistemi.
* 12 Eylül darbe hukuku acilen değişmeli, yüzde 10 seçim barajı kalkmalı.
*  Siyasi Ahlak Yasası derhal çıkmalı, siyaset zenginleşme aracı olmamalı.
*  Cumhurbaşkanı, kesinlikle ve acilen anayasal sınırlar içine çekilmeli.
*  Cumhurbaşkanı, başbakandan gizli örtülü ödenek kullanamaz kaldırılsın.
*  Kavgadan uzak ve barış eksenli yeni bir dış politikaya ihtiyacımız var.
* Türkiye’deki hiçbir meydan, genç kuşaklara asla yasaklanmamalı.
* Yolsuzluklarla mücadele, olmazsa olmazımızdır. 

NOT: Bülent Arınç, bu maddeleri eleştirirken, içinde ÇÖZÜM kelimesi bile yok bu nasıl zihniyet gibi bir şeyler söyledi. Şimdi ona sorarız, 7-8 senedir çözüm, çözüm diye başımızın etini yediniz. Haydi sen söyle bakalım nedir şu çözüm denen şey? Söyleyemez çünkü o da bilmiyor. En başı bile bilmiyor.

Biz söyleyelim. Çözüm denen şey nihayetinde, federasyonlaşmadır, bu durumda bölünmeye kadar gider. Bunu söylemeye dilleri varmıyor. Yok, silahları gömün, yok çatışmayı sonlandırın filan gibi güzel ve herkesin kabul edebileceği laflarla geçiştirilecek değildir. Nihayetinde BÖLÜNME vardır.

****

Ahmet Sever’in kitabını okuyamadım henüz.

Basına yansıyan ve dün akşam TV’de yapılan röportaja göre, geçmiş 12,5 yıl, ÇADIR DEVLETİ gibi yönetildiğimizin resmidir.

Hani çok söylerdi ya, ‘bunlar 5 tavuğu güdemez’ diye. Anlaşılmış oldu ki, kendileri de 2 tavuğu bile güdecek vasıfları yokmuş.

Hele durun, daha yeni başladı söylenmeler. Şu mamalar bir kesilsin, kimler, neler neler söyleyecek. Hepsinin sırtlarındaki yük ağır gelecek ve söylenmeye başlayacaklar.

Zaten %52 ile seçilmiş olmasını özellikle vurgulamalarının sebebi de budur. Onlar seçilince milli irade, başkaları seçilince bu millet bir şey bilmez.

Öyle derlerdi: Benim partim seçilirse demokrasi çok güzel bir sistem!..

****

Şeytanla dans etme niyetinde olanlara tavsiyemdir:

Öncelikle, şaytanlaşmak gerek.

Şaytanlaşamayanlar, şeytanla dans edemezler.


Unutmasınlar: “…payine damen dolanır!”

16 Haziran 2015 Salı

Ahlak Fakirine, Dürüstlük Telkini


“Ben ahlak söylemleriyle yaşamayan bir insan olarak son yıllarda Türkiye’nin gittikçe muhafazakârlaşmasının ve aile değerlerinden konuşulmasının artmasını izliyorum. Aynı zamanda görüyorum ki, bu söylemler yaygınlaştıkça ahlaksızlık, ilkesizlik ve terbiyesizlik de artıyor.” (Serdar TURGUT)

Büyük bir vukufiyetle yapılan bu tespite katılmamak mümkün mü? 13 yıldır muhafazakâr söylemlerle yatıp-kalkıyoruz. Gazeteler, televizyonlar vaaz saatinde. Siyasiler cami önlerinde, mezarlıklarda siyaset salvoları atıyorlar. Dinin tek göstergesi haline gelmiş olan sakallılar, her köşe başını tutmuşlar, ahkâm kesiyorlar. Siyaset meydanlarında Kur’an’ı Kerim siyaset metaı haline getirilirken, ayetler, hadisler okumalar gırla gidiyor. Ya, Serdar Turgut’un söylediği gibi, bu gösteriler arttıkça ‘ahlaksızlık, ilkesizlik ve terbiyesizlik’ de yaygınlaşıyorsa! Nerede kaldı sizin Müslümanlığınız?

Kuru softalık gösterilerinden bıkmadınız mı daha. Bu gösteriler yalandır, insanların zihnini bulandırmaya yöneliktir. Kandırmacadır. Bırakın toplumu, kendinizi daha ne kadar kandıracaksınız?

Turgut, tevazu ile söylemeye çalışsa da, gerçek bir ahlakın temsilcisi olarak karşımızda duruyor. Yalan söylememeye çalışan birisi, durmaksızın Müslümanlığını öne çıkartan ve fakat yalan söyleyen birisinden evladır. Ünlü sanatçımızın söylediği gibi, ‘yılandan korkmam, yalandan korktuğum kadar’ deriz.

Sosyal doku yara almışsa, o toprak çoraklaşmış demektir ve üretime imkân vermez. Diplomalı mezunlar çıkar okullardan hiçbir işe yaramayan. Kuru bir Allah lafzı dudaklarda, vakitlerde camilere koşturan, abdestsiz yere basmadığını söyleyen fakat terazisinin, hesabının ucunu daima kendine çeviren sahtekârlar üretirsiniz. Çünkü toprağın tabiatı ancak ona müsaittir. Siz gübresini, suyunu verdikçe, çapasını yapıp, ayrık otlarını temizlemeye çalıştıkça olmayacak, olmadığını göreceksiniz. Toprak size zehirli ürünler sunacaktır.

Yapılması gereken nedir?

Taa, en baştan başlamalı işe, en baştan.

En baş neresi biliyor musunuz?

Taa düğün gecesine kadar gider bu en baş lafı. Oralara kadar gider ve başlangıcı orasıdır.

Ya çorak toprakla uğraşıp duracaksınız, ya da toprağı işleyip, zararlı elemanları önceden uzaklaştırarak, toprağı üretir hale getireceksiniz. Başka yolu yoktur. Kaynak İnsandır!.

Hele bir başlayın Besmele ile, sonu gelir!..

****

Biz bu yazımızı yazıp postaya hazırlarken Elazığ’dan gelen tecavüz haberiyle yıkıldık.

Anladım ki, bu toplumdan (Yaşar Nuri Öztürk ‘Kötülük Toplumu’ diyor)  hiçbir şey olmaz.

Geniş çaplı bir felaket yaşanması,

Ve yeni baştan,

Söylediğimiz gibi yeni baştan başlanılması iktiza edecektir.

Doğruyu, Allah bilir.


13 Haziran 2015 Cumartesi

“Sivas’ın Doğusu!”


Biliyorsunuz başlığın devamı şöyledir; “Sivas’ın Doğusu‘na gidemiyorsunuz. Siz Türkiye partisi değilsiniz.” Haydi bakalım, artık sizde Doğu’da yoksunuz. Hem öylesi bir yokluk ki, silip süpürüyor, ne var yok hepsini sahipleniyordunuz. Çok söylenen şu ‘Üst Akıl’ meselesi. Türkiye’de solun bir dağınıklığı vardı, bundan yararlanarak, Terör örgütünün versiyonu olarak değerlendirilen BDP’den kurtulup önce isimlerini HDP yaptılar. Genel Başkan’a (eş başkan) özel bir surette hazırlanmış, avlama maskesi giydirildi. Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili genel seçimlerinde bu maskenin epeyce işe yaradığı da anlaşıldı.

Oyunu 2013 yılının Ağustos ayında tespit ve deşifre etmişiz. “İki Partili Sistem: HDP ve AKP” başlıklı yazımızla. İşte, bbc.com (Türkçe) sevinç içinde HDP artık Türkiye partisi haberini veriyor. Demirtaş’ta kendi sitelerinde “HDP dışında Türkiye partisi yok” tespitini yapıyor. Büyük büyük yazar kılıklı adamlar öteden beri HDP’nin Türkiye partisi olması gerekliliği üzerinde fikir oynatıyorlardı. Zaten, seçimlerden evvel de söylediğimiz gibi, romantik solcularımız, neo liberallerimiz ve AKP’den sıtkı sıyrılmış bazı hodperestler HDP’yi destekleyeceklerini bildirmişler ve bu yönde çalışacaklarını ifşaa etmişlerdi.

Bu duruma nasıl gelindi dersiniz?

Bu durumun yaratıcısı, geliştiricisi, büyütücüsü Tayyip Erdoğan’dır. BOP politikalarının bir sonucudur. CHP’den alınacak oylarla HDP’yi güçlendirmek, MHP’den alınacak oylarla da AKP’yi sağlamlaştırmak. Böylece bu iki partiyi sıfırlamak ana hedef. Ne lazımdı bunun için? Sermaye desteği, güçlü bir medya desteği, ABD ve Batı’nın kesintisiz desteği. Hepsi sağlandı bunların. Öylesine sağlandı ki, son üç aydır mesela CHP ve MHP haberleri verilirken ekranlarda ya Erdoğan, ya da Demirtaş resimlerinin gösterilmesi herkesin malumudur.

Sol tandaslı bazı aklı önde gidenlerin ala-yı vala ile HDP reklamları yapmaları, Demirtaş’ı sazlı-sözlü ekran fenomoni haline getirmeleri, harcanan devasa paralar hepsi söylediklerimizin ispatlamaya kâfidir.

Çok önemli bir hususta, Erdoğan ve Davutoğlu’nun meydanlarda rakip olarak Selahattin Demirtaş’ı seçmiş olmalarıdır. Din, diyanet, İmam Hatip okulları, Gezi gösterilerinde sadece karşısına yalnızca Demirtaş’ı almaları, Demirtaş’ı anarken ‘Paralel Yapı’ ile birlikte hatırlatması gibi konular, tek rakip olarak Demirtaş’ın seçildiğini anlatır. Böylece karşısında yalnızca HDP kalacaktır. Öyleyse AKP’ye oy vermeyi düşünmeyenlerin yolu doğruca HDP’ye. Nasıl şeytani zeka, nasıl oyun ama!.. Dikkatle takip ediniz, bazı solcularımız, yandaş ağızlarımız ekranlara çıktıklarında, artık solu HDP’nin temsil ettiğini büyük bir hazla anlatmaktadırlar. Bu zevkin temelini ve nedenini iyi anlamak lazımdır!

Öylesi bir oyundur ki, sıklıkla söyledikleri ‘Üst Akıl’ programlanmasının dışında başka bir planlayıcı düşünmek mümkün değil.

Şimdi ağlıyor(mış) gibi yapıyorlar ya, inanmayın, buradan yeni bir mağduriyet yaratmaya çalışıyorlar. HDP çözüm ortaklarıdır. İster hükumete girsin, ister dışarıdan desteklesin, isterse de en sıkı ve sert muhalefetini yapsın bunların bir önemi yoktur. Tam da düzenleyici kuvvetlerin ve BOP eş başkanlığının istediği de budur. Hedefte: Türk’ü dağdan, taştan, anayasadan silmek var.

Evet, Atatürk’e nefreti yükselttiler, Bayrağın önemsizliğini kabul ettirdiler, Başka dillerin de resmi dil olabileceğini ekseriyete kabul ettirdiler, federasyon da olabileceğini hazmettirdiler, bayrak şairimizi bile yasakladılar… daha ne olsun!..

Evet, siz de Sivas’ın Doğusu’nda yoksunuz. Daha acısını da söyleyelim. Öylesine yoksunuz ki, sandık başında görevlendirdiğiniz AKP’liler bile kendi sandığında oy vermemişlerdir. Onlar bile artık sizi istemiyorsa, kendi yarattığınız canavarın güçlü elleri arasında boğulmaktasınız… bari, size bir türkü önereyim:

“Kendim ettim, kendim buldum…”


11 Haziran 2015 Perşembe

İkazlar Doğru Okunmalıdır




Görüyorum ki, AKP ile koalisyon kurmak üzere bazı akıllılar harekete geçmişler. Nitekim sevdiğimiz bir gazeteci arkadaşımız, “MHP içinden bazı kişilerin teşkilatlara telefon açarak Genel Başkan’ı AKP ile koalisyona zorlamalarını” istediklerini yazmıştır. Dilden dile, elden ele dolaşan bilgilere göre de, MHP’nin istekleri ve hatta istediği Bakanlıkların ismine kadar söylenip, yazılıp ve çiziliyor. Bazı sosyal medya sayfalarında arkadaşlarımız da bu yönde fikir beyan etmektedirler. Hatta sözü edilen koalisyona şartsız-şurtsuz hemen atlanılmasını bile önerenlerle karşılaştık. Bir dostumuz da, “iktidara susamışlık” dedi. Son yorum çok tehlikeli mecraları anlatır. Eğer böyleyse, asla ve kat’a koalisyonlarda ortak olunmamalıdır derim. Ki, öncelikle böylesi bir vehmi, nefsi düşüncenin tedavi edilmesi zorunluluktur.

Çözüm anlamından olmak üzere;

Koalisyon demokrasi içinde bir çözüm alternatifidir. Niye olmasın. Devlet elbette hükümetsiz bırakılmayacaktır ve bu aşamada her partiye düşen görev yerine getirilecektir. Lakin bin düşünüp bir karar vermek, bin düşünüp bir konuşmak genel ve toplam menfaatlerin gereğidir. Hata yapılmadan, yanlışa düşülmeden, doğru ve Hakk yanında bir karar verebilmek için, müşavere yolunun açık bulundurulması ve müşavere heyetinin her birerlerinin fikirlerine itibar edilmelidir.

Sadece görüşülen kişilerden fikir edinmek yolu da değil. Hakk her cihetten, her varlıktan, herkesten mesajlarını gönderir. Bu mesajlara da kulak açmak ve değerlendirmek doğruya yürürken önemli veriler sunacaktır.

Bu anlamdan olarak ilk düşünülmesi gereken problemlerden birisini dün basına açıklama yapan Bülent Arınç söyledi. Üzerinde saatlerce düşünülmesi gereken söz şudur:

"Çünkü biz iktidara mahkûm ve mecbur bir partiyiz, biz iktidar olmalıyız.”

Bu cümlenin manası, anlattığı (şey), ne demek istediği AKP ile ortak olmak isteğindeki partiler ve arkadaşlarımız tarafından iyice anlaşılmalıdır.

Aksi halde ileride duyulacak pişmanlıklar, hiçbir işe yaramayacaktır.

Ancak, mecliste büyük çoğunluğu sağlayan partinin bir oyalama, beyinleri yorma niyetinde olduğu piyasaya salınan haberlerden çıkarılmaktadır. Bu aşamada tek başına iktidar için lazım olan 18 milletvekilinin transfer edilmesi yolunun deneneceğinin, milletvekillerine hayallerinde bile göremeyecekleri imkânların önlerine serileceği ihtimalinin de göz önünde bulundurulması, bu konuda ihmallere yer verilmemesi safların sıkılaştırılması âcizane önerimizdir.

Etraftan gelen küçük ikazlara kulak kapatılırsa, dünyanın gidişatı anlaşılamaz.

Hakk daima doğru yolu gösterir.

Vesselam…


10 Haziran 2015 Çarşamba

Toplam Aklın Teveccühü


Herkesin yapacağını biz de yapalım, diye bir düşünceye kapıldım. Fakat bunun yanlışlığını bildiğimden hemen vaz geçtim. Biz yine anladığımızı, bildiğimizi sandığımızı söylemeye çalışalım:

Seçim sonuçları hakkında uzmanlar ahkâm kesiyor, biz kim oluyoruz ki?

Şunu kimseden duymadım: sahaya inen Cumhurbaşkanı, %52 ile kazandığı seçimi, bu kez %40’a kadar düşürdüğünden, meşruiyetini kendi kendine tartışmaya açmıştır sonucunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bağımsız olduğunu söyleyen dilbazlar nedense bu konuya dokunamıyorlar. Akıllarına geliyor, lakin bir türlü söyleyemiyorlar. Çünkü hala parasal kaynaklarının, oturdukları makamlarının, sahip oldukları şöhretlerinin onun elinde olduğunu ve bir süre daha o ellere mahkûm olduklarının farkındalar.

Yenilenleri kesin olarak ayırmak zorluğu var. Şöyle ki; seçim, siyasi partiler arasında olmadı. Devletin bütün gücüyle, havuz ve merkez medyanın bütün imkânlarıyla iktidar partisinin arkasında olarak, üstelik diğer siyasi partilerinin sırtına binerek ve gittikçe ağırlığını artırarak yarışa mecbur edilmeleri adaletsizliğin kesin tarifidir. Öyleyse, yenilen tarafları açık bir dille ortaya koymalıyız.

1. Aslında tek büyük kaybeden, Cumhurbaşkanı’dır. Oylarında toplam da %12’lik bir kayıp görülmüştür ki, daha 7 ay evvelki sonuca göre bir ölçüm.

2. 12,5 yıldır ezici bir çoğunlukla iktidar koltuklarını dolduran siyasi parti gücünün çok önemli kısmını kaybederek, tek başına iktidar olma imkânını yitirmiştir. Bu noktada söylemeliyiz ki, kısa bir süre Başbakan’lık görevini yapan Ahmet Davutoğlu, seçimlere iddialı ve anlamsız iddialı girerken “tek başına iktidar olamazsam istifa ederim” dediğinden ve sözünde de duracağından emin olduğumuzdan, artık önümüzdeki yıllarda Davutoğlu’nun siyaset arenasında sadece yardımcı oyuncu olarak göreceğimizi tahmin etmek zor değil. O halde Davutoğlu’nu kaybedenler sırasına yazmak hakkımız olacaktır.

****

Bu yazacaklarımız muhalefet partileri (CHP ve MHP) için ortak satırlardır: ekonomi uzmanlarının gördüğü kadarıyla ekonomide büyük çöküş beklentisinin olduğu, eğitim sisteminin tarumar edildiği, adam kayırmacanın pik yaptığı, hırsızlıkların ayyuka çıktığı, devlet imkânlarının iktidar partisinin lehine hoyratça kullanıldığı, iktidar yöneticilerinin edep sınırlarını aşarak hakaretlerini yapması ve hatta yalanlara başvurduğu bir ortamda aldıkları oyları önlerine koyarak düşünmeleri gerekmektedir.

Her iki parti de bırakın oylarını artırmak, kendilerine oy veren gerçek seçmenlerinin bir kısmını yeniden kendilerine oy vermelerini bile sağlayamamışlardır. (Buradaki sorunun analizi ayrı bir çalışma meselesidir.)

****

3. CHP ve genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, önüne serilen imkânlar göz önünde bulundurulduğunda büyük bir hayal kırıklığıdır. Kendi öz seçmeninin bir kısmını bile kendine oy vermeye ikna edememiş bir durumdadır. Sebep ne acaba?

a) Kemal Derviş: Üçlü koalisyon döneminde Türkiye’ye nasıl gönderildiği kamuoyunca malum. Tamam, ekonomideki yapısal düzenlemeler açısından başarılı bir süreç yaşadı. Lakin koalisyonu bozan oydu, birlikte hareket ettiği arkadaşlarına ihanet eden oydu, milletvekili seçildiği CHP’den ayrılarak küresel güçlerin teklif ettiği görevi kabul eden oydu… Bu halde, neden ısrarla Kemal Derviş!

b) Merkez Türkiye Projesi: Çözüm süreci safsatasıyla ülkenin bölünme aşamasına getirildiği bir zamanda, kendine has kanununun olduğu bir sanayi, bilim ve ticaret merkezinin hayata geçirileceğinin proje olarak sunulması ne anlama geliyordu? Ülke içinde ayrı bir kanton, ayrı bir özerk (adeta ülke kurulması) milletten onay almamıştır. Zaten, eleştirilerimizi seçim sonrasına bırakmıştık ve bu konu çalışmaya değer. Ve asla milli, yerli değil, bilakis dış güçlerin dayattığı zararlı bir proje, nitekim onay almamıştır ve bence ağır yenilgiye sebep olmuştur.

c) Kürt Meselesi: Hem iktidar partisi ve hem de CHP Kürtleri bir sorun olarak görmektedirler. Oysa sorun olan Kürtler değil, terör silahıyla Kürt Bağımsızlığının dayatılmasıdır. Burada kullanılan PKK’dır. Şimdilerde Suriye içlerinde yeşertilen PYD ve Türkiye içinde bizatihi iktidar eliyle yeşertilen KCK’dır. Terörle mücadele, yasal kurumlarla karşılıklı görüşme teklifini bir türlü yapamadı CHP. Şimdi sonucunu yaşayacaktır.

4. Asla bir başarı olarak göremiyorum MHP’deki ufacık bir oy artışını. Mesela, İstanbul’daki %2 civarındaki artış! Oysa okyanus üzerindeki kelebek kanadı çırpışı sahilde fırtınalara sebep olurdu? Ne oldu? Niye Anadolu’ya İstanbul’daki artış tesir etmedi? Bunun incelenmesi gerekir. Kişisel tahminlerin öngördüğü oy oranına sahiptir MHP. Ancak, buna rağmen kaybedenler arasında saymak da kalemin namusudur.

Bu aşamada şunu söylemeliyiz: bazı kanallarda yorum yapan özellikle yandaş ağızlar, gelecekte bir AKP ve MHP koalisyonunun göründüğünden bahsetmektedirler. Böyle bir tuzağa düşülmemelidir. Böyle bir ortaklık kurulursa, bunun adı temize çıkarma ortaklığı olur.

Parti içi gelişmeler hakkında görüş bildirmek haddimiz değildir, lakin bu yönde gelişmeler olacağı malumumuzdur.

****

HDP’ye ayrı bir paragraf açmak lazımdır. Seçimin gerçek galibidir. Salt HDP’yi düşünecek olursak, bu noktada kazanan BOP eş Başkanlığıdır. Gerçekten vazifesini çok ama çok güzel yapmıştır. HDP’nin başarısının altında Tayyip Erdoğan ve BOP vardır.

****

Seçimlerin sonucu şudur:

13 yıldır astığım astık, kestiğim kestik yönetimini sürdüren iktidara önemli bir ders verilmiştir.

Hak kazanmıştır. Demokrasi kazanmıştır.

Kendisinde sonsuz güç vehmedenlere ağır bir ders verilmiştir.

****

Artık yapılması gereken şudur:

Yarından tezi yok:

Anadolu adım, adım gezilerek ve meydanlar asla ihmal edilmeden halka her şey en ince ayrıntısına kadar anlatılmalıdır.

Olan olmuştur…

Önümüze bakalım.


9 Haziran 2015 Salı

Seçimler Hürriyet

Saygı duyduğum bir yandaş! Yazar şunları söylüyor:

“Hür seçimlerin olduğu ülkelerde takdir halkındır. İsterse tek başına iktidar verir, isterse “aranızda anlaşın, uzlaşın” diyerek bir başka seçeneği zorlar.” (Abdullah Muradoğlu, 8 Haziran, Y.Şafak)

Cümlenin başındaki ‘hür’ kelimesini yazmasaydı, anlam sıfırlanacaktı. Temelde doğru mana ifadesi.. Lakin iki gün önce yapılan Türkiye seçimlerinin, ‘HÜR’ bir ortamda yapıldığını söyleyebilir miyiz?

Yalan, iftira, gıybet, tehdit, küfür gibi süfli hal ve hareketlerin, sözlerin bulunduğu ortamlarda hürriyet doğar mı?

Hakkı ve yetkisi olmadığı halde, kendinde güç vehmederek ve bu gücü kötüye, yanlışa ve anayasa aykırı olarak bir siyasi parti lehine kullanmak hürriyet kelimesi ile ifade edilebilir mi?

Yasalarla belirlenen televizyonların siyasi parti haberlerinin yayınlanma sürelerine uyulup uyulmadığının kontrollerinin yapılmadığı, uymayanların ikaz edilmediği, yasaların uygulanmasının sağlanmadığı ortamlarda hürriyet ten bahsetmek ne kadar da doğrudur?

Devletin kaynakları, memurları, alanları bir siyasi partinin lehine kanalize edilirse hürriyet nerede kalır?

Öyleyse;

‘Hürriyet’, ancak HÜR adamların idaresinin altında gerçekleşir.

Hür adam demek, bütün korkularını bir kenara bırakmış adam demektir.

Bu durumu müşahede edebilen var mıydı acaba, ya da soralım Sayın yazara, siz müşahede edebildiniz mi acaba?


Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...