Televizyon seyre
daldığımızın bile farkına varmadan, gece yarısını etmiştik. Film, ‘son’ bildirimini
yazana kadar, uykusuzluktan yanan gözlerimize inat ‘acaba esas oğlan ne yapacak’
merakıyla
sonuna kadar oturmuştuk. Uyku vakti diyerek, uyuşmuş ayaklarımız üzerinde
sekerek ama alt kattaki komşularımızı da rahatsız etmemeye özen göstererek
yatağa doğru gitmiştim. Saatin alarmı çaldığında henüz uykusunu alamamışların
haliyle, biraz da nefretle yataktan çıkmaya mecbur olduğumu düşünüp, hızla
kalkarak tıraş, duş, giyinme ve alel-usul üç beş lokma kahvaltı yapılarak,
koşar adım dışarıya savrulmak ve iş yerine götürecek servis otobüsünün saatini
kaçırmamak.
İş başı. Alışılagelen
davranışlar. Günaydınlar, çay lütfen, iyiyim, iyiyim sen? Lakırdıları. İmzalar,
telefon sesleri, birisinin kızarak “müdür beyle görüşeceğim”
tehditleri. Öğlen yemeği için ara. Yemek sonrası yarım saat kadar parkta
gezinti. İş saatini kaçırmadan geri dönüş, çaylar, sohbetler, imzalar, müdürler..
genel müdür eleştirileri, hükumet kurmalar, hükumet yıkmalar ve akşam mesai
sonu.
Servis otobüsü ile eve
dönüş. Yemek, balkon muhabbeti. Çay, kahve sırası ve televizyonda bir film
(veya dizi filim) aramalar… uyku vakti, yatak…
İşte bir günümün özeti.
Aaa, ne garip! Dün de,
önceki gün de, bir ay evveli de, üç yıl evveli de… hep aynı hayat, hep aynı
minvalde gidiş gelişler.
Benim hayatım bu.
Yaş, kemaline erince
anladım ki, bu tür bir hayattan bir bok olmuyormuş. Hep yalan, hep lüzumsuz,
hep işe yaramayan ne varsa onların peşine düşülmüş.
Hep unutulan, hep ihmal
edilmiş bir yanı varmış hayatın.
Varmış, lakin iş işten
geçmişti.
Artık bu saatten sonra
yapılacak da bir şey kalmamıştı.
Kısaca, hayvan gelip,
hayvanca yaşadık ve hayvan gibi gideceğim bu dünyadan.
İş hayatından emeklilikten
sonra, geriye dönüp hatırladıkça geçmişi bir güzellik bulamıyorsun. Yaşadıklarımız
olmasa ne olurdu hiç, yaptın da ne oldu hiç…
Ya, neler yapılmalıydı?
Şunu fark ettim; insan
doğumuyla birlikte, köleliğe alıştırılıyor.
Aile, çevre, okullar,
öğretmenler hep iyi insan ol, yararlı insan ol, işini iyi yap, bol para kazan,
evler al, otomobiller al, çocuklarını yetiştir, onları yüksek mekteplerde okut,
iyi para kazansınlar…
Derken, talep edilenlerin
kölesi olup ve ne emir verilmişse onun dışına çıkamadık. Geçmişte yaptığımız
her iş, her eylem, her ne var ise tamamı, çevrenin, dışarının beynimizi
yıkamaları dolayasıyla içselleşmiş ve benliğimizde huy, alışkanlık olarak oturmuş,
insanın sonsuz hayat geleceğinin kurulmasına dair hiçbir katkısı olmayan,
malayani şeyler.
İyilikte olmak, iyiliğe
katkı olmazsa olmazıdır dünya evinde insanın. ‘İyilik’, kötülüğün karşıtı olarak değil, olmazsa
olmazıdır huzur içindeki hayatın. ‘Kötülük’,
iyiliğin bulunmadığı andadır, yerdedir. Olması lazım gelen ‘iyilik’tir. Yoksa
karşıtı zuhura gelmektedir. Susuzluktan yanmak üzere olan bir fidana su
vermemek, iyiliği yapmamaktır, bu iyiliği yapmamak ise kötülüktür. İyiliğe
yöneltmek, çocukluktan başlayan bir meslek. Her ana-babanın çocuklarından
istediği ve olunmasını arzu ettikleri halin adı. İyi yaşamak, iyilik doğurur,
kötü yaşamaksa kötülük. Peki, yaşamanın iyi veya kötü olduğunu nasıl tefrik
edebiliriz? Bu zor bir sual. Her insan bulunduğu duruma göre ayrı bir tanım
geliştirebilir. Herkesin iyisi de, kötüsü de ayrı olabilir. Ama bir ortak
tanımda buluşmak da mümkündür. Ortak tanımın öznesi ise Hak olmalıdır. İnsan
Hakk ile halk edilmiş olmakla, Hakk’a yönelişin iyilikler, uzaklaşmaların da
kötülükler neşet ettireceğinde buluşmak zor olmayacaktır. Burada bir nokta var
üzerinde düşünülmesi gereken; yukarıda hayatın boşa geçirilmiş olduğunu
söylemekle, aileden, çevreden ve okullardan iyi insan olmanın tembih edildiğini
ve onun için çalışıldığını ve o minval üzere hayatın devam ettiğini
söylemiştim, yine de boşa geçirilmiş olduğunu söylemek çelişki gibi görünüyor.
Ama değil;
İnsan ne gibi işleri ve
tarzı hayatına içselleştirmiş ve huy edinerek hayatında bir süreğenlik
kazandırmışsa, bunlar insanın sonsuzluk geleceğinde, araştırmalarımız sonucu
anladığımıza göre, birer engel oluşturmakta. Ne gibi bir ihtiyacı, alışkanlık
eseri yapıyorsa istenmeyen bir olgu olarak kabulü gerekir. Kaldı ki, hayat
üzerinde alışkanlıklar değil, akıl ile tartarak yapılması gerekenler veya
yapılmaması gerekenlerin tefrik edilmesi ve hayata geçirilmesi ile
yapılacak ve yapılmayacakların bilinçli olarak ve insanca yapılması en doğru
olanıdır.
Bu konuda bir miktar
Esma-ül Hüsna çalışması yapmak önerilmektedir.
Nasıl çalışılacak?
En doğrusu, bu ilimleri
hıfzetmiş ve imtihanları geçerek, çalışmaları yaptıracak makama yükselmiş,
işinin ehli bir İnsan-ı Kamil aranıp, bulunarak talim, terbiye ve tedrisatına
dâhil olmak gerekecektir. (Aramak için yola çıkılmalı ve talebiniz
iletilmelidir. Gerisi kolay, Onlar Duyarlar ve sizi bulurlar!)
En doğrusunu Allah bilir.