Otobüsün şoförü çömelerek
oturmuş vaziyette başını ellerinin arasına koymuş, hem sigarasını
tellendiriyor, hem de yanındakilere laf yetiştirmeye çalışıyordu. Belli ki
sıkılmış bir hali vardı, yanındakilere haydi binin arabaya dedi. Ayağa kalktı.
Uzun uzun baktı yan tarafındaki ayakta duran adama, sanki bir yerlerden
tanıyormuş gibi düşündü, hatırlayamadı.
“Kaç kişi daha gelirse
hareket edersiniz”? dedi adam.
“Ooo.. daha yirmi kişi
gelmesi lazım” dedi şoför.
“Hımm.. peki bir adam binse
hareket eder misiniz?”
“Olmaz.. dolması lazım.”
“İyi öyleyse biz de
bekleriz. Sen bilirsin”. Dedi, adam.
“Haa… bak şimdi.. ‘sen
bilirsin deyince değirmende kavga olmazmış… sen nerelisin?”
“Değirmenin olduğu yerden.”
“Değirmen…” derin düşünce
vaziyetine girdi şoför, “Allah, Allah… bu memleketin her yerinde, her köyünde
bir değirmen vardır. Sen neredensin?”
“Değirmenin olduğu yerden
dedik ya!
Söyle bakalım, değirmende
ne yapılır.”
“Ne yapılacak, buğday
öğütülür ve un yapılır.”
“Hah, bizim değirmen de
adam öğütülür… ben oradanım işte.”
“Olmadı şimdi” dedi şoför,
“olmadı, iyice karıştı kafam, ben bunu bir hoca efendiye sormam lazım, bizim
hoca akıllıdır, okumuştur, o şıp diye bilir ve verir cevabını.”
“tamam, yarın görüşürüz. Haydi,
binelim bakalım otobüse.”
Bir süre sonra otobüs
hareket etti ve gittiler.
Ertesi gün neler oldu,
şoför hoca efendiye sorabildi mi, cevabını alabildi mi bilmiyorum. Ama şoförle
birlikte kafası karışan birisi daha vardı orada. Ben.
‘Adam öğütülen değirmen’ hikâyesi
basbayağı kafa karıştırmıştı. Adam şaka mı yapmıştı, ciddi miydi?
Anlaşılamamıştı. Öylesine söylenip geçilen bir konuşma olamazdı bu. Sır
saklıymış gibi geldi. “Adam öğütmek!” tanımı günlerce beynimi kurcaladı durdu.
Araştırmalar, soruşturmalar
ve düşünceler iki sonuca ulaştırdı beni.
Birincisi; memleketimizde
yetişmiş insan gücü, kendini geliştirmiş beyin gücü vardır. Devletin veya özel
sektörün kıymetli elemanlarıdır bunlar. Öyle bir zaman ve durum meydana gelir
ki, bu beyinler küstürülürler veya işten el çektirilirler. Onların yerine ehil
olmayan ucube tipler getirilir, bu tipler onun-bunun adamı, falanca-filanca
cemaatin üyesi, iktidar partisinin elemanları olabilirler. Böylece, yetişmiş
ehil adamlar öğütülerek, memleket, millet onların beyinlerinden ve
verebilecekleri eserlerden, hizmetten mahrum bırakılmış olur. Ehliyetsiz
ellerde, hoyrat işler yapılır, vatan-millet zararına. Özellikle ülkemizde
sıklıkla karşılaştığımız bir durumdur.
İkincisi; tamamen dünyaya
gelişin hikmeti ve sebebidir. Milyarlarca beşer gelir dünyaya, insan olarak
giden kaç kişidir acaba? Sanırım ‘adam öğütme’ tanımı bu anlamda
kullanılmıştır.
“Değirmene beşer atılıyor
ve adam olarak çıkıyor!”
Anlatılmak istenen bu olsa
gerek.
Bir makalede okumuştum
hatırlayabildiğim kadarıyla şöyleydi cümle: “Beşer, İlâhi isimlerin tamamını ortaya çıkarma istidadına sahip olan
varlığın adıdır.” Öyleyse, şu cümleyi rahatlıkla söylemek
mümkündür. İnsan, ilâhi isimlerin tamamını ortaya çıkarmış varlıktır.
“Nitekim, içinizden Rasûl irsâl ettik; âyetlerimizi size tilavet
ediyor, sizi arındırıyor ve Kitabı, Hikmeti ve bilmediklerinizi öğretiyor.”
(Bakara/151)
Ne için tüm bu çabalar?
Elbette İnsan olabilmek.
“Ey Müddesir! Kalk da uyar!” (Müddesir/1-2)
Hizmet kesintisizdir. Her daim,
her hizmette bir görevli olmalıdır ki, adaleti ile hüküm sürülsün. Adaleti adil
olarak dağıtılsın.
Okullar kurulmuş, birinci
sınıfa kayıtlar yapılır. Öğrenilir. Diploma alınır. Orta öğretime kayıt
yapılır. Öğrenilir. Diploma alınır. Yüksek okula kayıtlar yapılır. Öğrenilir.
Diploma alınır. Sonu yoktur eğitimin.
Şairin tanımı gayet
yerindedir: insanı kavrayabilmek için, beşer bir vasfıyla güzelce
tanımlanmıştır.
“Beşerin böyle dalâletleri var/Putunu, kendi yapar kendi tapar”
(Tevfik Fikret)
İş o ki;
Adam öğüten değirmende yer
bula kişi…