O sanıyor ki, attığım son bomba en etkilisi idi.
Yıkım mühendisleri de, vurucu gücün en kuvvetlisini en sona bırakırlar. Önce hafif vuruşlarla başlar duvarı yıkma (zayıflatma) gayretleri. Vuruşlar gittikçe kuvvetlenir. Zayıflama tespit edildiğinde ise sadece bir vuruşluk ama en kuvvetlisi olmak şartıyla, sadece ve son defa bir vuruşluk gücü kalır duvarın.
Bizimki de öyle görüyor. En kuvvetli bombayı attığını sanıyor.
İlk öğretim de çocuklarımıza okutulan Andımız’ın kaldırılması çalışmalarından bahsediyorum. Hedefi şöyle koymuşlardı. Anayasa’dan “Türk” çıkartılacak. ‘Dağlara taşlara’ yazılan “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” vecizesi dağlardan, taşlardan kaldırılacak. Onların zannınca da artık demokrat olunacak.
Türk düşmanlığını açıkça söyleyemediklerinden olsa gerek, Atatürk ve onun ağzından çıkan kelamlara düşmanlık yapıyorlar. Ha, diyecekler ki, Andımız Atatürk tarafından yazılmadı. Tamam. Onun bilgisi tahtında yazılıp onayından geçti. Kelam çok değişik ağızlardan, çok değişik kalemlerden zuhur edebilir, birinci ağız olması şart değildir.
Çok çeşitli teoriler geliştiriyorlar Andımız metninin okullardan sökülüp atılması için. Öyle teorilerle geliyorlar ki karşımıza, bildiklerimizin inandıklarımızın tam tersi tezler. Öylesine de inanmışlar, öylesine adanmışlar ki sormayın. Bir milletin dizaynını seyrediyoruz, siyah beyaz film tadında. Yalnız bir var ki, aktörleri acemi. Mektep görmemişler, eğitilmemişler. Kin kusuyorlar. Fakat bu kinin sebebi de anlaşılamıyor.
Şöyle soruyor giriş cümlesinde; “Bir Türk’ün çocukluk yıllarında her sabah ‘Türk’üm’ diye başlayan andımızı tekrarlaması ne anlama geliyor?”
“Bir Kürt’e, ‘Ne mutlu Türk’üm diyene’ dedirtmekten daha kötüsü, aynı sözü bir Türk’e söyletmek. Zira bir Kürt bu lâfı ne kadar tekrarlarsa tekrarlasın Türk olamaz. Ama bir Türk’ün zihninde ve ruhunda meydana gelen hasarı kim düzeltecek?” (*)
Saçmalama da sınır yok, serbest, kalem elinde salla gitsin, efendilerinin hoşuna gidecek lafları bul yaz gitsin. İyi de kendi fikirleri değil. Bakalım geriye doğru bu laflar, Abdullah Gül, R.Tayyip Erdoğan, A. Bahçekapılı, Liboş tanımlamalı kalemler.. Tarafından onlarca kez söylenildi, yazıldı, çizildi. Türköne’nin yaptığı sadece onların laflarını tekrardan ibaret.
***
Andımız; ideal İnsanı, Müslüman’ı tarif eder ve ona Türk der.
Doğru’dur (bir eline ayı bir eline güneşi verseniz doğrudan vazgeçmez),
Çalışkan’dır (ilim Çin’de de olsa gider ve alır),
Küçüklerini Korur (Halkını, milletini),
Büyüklerini (geçmişini, tarihini) sayar ve ülküsü yükselmektir,
İleri gitmektir (çağdaş medeniyet seviyesinin üstüne çıkmak, manevi yükselmeyi tamamlamak).
Bu cümle Müslüman’ı tanımlar ve ona ‘Türk’ adını verir.
Son olarak da varlığını Türk varlığına armağan eder (her ne öğrendimse, her ne biliyorsam senin yüzü suyun hürmetinedir ey Muhammed! Hakkı sahibine vermek, varlığı sahibine terk etmektir).
***
‘Dinler arası Diyalog’ komitesinin vereceği bir talimat ancak bu kadar olabilir. Tam isabet. Bir milletin çocuklarına doğruluğu, çalışkanlığı öğütleyen And’ın kaldırılması talimatı ancak yıkıcı bir zihniyetin eseri olsa gerektir. Müslümanlıktan uzaklaştırılmak için ideal ve önemli bir yol. Çocuklarınızı atalete, tembelliğe, çağdaş ilimden uzaklaşmağa, aile, hısım, akrabadan soğutmaya ve yavaş yavaş devletinden nefret ettirmeye yönelik bulunacak en önemli yol.
Ahmet Takan 27 Ocak tarihli yazısında; “Milli Eğitim Bakanlığı’nın andımız’ın kaldırılması için, Talim Terbiye Kurulu’nda kurulan bir komisyonun çalışmalara başladığını, fakat sonuçlanmadığını” bildiriyor.
Bizde diyoruz ki, buyurun kaldırın. Sizin yıkıcı gücünüz, çocuklarımızın ‘doğru’luğuna, ‘çalışkan’lığına asla zarar veremez.
Bir kere ‘Türk’üm diyebilen kişilerde de kişilik asla zafiyete uğramaz.
Uğratamazsınız.
(*)Mümtaz’er Türköne,27.01.2012 , Zaman