11 Şubat 2014 Salı

Devletlü Büyüğümüz ve Dalkavukları


Başbakan’ın kandırılmış olabileceğini düşünüyorum.

En yakınlarının verdiği bilgilerin yalan-yanlış olması ihtimali ağır basıyor. Etraf dalkavuklarla sarıldığı vakit, padişah gözlerini kapatmak zorunda kalıyor. Aslında bu durum, çok zevkli, zevkin doruklara yükseldiği anlardır. Her şeyin mükemmel gittiği, makinenin tıkır tıkır işleyip vazifesini yaptığı zamanlardır. Gidiyorsa iyidir, ya iyi gittiğine inandırılmışsa?

Selçuklu akıncıları Bizans’ın içlerine kadar girip, köylere, kasabalara, şehirlere akınlar düzenleyip, vur-kaç harekâtı ile Bizans’ı zayıflatmakta idiler. İmparatoriçe İmparatorluğun başına bir erkeğin gelmesini uygun görmüştü, Romanos Diogenes’le evlenerek onu “Bizans imparatoru olarak ilan etmişti. General Diogenes cesareti, atılganlığı, askeri kabiliyeti ile ün salmış bir kumandandı. Fakat o dönemin Bizans tarihçilerinin belirttiklerine göre, bütün Bizans’ın tek ümidi olan ve memleketini Türklerden kurtarmayı birinci vazife sayan imparator, mağrur, nefsine güveni haddinden fazla ve dalkavuklardan hoşlanan bir karaktere sahipti.” (Yrd. Doç. Erol Kürkçüoğlu, Başlangıcından Malazgirt Savaşına Kadar Selçuklu-Bizans Münasebetleri)

İmparator Diogenes’in, etrafındaki dalkavukların haberleri çarpıtmaları nedeniyle ya Türk saldırılarından, yağmalarından haberi olmuyor, ya da önemsemiyordu (önemsettirilmiyordu). Etrafındaki yalakaların sözlerine göre her şey güllük gülistanlıktı. Ancak, Türklerin Bizans içlerine kadar girip çıktıklarını biliyordu. İmparatorluğa getirilmesinin sebebi de Türkleri Bizans topraklarından temizlemekti.

Ve bu büyük kumandanın, hırsı, gururu, nefsine güveni, dalkavukları yanından uzaklaştıramaması nelere nelere mal olmuştu?..

İçinde bulunduğumuz günler gibi, yine bir seçim öncesi günlerinde Ahmet İnam Hoca akşam Gazetesi’ndeki köşesinde şunları yazar: “Övün beni, övün ki, okşanayım, onanayım, adam yerine konayım. Bana ne akıllısın, deyin. Ne yakışıklısın, ne güzelsin, ne beceriklisin. Beni sevin. Şımartın beni. Hak etmedim mi yoksa? Nicedir esirgediniz övgülerinizi. Övün beni, beni konuşun, beni gülüşün. Ünümü duyun, yayın. Farklılığımı, üstünlüğümü anlayın.” (9 Haziran 2011, Akşam) Şöyle devam eder Hoca: “Övülme özürlülerimiz ayrı bir âlemdir. Sürekli alkış bekleme psikolojisi, ‘show-man’lik onları kokuşuk insanlar durumuna getirebilir. Övülmeyi bilmek çok zor. Belki övmekten de. Şımarabiliriz. Üstünlük taslayıp, karşımızdakini ezmeye kalkabiliriz. Övülen, egemenlik kurmaya kalkmamalı övene. Yılışmamalı. Gevşememeli. Övgü yerinde değilse, hissettirmeli. Sahte alçak gönüllülüklerle sürekli övgü sağlayanlar vardır. Mahsus, ‘ben de iş yok’ der durur ki siz onu hep övesiniz”.

Güçlendikçe övenlerin sayısı artar. Dalkavuk sayısı arttıkça, kendisini daha da güçlenmiş sanır. Güçlendikçe artık, kanun, yönetmelik, tüzük de neymiş demeye başladığı an, çöküşün sinyalleri de verilmiştir. Lakin etrafındakiler övmeye, hataları, çirkinlikleri, olumsuzlukları halının altına süpürmeye devam ederler. İlgilisi de görmemekte ısrarlı olunca, vay geldi başıma…

Bizden tavsiye olsun.

Etrafınızdakilerin haberleri, raporları, önerileri, öğütleri.. ni zaman zaman farklı kaynaklara müracaatla doğrulatınız.

Bir kere bile hatalı bilgiyle, övgüyle karşılaşırsanız, devlet adamı hassasiyeti ve basireti ile yanınızdan uzaklaştırınız. Hırsınızın, gururunuzun, kibrinizin kurbanı olmayasınız.

“Nihayet benliğindeki hırs ve haset ona kardeşini öldürmeyi kolaylaştırdı, böylece onu öldürdü… Bu yüzden hüsrana uğrayanlardan oldu” (Mâide Suresi/30)


“Muhakkak ki insanın yaratılışında hırs ve doyumsuzluk mevcuttur!” (Me’aric Suresi/19)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...