Başbakan’ın kandırılmış
olabileceğini düşünüyorum.
En yakınlarının verdiği
bilgilerin yalan-yanlış olması ihtimali ağır basıyor. Etraf dalkavuklarla
sarıldığı vakit, padişah gözlerini kapatmak zorunda kalıyor. Aslında bu durum,
çok zevkli, zevkin doruklara yükseldiği anlardır. Her şeyin mükemmel gittiği, makinenin
tıkır tıkır işleyip vazifesini yaptığı zamanlardır. Gidiyorsa iyidir, ya iyi
gittiğine inandırılmışsa?
Selçuklu akıncıları
Bizans’ın içlerine kadar girip, köylere, kasabalara, şehirlere akınlar
düzenleyip, vur-kaç harekâtı ile Bizans’ı zayıflatmakta idiler. İmparatoriçe
İmparatorluğun başına bir erkeğin gelmesini uygun görmüştü, Romanos Diogenes’le
evlenerek onu “Bizans
imparatoru olarak ilan etmişti. General Diogenes cesareti, atılganlığı, askeri
kabiliyeti ile ün salmış bir kumandandı. Fakat o dönemin Bizans tarihçilerinin
belirttiklerine göre, bütün Bizans’ın tek ümidi olan ve memleketini Türklerden
kurtarmayı birinci vazife sayan imparator, mağrur, nefsine güveni haddinden
fazla ve dalkavuklardan hoşlanan bir karaktere sahipti.” (Yrd.
Doç. Erol Kürkçüoğlu, Başlangıcından Malazgirt Savaşına Kadar Selçuklu-Bizans
Münasebetleri)
İmparator Diogenes’in,
etrafındaki dalkavukların haberleri çarpıtmaları nedeniyle ya Türk
saldırılarından, yağmalarından haberi olmuyor, ya da önemsemiyordu (önemsettirilmiyordu).
Etrafındaki yalakaların sözlerine göre her şey güllük gülistanlıktı. Ancak,
Türklerin Bizans içlerine kadar girip çıktıklarını biliyordu. İmparatorluğa
getirilmesinin sebebi de Türkleri Bizans topraklarından temizlemekti.
Ve bu büyük kumandanın, hırsı,
gururu, nefsine güveni, dalkavukları yanından uzaklaştıramaması nelere nelere
mal olmuştu?..
İçinde bulunduğumuz günler
gibi, yine bir seçim öncesi günlerinde Ahmet İnam Hoca akşam Gazetesi’ndeki
köşesinde şunları yazar: “Övün
beni, övün ki, okşanayım, onanayım, adam yerine konayım. Bana ne akıllısın,
deyin. Ne yakışıklısın, ne güzelsin, ne beceriklisin. Beni sevin. Şımartın
beni. Hak etmedim mi yoksa? Nicedir esirgediniz övgülerinizi. Övün beni, beni
konuşun, beni gülüşün. Ünümü duyun, yayın. Farklılığımı, üstünlüğümü anlayın.” (9
Haziran 2011, Akşam) Şöyle devam eder Hoca: “Övülme özürlülerimiz ayrı bir âlemdir.
Sürekli alkış bekleme psikolojisi, ‘show-man’lik onları kokuşuk insanlar
durumuna getirebilir. Övülmeyi bilmek çok zor. Belki övmekten de. Şımarabiliriz.
Üstünlük taslayıp, karşımızdakini ezmeye kalkabiliriz. Övülen, egemenlik
kurmaya kalkmamalı övene. Yılışmamalı. Gevşememeli. Övgü yerinde değilse,
hissettirmeli. Sahte alçak gönüllülüklerle sürekli övgü sağlayanlar vardır.
Mahsus, ‘ben de iş yok’ der durur ki siz onu hep övesiniz”.
Güçlendikçe övenlerin
sayısı artar. Dalkavuk sayısı arttıkça, kendisini daha da güçlenmiş sanır.
Güçlendikçe artık, kanun, yönetmelik, tüzük de neymiş demeye başladığı an,
çöküşün sinyalleri de verilmiştir. Lakin etrafındakiler övmeye, hataları,
çirkinlikleri, olumsuzlukları halının altına süpürmeye devam ederler. İlgilisi
de görmemekte ısrarlı olunca, vay geldi başıma…
Bizden tavsiye olsun.
Etrafınızdakilerin
haberleri, raporları, önerileri, öğütleri.. ni zaman zaman farklı kaynaklara
müracaatla doğrulatınız.
Bir kere bile hatalı
bilgiyle, övgüyle karşılaşırsanız, devlet adamı hassasiyeti ve basireti ile
yanınızdan uzaklaştırınız. Hırsınızın, gururunuzun, kibrinizin kurbanı
olmayasınız.
“Nihayet benliğindeki hırs ve haset ona kardeşini öldürmeyi
kolaylaştırdı, böylece onu öldürdü… Bu yüzden hüsrana uğrayanlardan oldu”
(Mâide Suresi/30)
“Muhakkak ki insanın yaratılışında hırs ve doyumsuzluk mevcuttur!”
(Me’aric Suresi/19)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder