Her mahallede bulunur,
haylaz, hayta çocuk tiplerinden. Diğer çocuklara nazaran biraz da boylu poslu
kerata, gücü kuvveti de yerinde. Oyun oynayan çocukların oyunlarını bozar,
toplarını kaçırır, alınamayacak yerlere atar topu, kötü huylarından ötürü oyuna
almak istemez diğer çocuklar. Ağlar, bağırır, anasını-babasını çağırır, onların
yardımıyla oyuna girer. Ama ne mümkün az bir zaman sonra oyunda çıngar
çıkartır. Tekrar oyun dışı edilir.
Esasen bu haylaza bir akıl
veren vardır. Biraz parası ve çevresi olan birisi. Onun aklıyla hareket eder,
belki de oyunu bozmak için biraz menfaat bile sağlamıştır, günahı boynuna.
Kendi mahallesinde aralarını bozacağı kimse kalmayınca, öteki mahalleye
dadandı. Oradan devşirdiği arkadaş topluluğu ile küçük öbekler oluşturup, hoşça
vakit geçiren, gariban mahalle çocuklarının oyunlarını, palanlarını da
bozdular. Yağmurdan kaçmak için, büyük çınar ağacının altına yaptıkları, içine
beş-on çocuğun sığabilecek büyüklükteki korunağı yıktılar. O yapmıştır, bu
yapmıştır iftirası ile kara kedi girdi arkadaşlar arasına. Bir süre sonra
aralarında kavgalar çıkarttılar, kafalar yarıldı, gözler patladı.
Bizim haylaz, kendi
çöplüğüne geldiği vakitlerde, şöyle bir gerdan kırıp, “- Gördünüz değil mi, gördünüz, benim gücüm
kimlere, nerelere kadar geçiyor, gördünüz.”
Böbürlenmesini de yapmadan duramazdı. Bu haylazın gücünü kuvvetini,
yapabileceklerini kavrayan mahalle sakinleri de bunun etrafında pervane olup,
onun yandaşlığında epeyce, vakit harcadılar.
Günler böyle geçerken, çok
uzak mahallelerden bizim haylazın şöhretini duyanlar, onunla tanışmak, onunla
birlik olmak için arayıp buldular, tanışmak maksadıyla araya torpiller buldular,
babalarını, ağabeylerini devreye sokup, haylazla tanışmak şerefine eriştiler.
Artık, kendi çöplüğünden
sıklıkla çıkarak, uzak mahallelerin çöplüklerinde kurduğu küçük lobiciklerle
insanların, arkadaşlıkların arasını açmaya koyuldu. Kendi mahallesi tatmin
etmez olmuştu.
Bir keresinde uzak
mahalledeki en iyi arkadaşının evinin camlarını kırdı. Etrafındakilere de; “- sakın söylemeyin ha, yoksa aramız
açılır.” Yollu bir tehdit savurdu. İyi arkadaş
olmasına rağmen, onun etrafında daha kalabalık oluyordu. Onun sözünü daha
dinliyorlar, her kurulan oyunda neredeyse en başta o bulunuyordu. Bizim haylaz
içten içe kıskanır olmuştu. Bakkalın camını kırıp, onun yaptığını etrafına
anlattı. Bakkal o çocuğu yakalayıp, kulaklarını çekince de, yemin billah kendisinin
yapmadığını çünkü dün gece babasıyla birlikte, misafirliğe gittiklerini
anlatmış, bakkal da o çocuğun babasına sorarak, doğrulatmıştı. Ama adı çıktı
bir kere, ne tür bir olumsuz olay meydana gelse ondan bilir olmuştu mahalleli.
Bizim haylaz da durmaksızın onun ne kadar kötü, ne kadar yaramaz bir çocuk
olduğunu anlatıyordu. Herkesi inandırmıştı. Sonra, zaman geçtikçe o uzak
mahallede o çocuğun hiç arkadaşı kalmamıştı. Aralarına almıyorlar, oyunlarına
ortak etmiyorlardı. Tabi, bizim haylaz daima en baştaydı.
En baştaydı ama yavaş yavaş
arkadaşlar arasında kaynaşmalar da başlamıştı. Birisinin parası kayboluyordu,
birisinin kenara çıkardığı ayakkabısı, metrelerce ötede bulunuyordu, diğerinin
Fenerbahçe tişörtü yırtılmıştı, böyle böyle derken çocuklar, hep sen yaptın,
sen yapmışsındır gibi zanlarla birbirlerinden soğudular. Sonuçta,
arkadaşlıkları tamamen bitti. Tabi bizim haylazın zevkine payan yoktu.
Arabozuculuk, karıştırıcılık, yalancılık, fitne salmadan yana üstüne yoktu,
onun da tabiatı böyleydi ne yapalım!
Bir gün mahalleye uzak
şehirlerin birisinden bir aile taşındı. Bir-kaç gün içinde mahalleli onlarla
diyalog kurdu, kimisi hoş geldin ziyaretleri yaptı, kimisi mahalle kahvesinde,
sokak arasında, bakkalda, manavda, pazarda karşılaştıkça selam verip hoşsohbetler
kurdular. Çocukları da vardı. Maşallah, iri yarı, uzun boylu, yakışıklı mı
yakışıklı bir çocuk. Kısa sürede mahalle çocuklarıyla ahbaplık kurdular.
Birlikte oyunlar oynamaya başladılar.
Her çocuk onu sevmiş, saygı
duymuştu. Onunla oynamak, onunla kaldırımlarda oturup konuşmak her çocuğun arzu
ettiği bir şey olmuştu. Geldikleri şehri anlatıyor, onlardan da bu mahalleyi ve
şehri anlatmalarını istiyordu. Çocuklar, mahallenin her tarafını, oyun
alanlarını, koşu yollarını, bisiklet yollarını, hangi bahçelerden rahatlıkla
meyve yenileceğini anlattılar.
Artık, gerçek bir mahalleli
gibi tanınmış ve etrafına mahalle çocukları pervane olmuşlardı.
Bizim haylaz bu duruma
içeriliyordu. Kendisini sayan da seven de kalmamıştı. Yeni gelen hakkında hangi
iftirayı atmışsa kimseyi inandıramadı. Çünkü söylediklerini yapmış olması,
yapsa da onun bunları bilebilmesinin mümkün olamayacağını biliyorlardı. Attığı
iftiraları yine dönüp kendisini vuruyordu, kendisinin üzerinde yapışılı
kalıyordu. Kimin yanına gitse yüzlerini çeviriyorlardı. Artık hiç kimsesi
kalmamıştı. Ne oyunlarına girebiliyor, ne de konuşmalarına katılabiliyordu.
Her gün evlerine ağlamaklı
bir halde gidiyordu. Anası babası halini soruyorlar, o ise soruya karşılık
ağlamaklı bir hal alıyor, aklına yalnızlığı geldikçe hıçkırıklara boğuluyordu.
Babası, aslında olanları biliyordu. Haylazlığını, iftiracılığını,
arabozuculuğunu hepsini biliyordu. Arkadaşları çocuklarından duyduklarını ona
kahvede, bakkalda, küçük sohbetlerinde anlatmışlardı.
Çocuğundaki değişikliği
iyice fark eden baba, mahalleyi terk etmeye karar vermişti. Başka mahallelerde
çocuğu kendine yeni arkadaşlar bulursa, psikolojisinin düzeleceğini,
buralardaki haylazlığı sonunda arkadaşsız kalmasının da ders olduğunu
anladığını, gittikleri yerlerde bir daha böyle davranmayacağını düşündüğünden,
fikrini akşamüstü evde açtı ev halkına. Bizim haylaz bir sevindi, bir sevindi
sormayın. Gülücükler atarak babasına; “- Gidelim baba, gidelim. Hemen gidelim”
dedi. “- Söz veriyorum,
gittiğimiz yerde bir daha buradaki gibi davranmayacağım, iyi, güzel, doğru bir
çocuk olacağım. Söz veriyorum” dedi.
Uzun süredir, rahat
uyuyamadığı yatağında o gün kabussuz, derin bir uyku çekti.
Haylaz haytaların
taşınmalarından sonra, mahalleye öylesine bir huzur geldi ki, sormayın. Herkes
gülüyor artık, kimse kimseyle küs değil, oyunlar, sohbetler gırla gidiyor…