28 Ağustos 2014 Perşembe

Halk Hareketleri Nasıl Tesir Eder


Brezilya’nın, futboldaki sefaletinin altında,

Dünya kupası karşılaşmaları için Brezilya devletinin harcadığı paralara karşı çıkan, sokakları dolduran, gaz bombalarına maruz kalan, masum insanların kahırları yatar.

Dünyada gelişen hadiselerin sebebi her zaman görüldüğü gibi, bir bakışta anlaşılacak gibi değildir, örneğimizde olduğu gibi, futbol sonucu her zaman futbol oyunuyla izah edilemez. Kim derdi ki, Brezilya futbol milli takımı, iki ayrı takımdan kalesinde on gol görecek!. Dünyadaki bütün futbol takımlarına oyuncu ihraç eden bir ülke olarak, bu rezil duruma düşmek nasıl oluyor? Belirtmeliyiz ki, Brezilya futbol takımı dünyadaki onurlu yerini korumaktadır, rezil olan takım ve oyuncuları değil, halka yaptığı saldırılar nedeniyle ülkenin yöneticileridir.

Anlam, anlayana söylenir.

Ne mutlu düşünen, Hakkı bulan ve Hakk’a riayet edenlere…

Siyaset meydanlarında bilenin de bilmeyenin de çok sık tekrarladığı Yunus’a ait bir dize şöyledir: “Yaratılanı severiz yaratandan ötürü”. Adeta siyasi kazanca meta edilmiş bu kelamın manası bilinse, içerdiği tehdit algılanır ve alelusul, âdet yerini bulsun kabilinden, kalabalıkların hoşuna gidecek türden, yığınlaşmışların bulunduğu yerlerde, hele hele siyasi oy devşirmek uğruna asla kullanılmazdı. İnsan kendine yalan söyler mi? Kelamları olur-olmaz yerlerde sık kullananlara bakınız, hem de nasıl söyler. Bilmediği, inanmadığı konuları uzun, uzun anlatanlar içinde aynı kanaati söyleyebiliriz.

‘İnsan, önemlidir. Çükü “Biz o emaneti, semalara, arza ve dağlara önerdik de, onu yüklenmekten kaçındılar; ve ondan korktular! Onu, insan yüklendi! Muhakkak ki o zâlim ve cahildir.” (Azhab/72) iç içe geçmiş âlemin izahıdır adeta. Emaneti kabul edenin, sonradan ret ve inkâr veya unutuşu ile zalim ve cahil oluşunun vurgulanması, verilen hazineden bihaber yaşama içinde olanların ifadesi olsa gerektir. Boşa geçen ömür, tanımı bu manayı anlatır. “Onu, insan yüklendi”. İşte, halk kalabalıkları içinde, o emaneti yüklenen bir kişi dahi olsa ne olur? Hiç düşündünüz mü? İlahi kelamları ters yüz edip, anlamını boşaltanları, sebepsiz yere, halk yığınlarının üzerine tazyikli su, biber gazı, gaz-ses bombası gibi silahları kullanmanın ne büyük felaketlere sebebiyet verebileceği hiç düşünülmez mi? Ya, o grubun içinde o emaneti yüklenen birisi varsa, neler olur?

Bu itibarla, halkı, Hakk görüp, işlemleri, uygulamaları, sosyal devlet gereklerini ona göre yerine getirilmelidir. Kelamlar ezbere söylenilmekle, papağanın tekrarı arasında bir fark olmaz.

İsmail Hakkı Bursevî, Kitabu’n-Netice adlı eserinde şu bilgileri verir: “İnsanın yüzü Rahman’ın aynasıdır. Ayn’ı ise Allah Teâlâ’nın esrarındandır. Çünkü ayn, âlem-i emirden, vücud âlem-i halktandır. Fakat birbirine çok kuvvetle bağlıdırlar. İnsanın iki gözü, Huda’nın nurundan ay ve güneş gibidir. Biri âlem-i zat, biri âlem-i sıfata remzdir. Cesedin maverasında ruh, ruhun ötesinde ayn, ayn’ın ötesinde sır vardır ki bütün mertebeleri bu ihata edici sır gizler.” (İsmail Hakkı Altuntaş, Niyazi Mısrî çalışmasından alınmıştır)

Bu anlatımın öznesi ve konusu insandır. Şöyle bir soru sorulabilir: Allah insanı niçin yaratmıştır? Soruya Kur’an şu cevabı verir: “Ben cinni ve insi yalnızca (Esmâ özelliklerini açığa çıkarmak suretiyle) kulluk etmeleri için yarattım!” (Zâriyat/56) Kulluk, bilmeyi gerektirir. O halde “bilinmeyi istedim” kelamıyla birlikte manası anlanmaya çalışılmalıdır. Ki, ariflere işaret etmektedir. Çünkü nefsini bilen, Rabbini bilir kelamı, arifi tarif eder.

Kim diyebilir ki, o halk kalabalığının içinde bir arif yoktur. Bir kısım softaların tekelinde midir Ariflik?

Dermân arardım derdime derdim bana dermân imiş,
Bürhan sorardım aslıma aslım bana bürhân imiş

Beyti ile başlayan muhteşem söyleşini şu beyitle bitirir Niyazî Mısrî:

İşit Niyazî’nin sözün bir nesne örtmez Hakk yüzün,
Hakk’dan ayân bir nesne yok gözsüzlere pinhân imiş.

Tekrar edelim:

“Hakk’dan ayân bir nesne yok”

Medeniyet, güzel ahlaktan neşet eder. Güzel ahlak, Hakk’ı müşahededen geçer. İlim, sanat çalışmaları, sosyal olguların yorumlanması, kanunların uygulanması, komşuluk, arkadaşlık ilişkileri sırasında Hakk gözetilir, riayet edilir ve saygıda kusur edilmezse, güzel ahlak tahakkuk eder ve dünyadaki huzur sağlanır.

Medeniyetin temeli budur.

İnsan!.



26 Ağustos 2014 Salı

Yumuşak G’nin Düşüşü


“Ekmek için” Ekmeleddin.

Sloganı eleştiriliyormuş. Hangi sloganı bulursanız bulun. Onlar yine aynı şekilde eleştirip, alaya alıp, küçümseyeceklerdi.

Cehaletlerini ortaya koyuyorlar. Bilmediklerini anlatıyorlar. Anlamadıklarını deklare ediyorlar.

‘Ek’mek, ne de güzel bir fiildir oysa. Bilgiyi, disiplini, araştırmayı, üretmeyi, paylaştırmayı anlatır.

Ekim olmadan, doğumda olmaz. Ekin olmadan hayatta olmaz. Ekmek olmadan ilerleme de olmaz.

Bunları nasıl anlatırsınız cühela şürekasına. Mümkünü yok.

Bırakalım, bildikleri gibi küçümsesinler, alaya alsınlar.

Son gülen iyi güler.

****

Yiğidim yola Samsun’dan çıkmış.

Devir o devir değil, adam o adam değil.

Zamanın yiğidi Hacıbektaş’tan çıkar yola.

Açıkça,

Selefi ihanetin zirve yaptığı zamanımızda,

Ehl-i Beyt taraftarı olduğunu deklare eder.

Adam, doğru zamanda, doğru yerde bulunan kişidir.

Adam ol adam!..

1919’da Samsuna çıkıldığında, İstanbul, Karadeniz ve Samsun İngiliz işgali altındaydı. Bir yandan işgalci kuvvetler, diğer yandan hükumet, Samsun’a çıkanları sıkıştırıyorlardı. Ordu müfettişliği görevi kısa bir sürede bitirilmeliydi. Havza’ya varılıp, halka ülkenin durumu, yabacı işgali anlatılınca, anlatılanları idrak eden halk bütün gücüyle destek verdi. Gelişmeleri yakından takip eden İstanbul Hükumeti, Mustafa Kemal’in ordudan tart edildiğini bildirdi, aynı talimatta posta merkezlerinden telgraf çekmesinin yasaklandığı emri de vardı. Elbette bunlar vız geldi, tırıs gitti. Yol istikametini Erzurum’a çevirdi… ve bilinen olaylar gelişti.

Hangisi, hangi etmen senin yoluna set vurdu Sayın Erdoğan, sana neyi yasakladılar? Ne yapmak istedin de ayağına ket oldular? Sen neyin savaşını kimin kurtuluş savaşını yapacaksın? Senin amacının gerçekleştirilmesi için Samsun’dan çıkışın yanlış. Sen yola ABD’den, Siyonist lobilerinin durduğu yerden çıktın çünkü. Yola çıkarken boynuna takılan ‘Yahudi Cesaret Madalyası’ bir yüz karası olarak boynunda asılı duruyorken, sen hangi kurtuluşa soyunuyorsun?

Zannedilmesin ki, AKP adayı Atatürk’ün izinden gidiyor, tam tersi o kutlu izi silmek niyetindedir. 12 yıl bolca örnek göstermiştir.

****

Bir de şu logo ve altına yazdığın adından düşürdüğün yumuşak G meselesi var. Böylece;

Amerikanvari yaşama tarzlarına, kelimeleri tamamlayan, sesleri belirleyen harfler de katıldı. Yumuşak G, artık Başbakanımızın lügatinden çıkartıldı. Türk ve Türkçeyi çağrıştıran ne varsa atmak rahatlatıyor galiba. Ha, dağlardan, taşlardan ‘Türk’ü siliniz, ha, soyadınızdaki yumuşak g’nin işaretini çıkartınız. Pek bir farkı yok. Her ikisi de Türk’e ve Türk kültürüne karşılık ve düşmanlık işaretidir.

Türk çorbasını, İngiliz kaşığı ile yemek nasıl bir zevktir? Yumuşak G’nin işaretinin atılması, nasıl bir Amerikanlılıktır? Kanınıza, canınıza işlemiş Amerikalı gibi yaşamak. Oralarda mı duydunuz, ağızlarını doldura doldura, gere gere söylerler ya, ERDOGAN!

Şimdi siz yumuşak G’den kurtuldunuz.

Bir şey söyleyeyim mi, şu kahrolası yumuşak G’den biz de kurtulmak istiyoruz.

Rahmetli Necdet Sevinç’in deşifre ettiği yumuşak G’lerinden. Yol göründü, düşüş başladı, gidişat Yüce Divan’a doğru.

****

Yandaş ağızlar, güya yapılan anketlere göre analizlerini geliştirirken, MHP’ye oy verenlerin %20’sinin AKP adayına oy vereceklerini anlatıyorlar. %20 değil, bir kum taneciği kadar bile destek bulamazsınız. O bahsettikleriniz zaten size oy vermiş, kendilerini eski ülkücü kisvesiyle saklayan AKP yandaşlarıdır. O kesim zaten 2002’den beri MHP’ye oy vermiyorlar. Bir zamanlar hasbelkader içinde bulundukları topluluğu terk edeli yıllar olmuş. Artık onların ülkücü tesmiye edilmeleri yanlıştır.

Yine de desteklenen adayı beğenemeyip oy vermek istemeyenlere veya geçersiz oy kullanma kararında olanlara, bir hatırlatma, çağrı yapabiliriz. Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu’nun 4. Maddesinde seçilme şartı şöyle hükümlendirilmiş: “Genel oyla yapılacak seçimde, geçerli oyların salt çoğunluğunu alan aday Cumhurbaşkanı seçilmiş olur…” Dikkat edilirse, “GEÇERLİ OYLAR” denilmektedir. Geçersiz oy kullanmak ile sandığa gitmemenin arasında bir fark yoktur, her ikisi de AKP adayını desteklemek anlamındadır. Böyle davranmaktansa sandığa gidip, AKP’ye oy vermek bence evladır.

Türk demokrasi geçmişinde görülmeyen veya nadiren yaşanan bir uzlaşma sağlanmıştır. Demokrasilerde uzlaşmalar önemlidir. Bir araya gelmeleri hayal bile edilemeyen 6 siyasi parti, bir konuda uzlaşmaya vardılar. Kuvvetli zamanlarında uzlaşmadan kaçanların düşeceği bir tuzaktır bu durum. İstişare ile bulunan bir isim üzerinde anlaşılmış ve ortak kararla aday yapılmıştır. Zaten, uzlaşma demokrasinin temelidir.

Bu, büyük ve kutlu uzlaşı heba edilmemelidir.

“Milletin kurtuluşu yine milletin kendisindedir” anlayışıyla, fikir birliği edilerek etrafında toplanılan uzlaşı adayının desteklenerek;

Yumuşak G’yi ve Rahmetli Necdet Sevinç’in tanımladığı tüm yumuşak G’leri tarihin çöplüğüne atmalıyız.


Hayır, hayırla başlanılandadır.

23 Ağustos 2014 Cumartesi

Alternatif Hezeyanlar*


Yine geniş toplum kesimleri ve onlar zaviyesinden gelişmeleri değerlendirenler üzerinde duralım.

Hayat villasını, cehaletin tuğlalarıyla örmüşlerden, bu tuğla üzerine yalakalık kireci ile sıva yapanlardan, bu sıvanın üzerine hayalcilik ve yalancılık boyasını vuranlardan nasıl bir bina çıkacağını tartışalım.

Birbirine bilgi (hizmet) aktaran insan grupları içindeki her fert, belli bir dünyanın (âlem) temsilcisi olarak faaliyettedir. Aktarılan bilgi, yaşama tarzının, anlama ve idrak etme ehliyetinin de anlatımıdır bir bakıma. Aynı konu çoğu durumlarda farklı dillerde, farklı kavram ve metinlerle intikal ettirilebilir, bunun bir yanlışlığı yoktur, her birinin almış olduğu eğitim ve yetişme tarzı öğrendiği kelime ve kavramlara intikal etmiş ve kendisini de o kavramlarla ifade etmek tabii bir durumdur.

Genel olarak bir gurubun aktardığı şudur: “bu dünya imtihan sahasıdır. Gelirsin buraya, Allah’ın (ötelerdedir) yap dediklerini yaparsın, yapma dediklerini yapmazsın. Sonra ölüm gelir, bir zaman (ne kadar olduğu belli değil) geçer, İsrafil suru üfürülünce ölüler dirilir ve Allah’ın huzurunda toplanılarak hesaba çekilir, sevap kefesi ağır olanlar cennete, diğerleri cehenneme gider…” bu hemen herkesin bildiği bir anlatımdır.

Buna karşılık mesela Kenan Rıfaî hazretleri de şöyle söylemiştir bir şiirinde:

“Dünya diyerek geçme sakın, burdadır her şey
Mîzân ü sırât’ı mutlaka orda mı sandın?...
Cennet ü dûzah, gamm ü sürür, zulmet ile nûr
Yaptıklarının gölgesi, hâriçte mi sandın?..”

Biri birine zıt iki anlatım, iki ifade. Fakat ikisi de doğru. Nasıl olur, iki ayrı anlatım birbirine zıt, ikisi de doğru? İşte zor olanı budur. Her biri diğerine göre küfürdedir. İkincisi, birincinin halinden anlar ne de olsa o da o mevkilerden gelmiştir. Diğeri anlamaz. İlkokul talebesi de matematikten anlatır, fizik profesörü de. İkisi de diğerine göre yanlıştır. Fakat fizikçi diğerinin halini daha evvelinden yaşadığından, onu anlar ve susar. Mecazlar âlemine dalmadan bu zıtlık ve zorluk çözülemez. Biraz dirsek çürütmek, kalemler bitirmek icap edecektir. Burada dikkat edilmesi gereken bir husus, cehde soyunmuş her erin, ‘içinde yaşadığı dünyanın’ ve bu dünyada yaşayan kendisinin farkında olmasıdır ya da fark etmeye azmetmiş olması.

Uzaklaşmak en büyük derdimiz, üstelik uzaklığımızın farkında da değiliz. Beynimizi, zihnimizi başkalarının (belki de şeytanın) emrine vermiş, hayal içinde yaşar(mış) gibi yaparken, varımız-yoğumuz yükümüzü yine başkalarının kâr hanesine aktarıveriyoruz, farkına bile varmadan. Ataların anlattığı eksik, zayıf, belki de yanlış bilgilere sarılıp, imanımızın ana kayası olarak kabullerimize aldığımız safsataları, hayatımızın değişmeleri olarak kaydedip, üstelik kendimize kibir vesilesi kıldık. Anlatılan hakikati duymazdan, görmezden gelerek, hurafeleri hakikat yerine ikame ettik. Pislikler yağdı bilemediğimiz, anlayamadığımız, üstlenmediğimiz sebeplerden üstümüze. Silkinemedik, temizlenemedik. Hezeyanlarımız içinde, kibirlerimiz yaşam hanelerimiz oldu. “Ona, kibir taslayarak, geceleri hezeyan yaşıyordunuz” (Mu’minun/67) Kelamın söze indirgenerek, siyaset meydanlarında oy kaygısına meze yapıldığı günlerde, alkışlar eşliğinde, ellerimiz parçalanarak, keyifler içinde yüzer, birisinin yüksek katlara itelenmesinden ne de büyük keyifler alırdık. Kamuya ait, toplumun sahip olduğu değerleri bir gurubun har vurup harman savurmasına seyirci olduk, sadece, bu yağmadan hakkımıza düşen bir çuval kömür uğruna. Şunu anlamadık: kamuya ait bu değerleri, bize sunulan çok az menfaatler karşılığı verirken, tüm o ağırlığı üstlendik. Taşıyamaz olduk, belimiz kırıldı, acaba düzeltebilir miyiz umuduyla, desteklerimizi esirgemedik, artırdık. Bile isteye altına girdiğimiz yük, dosdoğru cehennemimize taşıdığımız odunlardan başkası değildi. “Allah’ın her şeye kadir olduğunu ve her hususta adil olduğunu” ezberlerimizde dilimize doladık, Mevlâna’ca söylemek icap ederse “Bu hezeyanlara, bu küstahlığa cür’et ettik”. (Mesnevi tercümesinden) “Hezeyanlarımız hep zanlarımızdan kaynaklanıyordu”, bilemedik, anlayamadık. Yoksa anlamak mı istemedik, bize hacıların, hocaların, ataların anlattığı sahte, eksik bilgilerle iktifa edip, yalanlarla mı oyalandık?

“Lâ yükellifullâhu nefsen illâ vüs’ahâ” (Allâh kimseyi kapasitesi dışındakinden mükellef tutmaz). (Bakara/286) Özenle, muazzam bir yapı olarak dünyayı şereflendirmiş olması gereken insanlık, yapay olarak, başkalarını (şeytanı) memnun etmek üzere sırtlandığı yüklerinin altında ezilirken, kendine ihanetin de ateşinde yanmaya devam ediyor. Hz. Ali (Krv) şöyle buyurur: “Kendini başkasına kul etme; Allah seni hür yaratmıştır.” (Nehcul Belaga)

Uzaklaşmak en büyük derdimiz demiştik. Allah’ı unutup, zanlarımızda yarattığımız tanrıları rab edinmek, uzaklaşmaktır. Her uzaklaşılan an, günaha bulaşılan, harama dolanılan andır. Haram içindeki hayatta meydana gelenler şunlardır: beyin çalışamaz, fikir stop eder, icat kapıları kapanır, kölelik kutsanır, hürriyetten nefret edilir, dilencilik zirve yapar, işsizlik artar, borç batağına saplanılır, gereksiz harcamalar tavan yapar, fakirler unutulur, yetimler tekmelenir… bir kısır döngüye girilir. Her olumsuzluk, yeni haram yollarını döşer. Batış, çöküş mutlaktır. Tarih bu örneklerle doludur.

Ezbere söylediğimiz bir laf daha vardır. “Tövbe kapısı açıktır”. Evet öyledir. Peki, günaha batık bu ülkede neden tövbe edilmez? Lüzumsuz laflar edilmekten, zırvalara saplanmaktan fırsat bulamıyoruz da ondan. Şeytanın vesveselerini gerçek zevk sanıyoruz da ondan. Düşmanın taarruz bombalarını, çengi biliyoruz da ondan. Emek harcanmadan verilenlerin keyfiyle havalarda uçuyoruz da ondan. Kardeşimizin hıçkırık seslerini oyun havası belleyip, şıkıdım şıkıdım oynuyoruz da ondan…

Adam olma (sağlam bina kurma) yolunda Hz. Ali’den bir cümle ile bitirelim bu sohbetimizi:

“Kim çok söz söylerse hezeyan eder; kim düşünürse basirete erer. Hayırlılarla eş-dost ol, onlardan biri olmaya bak; şerlilerden çekin, onlardan ırak ol. Ne kötüdür haram şey yemek; zulmün en kötüsüyse zayıfa zulmetmek.” (Nehcul Belaga)


*(NOT: Hezeyan suçlamasını kendimiz için söylediğimizi herhalde fark etmişsinizdir.)


21 Ağustos 2014 Perşembe

IŞİD, Türkmenler ve Cumhurbaşkanlığı


IŞİD, Büyük İsrail Projesinde ara durak olan Kürdistan’ın kurulması için kullanılan bir alettir.

Hedef neresiydi?

Musul, Kerkük, Telafer, Tuzhurmatı!...

Buralar nereler?

Türk şehirleri.

Ne diyorlar bize?

Sen Kürdistan’ı kurar, kurdurtur, bekçiliğini yaparsan Irak topraklarında Türkmenlerin yaşama hakkı vardır. Aksi halde buralardan sürülürsünüz.

Tehdit bu.

Bizim cevabımız nedir?

Ne yaparsanız yapın, yeter ki, benim Cumhurbaşkanlığımın önünü kapatmayın.

Durum budur.

Pompalanan İslamofobi yalanlarının kabul ettirilmesi IŞİD’in, Taliban’ın, El-Kaide’nin başarılarına bağlı. Doğrusu işlerini de iyi yapıyorlar. Dünya İslam adına bunların resimlerini görüyor her gün. Bombaladıkları şehirler, katlettikleri masumlar, kan deryasına dönmüş Ortadoğu.

BOP eş başkanının uykuları bölünüyor mudur diye çok düşünmüşümdür. Ne diye bölünsün ki, verilen görevleri yapıyor. Bir yandan da, islamfobi’nin kışkırtılmasına karşı gibi bazı laflar ediyor. Bu ne perhiz, bu ne lahana çorbası derler. Lahana çorbası demişken, BOP eş bakanlığının görevlerinden birisi, Irak’ın Kuzey’inde bir Kürt devletinin kurulmasıdır. Devletin ekonomik kaynakları, Kerkük işgal ettirilerek sağlandı. Kerkük Petrolleri onları ihya edecektir. Ayrıca, İsrail’in petrol ihtiyacı da böylece karşılanmış oldu.

IŞİD’in Musul’u işgali bir faciadır. Türk Konsolosluğu’nun korumaları ve çalışanlarının teslimi bir felakettir. Barzani efendi, güya Işid’e karşı birleşmeyi ve seferberliği öneriyor. Laf olsun, torba dolsun. IŞİD sayesinde Kerkük taraflarınca işgal edilmedi mi? Onlarla birlikte, BOP’un planladığı ve paylaştırdığı gibi, şehirler pay edilmedi mi?

Doç. Dr. Mehmet Seyfettin Erol, Milli Gazete’deki köşesinde 16 ve 19 Haziran tarihli yazılarında, IŞİD’in sadece bir terör örgütü olmadığını, BOP politikalarının uygulanması için oralara sürüldüğünü, Irak’ın yeni bir kargaşaya sürüklenerek, istenilen politikaların uygulamasına geçileceğini vurguladıktan sonra şu satırlarla bitirir yazısını: “Dolayısıyla IŞİD tehdidi, aslında görünenin ve tahmin edilenin çok daha ötesinde yıkıcı bir etkiye sahip. Bu gördüklerimiz, sadece aysbergin görünen yüzü. O yüzden hem ‘uyanık’ hem de fazlasıyla ‘soukkanlı’ ve ‘temkinli’ olmak zorundayız. Aksi halde ‘İslam’ın son kalesi’ ve ‘umudu’ da düşer!”.

Namuslu ilim adamları ve düşünürler tehlikeyi görüyorlar ve gerekli önerileri yapıyorlar. Bize göre yapılacak neler var? Dış İşleri neler planlıyor, Türk Genel Kurmayı gelişmelere nasıl bakıyor? Haberimiz yok.

Hocanın yazısına yorum gönderdim.

1. Öncelikle Musul yolu görünmüştür. Musul’a girilmeli ve şehir tahkim edilerek Türk idaresine tevdi edilmelidir.

2. IŞİD ve benzeri radikal kuvvetlerin, Irak-Suriye bağlantıları kesilmelidir.

3. Musul’a girilmesi ile PKK’nın da hareket kabiliyeti daralacaktır. Çözüm denen saçmalık yeni bir boyut kazanarak, millet ve devletimiz yararına gelişmeler olacaktır.

4. Suriye beklenilmeden huzura kavuşturulmalıdır. Bu da Türkiye politikalarında radikal değişimleri zorunlu kılıyor.

5. Irak’ın üniter yapısının parçalatılmadan ayakta tutulması şimdilik zor gibi görünse de, Türk Silahlı Kuvvetleri bunu başaracak yetenektedir.

6. İran kadar pragmatik olamamak, özellikle Ortadoğu’da oyun kuruculuğu üstlendiğini propaganda eden Türk Dış İşlerinin zaafıdır. Oyun kuruculuk, korkusuzluğu da gerektirir.

7. ‘Son kale’nin kurtarılması, Türklere tarihi bir görev yüklemiştir.

8. Ucuz Fatihanlık değil, akıllı ‘huzur getiriciliği’ düşüncesi ve hedefleri ile başarılamayacak bir politika olamaz.

9. Huzur arayan dünya, Türklerden bunu beklemektedir.

Bunları yazmışız.

Bendeniz hala buradayım. Musul’a girilerek, hem Irak, hem Suriye karmaşası önlenebilir ve ayrıca, PKK belasının sonu getirilebilir.

Hükumet yetkililerine duyururuz, ‘oyun kuruculuğu’ böyle olur.

Cumhurbaşkanı seçilebilmek için, PKK’ya, IŞİD’e, Kuzey Irak’a taviz vermekle, sen kendini, oyun dışına atarsın.

Allah akıl-fikir versin.


(İlk yayınlanış haberiniz.com.tr 11.07.2014)

19 Ağustos 2014 Salı

Menfaat Karşılığı, Satmaya Hazır Olanlar


Geçenlerde televizyon sohbetinde bir Psikiyatr anlatıyordu. Diktatörleşme eğilimindeki yöneticilerin desteklenme oranı %62’ymiş ve bu oran hiç değişmiyormuş. Fıtratındaki diktatörlüğü gösterebilmenin yolu da, destekleyenlere menfaatler sunmasıymış diktatörün. Örnek olarak anlattığı Hitler’in %40’larla iktidara gelmesinden sonra, fakir halk kesimlerinin üzerindeki vergileri kaldırması, onlara küçük menfaatler vermesi oldu. Böylece, desteği artarak devam etti diktatörün. Yok canım, amacımız makarna-kömür dağıtımını filan gündeme taşımak değil, vurgulamamız, nasıl oluyor da makarna, kömür gibi küçük menfaatler karşılığı, bir gruba, bir kişiye veya bir fikre ölümüne destek verilir? Sorusuna cevap aramak ve deşifre etmektir. ‘Boğulacaksan büyük suda boğul’ sözünü de ekseriya bu destekçiler söylerler.

Özcan Yeniçeri 27 Eylül 2006 tarihindeki makalesinde şunları söylemiş: “Yaşananlar Türk ailesini yıkmak için uygulamaya sokulmuş sinsi küresel bir planın olduğunu göstermektedir. Böyle planlarla ancak erkek ile kadın, namuslu ile namussuz, yerli ile yabancı, Sevr ile Lozan, dost ile düşman arasındaki sınır kaldırılabilir.

Sınırı, siniri, köşesi, değeri, cinsiyeti ve tavrı belli olmayan yumuşak bir insan türü bu yüzden idealize edilmektedir. Yine bu yüzden birçok etkili makamda; ‘evet demeye hazır’, yumuşak başlı, güdülmeyi onur meselesi yapmayan, kimliksiz, kişiliksiz, ünsiyetsiz, cinsiyetsiz ve tavırsız insan sayısı bu kadar fazladır.”

Diktatörü kabullenmeyi, ona biat etmeyi hedef edinmiş kişilerin sayısı demek ki, her toplumda fazlacadır. Yeniçeri Hoca bu tipleri yazmış: güdülmeyi onur meselesi yapmayan, kimliksiz, kişiliksiz, ünsiyetsiz, cinsiyetsiz ve tavırsız. Ver parayı al namusunu, ver makamı al şerefini, ver unvanı al haysiyetini, ver tavizleri al vatanını.

Makam ve menfaat düşkünlüğü dışa vurmuş tipleri bulup, onları kendi milletine karşı kullanmakta ustalaşmış istihbarat örgütü Siyonistlere aittir. Neo-Conlar unvanıyla faaliyetlerini yürüten, ABD’de ki kuruluşlarına bakarsanız, nasıl da ince eleyip sık dokumuşlar ve kafalarına göre kişiyi nasıl da bulmuşlar. Talimatlar direkt olabileceği gibi, genellikle Avrupa Birliği, NATO, Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası gibi kuruluşlar eliyle verilmektedir. Seçime mi girecek? Sorun yok, ekipler kurulur, paralar bulunur, adamlar kiralanır, satın alınacaklar alınır, satılacaklar gönderilir sorun yok. Zaten alt yapı çalışmaları hazırdır. Türk üniversitelerindeki hocalar ne güne duruyor! Hazırladıkları raporları aylar evvelinden ulaştırmışlardır. Memleketi avuçlarının içi gibi biliyorlardır. Parayı ver yeter ki, sayısız sayıda uzmanı kolayca çalıştırırsın hedeflerin doğrultusunda. Paralarını, makamlarını ver, hedefi oya gibi işlerler evvel Allah, bakın; Kürdistan’ın durumuna. Daha üç-beş yıl evvel ‘Kürdistan’ lafı hükumet ve yüksek bürokratlar etrafında derin krizlere sebep olurken, bugün elbirliği ile ‘Kürdistan’ın kurulmasını sağlıyoruz. Elbette, ‘BOP’ politikaları doğrultusunda, milim sapma göremezsiniz.

Bizimkiler AB’ye girme uğruna ne lazımsa yapıyor, hangi tavizler verilmesi gerekiyorsa verirlerken, Almanya’nın eski Başbakanlarından Helmut Kohl açık yüreklilikle ‘Türkiye’yi kandırdıklarını’ söylüyordu. Bunu bile bizimkiler duymuyorlar, iktidar sarhoşluğu içinde BOP politikalarını uygulamak için yarışıyorlardı. Nitekim değil Avrupa Birliği’ne almak, işadamlarımıza, öğrencilerimize, hatta turist gidenlerimize bile etmediklerini bırakmadılar. Hele şu, işe alımlarda Almanca bilme dayatması, öğrencilerin teneffüslerde Türkçe konuşma yasağı gibi konuları bizimkiler tınmadılar bile. Vara vara Sevr’in 2. Versiyonu ile karşılaştık. Buyurun, Kürdistan kuruluyor. Kimin eliyle? O da soru mu, tabi ki, bizimkilerin eliyle. Kürdistan deyip geçmeyin, Kürdistan; Büyük İsrail’in, genişleyen emperyalizmin, güçlenen küresel çetelerin iktidarlarının temelini oluşturacaktır.

Buradan nereye mi varıyoruz? 1919 da neyi düşünüyorsa Batılılar, bugün de aynı yerdedirler. Hedeflerinde asla değişme olmamıştır, çünkü Türk’ün bir gün mutlaka dirilip, silkinip kendine döneceğini görmektedirler, korkuları bundandır. Viyana’ya dayanan misyonun sonlanmadığını, İlay-ı Kelimetullah hâkimiyetinin Türk için vazgeçilemez bir hedef olduğunun bilincindedir Batı. Bu sebeple, ne yapıp edip Türkiye’yi parçalayıp, gücünü eksiltmek, orduyu dağıtmak onların tek amacıdır. Lozan görüşmeleri sırasında bunu denediler. Kürtler üzerinde oyunlar kurdular, 1000 yıllık birlikteliğimizle Kürtlerin büyük çoğunluğu, Türkiye ve Türklerden yana olduğunu bütün dünyaya, Lozan’a gönderilen sayısız telgraflarla anlattılar. İşte bugün Batı bu direnci kırmıştır. 40 yıla yakın destekledikleri PKK sürüsünün başardığı da budur. Kürtlerin direncini kırdılar ve gerekirse Türkiye’den ayrılmayı bile düşünmeye başladılar. Yazık ki, Batı bu çalışmalarını, içeriden devşirilen para, makam, mevki, şöhret tutkularına gem vuramayanlar (kimliksiz, kişiliksiz, ünsiyetsiz, cinsiyetsiz ve tavırsız) sayesinde yapmıştır. Başarılarının altında da, Türkiye’deki mevcut etnik yapıların sık sık hatırlatılması, onların kimliklerinin vurgulanması, onların Türklerden ayrı bir etnik kimliğe sahip olmaları hususları, bizzat Türkiye idarecilerinin bu ateşlemeyi yapması suretiyle başarı kazanmış gibi görünmektedirler. Bizzat Başbakan ağzından sık tekrarlanması da başarıları için ilk şarttı. Bütün bunlar, ABD’nin talebi ve AB’nin elinden dayatmalarla yapıldı.

Taleplerin yerine getirilebilmesi için ilk şart, hükumetin büyük çoğunluk tarafından desteklenmesini sağlamaktı. Kitle psikolojisini çok iyi bilen Batılılar bunun yolunun kitleye menfaatler sunarak, hayal kurmasını sağlamak olduğunu bildiklerinden, (bilimsel bir metottur) uygulamaya koydular. Lideri diktatörleşmeye sevk ederken, kalabalıkların uyumasını ve hayal kurmasını sağladılar. An itibariyle başarmış gözükmekteler.

Yeni bir seçime doğru giderken, yine hayaller ve korkular üzerinden kitleyi avuçları içine almak istiyorlar, yıllardır yaptıkları gibi.

30 Mart seçimlerinde %45 aldıkları oyların en az %30’u hayallerine kurban edilen, kitleler içinde kaybolanların oyudur. Yani, AKP’nin gerçek oyu %13-%18 arasındadır.


16 Ağustos 2014 Cumartesi

İsrail Saldırısı Planlıdır


Dış dünya benim için hassas bir şekilde dengelenmiş ve bu dengeli mekanizma daima benim lehime işliyor ve gelişiyorsa, bu düzeni ve bu mekanizmayı neden değiştirmeye çalışayım ki?

****

Gezi olaylarının başlaması;

Ellerinden iktidarın kaymakta olduğunu gören iktidar yöneticilerinin, halk içerisindeki hoşnutsuzluğu tahrik etmesi ve geniş halk kitlelerinin nefretle zehirlemesini becerebilmesidir.

Böylece, %50’yi zor tutuyorum gibi abes lakırdı, tamamen partisine ait sandığı ve oraya mal ettiği kitlelerin, kendilerini güçlü hissetmelerini sağlamış ve partilerine ve genel başkanlarına bağlılıklarını artırmışlardır.

Çalsa da, önemli değil lafı buradan doğmuştur.

Mahalli seçimler arifesinde, taraftarlarının umutlarının ve hayallerinin sağlam ve dik kalmasını sağlayarak, meydanları doldurmayı başaran Erdoğan, Cumhurbaşkanı olmak uğruna sarıldığı ‘Yeni Türkiye’ söyleminden arta kalan döküntüleri saklayamazsa, yolsuzlukların üstünü ‘Paralel’ filan diyerek kapatamazsa, bu sefer %30’larda kalma ihtimali yüksek görülüyor ki, bu durum AKP’nin yargılanmak ve zindanlara tıkılmak korkusu yaşayan yüzlerce, hak yiyen, torpil yapan, yeteneksiz, ahlaksız, düzeysiz taraftarının uykusunu kaçırmaktadır.

Bunların en önemlilerini tahmin etmek zor değildir. Kabinenin tamamı, grup başkan vekilleri, komisyon başkan ve üyeleri, milletvekillerinin büyük çoğunluğu, müsteşarlar, genel müdürler…

Kâbuslar gördüklerine bahse girerim.

Erdoğan’ı, ulaşılamaz, aşılamaz, karizmatik olarak algılara yerleştirilmesi, yeni bir tanrının imalat aşamasıdır.

Yandaşlarınca, peygambere atıf yapılarak, Erdoğan anlatımı ve en sonunda Erdoğan ağzından “Rahmetim gazabımı geçecektir” sözünün söylenilmesi, Kur’an’ı Kerim’de bildirilen bu mananın Allah’a ait olduğu gerçeğini örterek, taraftarlarının sahte bir cennet vaadiyle kandırılmasından başka bir şey değildir.

Çünkü ulaşılmaz tek varlık Allah’tır. Onu bile geçtiyse, taraftarları cennet keyfi içinde yüzebilirler demektir.

2001 krizi, her şeyin sonu geldi düşüncesinin zihinlere kazındığı bir dönemdir.

Soros renkleriyle Türkiye’yi saran AKP alevi, insanlara belletilen sonu gelmekten korku ve kurtuluş, değişim fikrinin cazibesiyle, akılları başlardan aldı götürdü. Kitlenin aleyhinde olabilecekleri yaşatılması ve değişim nutuklarıyla kandırılması. Olanlar budur kısaca.

Kendisinin kurtulacağını sanan kalabalıklar, idarecilerinin çalmalarına da göz yumarlar. Bu anda yapılacak bir şey yoktur inancı da muhaliflere belletilir, çünkü yine kara propagandayla, muhalefetin olmadığı, çok zayıf olduğu, iktidarın alternatifinin bulunmadığı belletilmiştir.

Bu kadar tanıtım yeterli, şimdi yazı başlığının konusuna geçebiliriz.

Van Minit hadisesini hatırlamayan var mıdır? Kimisi gururlanarak, kimisi de iğrenerek hatırlar, hani ikiye bölünmüştü ya halkımız o sebeple. Davos tiyatrosu bir kurgudan ibaretti. Rejisörün talimatı ayniyle uygulandı, sahnedeki oyuncuların becerileri de alkışlara değerdi doğrusu. Müslüman ve Yahudi dünyaya, İsrail düşmanlığını göstermenin iki taraf için kazanç olduğu da biliniyordu çünkü.

Davos gösterisinden kısa bir süre sonra İsrail’de seçimler yapıldı. Ne oldu biliyor musunuz? BOP politikalarının uygulanabilmesi şartı olan, sert İsrail hükumetinin kurulması öngörülmüştü. Ilımlı İsrail hükumeti seçimleri kaybetti ve faşist, Siyonist yapılı yeni hükumet oluşturuldu. İşte tam o seçimin yapıldığı gün, gece yarısı Erdoğan’a, mikrofon uzatan bir gazeteci sordu; 

- İsrail seçimleri hakkında ne düşünüyorsunuz? El cevap: 

- Van minit hedefini bulmuştur.

Şimdi İsrail çetelerinin Gazze’ye saldırıları hakkında da bendeniz böyle düşünüyorum. Şimdi sıra onlarda, ne olacak? İsrail saldıracak, Gazzeli, Filistinli Araplar ölecek, plajdaki çocuklar ölecek, Erdoğan İsrail düşmanlığını artıracak, sesini yükseltecek, taraftarlarının arasını sıklaştıracak ve Cumhurbaşkanlığı’nı kazanacak. Sanki anlaşılmış, planlanmış, biçilmiş ve uygulamaya geçilmiş hain bir oyun. Hem İsrail ve hem de Türk hükumetleri kazançlı.

Bir taraftan Türkiye İsrail arasındaki ticareti 5 katına yakın artıracaksın, OECD ve NATO’ya üyeliklerine Türkiye vetosunu kaldıracaksın, gazetelerin yazdıklarına göre oğlun, İsrail ile ticaret yapacak, petrol taşıması yapacak ve sen İsrail düşmanlığını yüksek sesle göstereceksin!. Gülerler, gülerler!..

Ancak ve ancak, beyinlerini bir şekilde satın alarak ele geçirdiğin, düşünmeden, ölümüne destek veren yandaşlarını kandırabilirsin. Ama oyun bozuldu.

Aksini iddia edenleri dinlemek görevimizdir.

Bu arada Dış İşleri Bakanı Ahmet Davutoğlu: “Bir insanlık trajedisi ile baş başayız. Uluslararası toplum için yüzkarası” demiş.

IŞİD Musul Türk Konsolosluğu’nu bastığı anda, ‘teslim olun’ emrini vermeyip, Musul’a bir bölük piyade gönderseydiniz, bu durumlar yaşanmaz, siz de böyle konuşmazdınız. Geciken dış politika uygulaması, ne büyük felaketler doğurduğunu anlayabiliyoruz. Kerkük gitti, Musul gitti, Telafer gitti, Tuzhurmatu gitti, İsrail saldırıları sıklaştı, Suriye karmaşası giriftleşti, Mısır güvenini yitirdi, Araplar büyük çoğunlukla saygısını bitirdi…

Önermiştik, duyuramamıştık.

Yine de geç değil,

Yapın şu işi. Çözüm, Musul’da!...

 (NOT: Araya güncel yazılar girmiş ve gecikerek yayınlanmıştır)

14 Ağustos 2014 Perşembe

3. Cumhuriyet ve Sevr’i Özleyenler…


Türk düşmanlarının tek hedefi vardır. Lozan’ı silip, Sevr’i diriltmek. Özellikle dinci kanatın tarihçi müsveddeleri Lozan aleyhinde yazmaya, milletin zihnine Sevr’in arandığını filan kazımaya çalışıyorlar.

Çeşitli haritalar yayınlanır Sevr’i çağrıştıran. En son IŞİD bir harita yayınlamıştı (Bunu Face’de yorumlamıştık). Bu haritaya göre, Türkiye’nin Güney Doğu ve Doğu’su tamamıyla Kürdistan olarak tanımlanıyordu. Hükumet çevrelerinden hiçbir itiraz ve yorum gelmedi bu haritaya.

Şimdi bazı ukalalar 3. Cumhuriyet’ten bahsediyorlar, 2.’sinden haberimiz bile olmadı. Güya Tayyip Bey Cumhurbaşkanı seçilirse, 3. Cumhuriyet kurulacak (veya yeni uygulamalarla) ve eskiye (onların eskisi) dair ne varsa kökten silinecek.

Galiba, sınırlar dahil!.

Kopya, taklit ‘Yeni Türkiye’ söyleminin varacağı yer şimdiden belli. Hayallerindeki dünyada Türk’e yer yok bilesiniz. ‘Yeni Türkiye’ içinde Türk olmayacak. Bir yandan PKK, bir yandan IŞİD benzeri terör grupları bombalamalar, kurşunlamalarla bitirmeye çalışırken, bir yandan da siyasi masalarda sıkıştırılan ve dayatılan kararlar sonucu Türk’ün izini silecekler, amaçları bu.

Bizim için vatan olan Kerkük elden gitti, ne hükumetten, ne Dış İşlerinden, ne Genel Kurmay’dan bir satırlık yorum, itiraz gelmedi. Musul konsolosluğu bir tek silah bile atılmadan teslim edildi. Komutanların gözleri önünde, gönderden bayrak indirildi. Kınama bile gelmedi!.

Eğer böyleyse, 3. Cumhuriyet’e doğru hızla ilerliyoruz. 3. Cumhuriyet ve Yeni Türkiye, Türk’ün felaketi olacaktır, uyanmaz, uyanamazsa.

3. Cumhuriyet’ten anladıkları nedir?

Sevr’e nasıl gelinmişti, Taylan Sorgun özetlesin:

“1. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöktürülüş döneminde bütün iktisadi kaynaklar finansal yapı dahil yabancıların ellerine geçmişti. 2. Anadolu toprakları bir müstemleke iktisadiyatı yaşıyordu. 3. Mürteci hareketler genişlemekteydi. 4. Anadolu yabancıların nüfuz bölgelerine ayrılmıştı. Sonunda Anadolu’nun paylaşımını getiren Mondros ve Sevr karşımıza çıkmıştı. İşte Mustafa Kemal Paşa’nın başlattığı Milli Mücadele ve Anadolu ihtilali Cumhuriyet bunların hepsini kaldırıp çöp sepetine atmıştır.” (Taylan Sorgun, Ortadoğu, 30 Ekim 2006)

Geriye dönüşün bu kadar göstere göstere olduğu durumlar başka ülkelerde var mıdır bilmiyorum. İlk üç madde de anlatılan dönüş ayniyle yaşanmaktadır ülkemizde. İktisadi kaynaklar, ‘özelleştirme’ numaralarıyla yabancıların eline geçmiş, tüketim ekonomisi Anadolu sathına yayılmış ve mürteci hareketler, (dindarlaşma değil) dinci hareketler yurt sathına yayılmıştır. Henüz, “Anadolu’nun yabancıların nüfuz alanlarına ayrılması” fiilen yaşanmamıştır. Yaşatılması istenmiş, fakat Türk Genel Kurmayının dikkatli ve uyanık olması, meselelere vukufiyeti, alınan tedbirler, karşı politikaların uygulanması, açıkça meydan okumalarla, Mart tezkeresinin çöpe attırılmasıyla paylaşılmayı geçici de olsa önlenmiştir. Bilahare önleyen kumandanların kahir ekseriyeti, Mart tezkeresinin çıkması için canla başla çalışan hükumet idarecileri tarafından bizatihi Savcılığı yapılarak Ergenekon, Balyoz, Casusluk gibi düzenlerle cezaevlerine tıkılarak güya intikam almışlardır.

Muhtemelen 3. Cumhuriyet dedikleri bu dördüncü maddenin fiiliyata geçirilmesidir. Başarılmak istenen budur. Daha sonra işgal ve sömürüleştirilme aşamalarına geçilecektir. Nitekim devletin ve vatandaşların aşırı, ha deyince ödeme imkânlarının bulunamayacağı şekilde borçlandırılması, ödeme emrinin gönderilmesi ve haciz aşamasına geçilmesi halinde ellerindeki tapuların alınması suretiyle işgalin alt yapısının da hazırlanacağının bilinmesi gerekmektedir. (Özellikle, yabancı sermayeli bankalardan çiftçilerimizin kullandığı krediler bu tehlikeyi yakından göstermektedir, kredilerin tamamı tarlalarının ipotek edilmesi suretiyle teminat tesis edilerek kullanılmıştır!).

Psikolojik harp son hızıyla devam ediyor. Bu savaşta karşı koyacağımız dallarımızı zayıflattılar bir bir. Ülkemiz üzerinde oynanmakta olan yıkıcı oyunlar, karşı çıkılamaz insan hakları, özgürlük gibi isimlerle, faaliyet gösteren sivil toplum örgütü adıyla ve özellikle medya kullanılarak yapılmaktadır. Bu saldırılara ancak, üniter yapının korunması, halkın bilgilendirilerek bilinçlendirilmesi görevlerini yapacak, milli politikalardan taviz veremeyen gözü kara bir kontr istihbarat kuruluşu, yabancı istihbarata ancak karşı durabilecektir. Aynı zamanda halkın yanında olarak onların sahipsiz olmadığını daima hatırlatacak çalışmaları eksiksiz yapacak, milleti diri tutarak, daima göreve hazır zinde güçleri örgütleyebilecektir. Nedense bu hatırlatmalar sık yapılmasına karşılık, devlet idarecileri tarafından önemsenmemektedir.

Çok ilginçtir, bir devlet düşünün ki, iktidar partisinin sözcüsü, bir zamanlar kırmızı çizgisi olan ve ‘harp sebebi’ olarak deklare edilen bir devletin kuruluşunun öncülüğünü yapıyor!. Psikolojik savaşın düşman kuvvetleri tarafında savaşa katılmış gibi. Yine, çok ilginçtir ki, söz konusu devletin kurulması için canla başla savaşan İsrail’in yetkilisi bizimkinin açıklamasının akabinde benzer bir açıklama yapıyor. Güya İsrail düşmanlığı ile ünlenmiş bu tipler, maalesef İsrail ile aynı düzlemde top koşturuyorlar.

Sormak lazım: Acaba, taşınması imkânsız borçlarınızın ödenmesini mi istediler? Yoksa böylece yeni yabancı (ABD ve AB) siyasi vesayete boyun eğme veya iktisadi kapitülasyonlara eyvallah mı ettiniz?

Çünkü Irak’ın parçalanarak, Kuzeyi’nde bir Kürt Devletinin kurulmasına onay vermek demek, “Irak – Türkiye ve Suriye sınırının kuzeyinde, Kürtlerin sayıca üstünlüğünün bulunduğu bölgenin yerel özelliğine istinat ederek, (dayatmacıların tavsiyeleri ile) Türkiye bu bölge üzerindeki tüm haklarından ve sıfatlarından vazgeçmeyi şimdiden yükümlenir”. Diyen, çöplüğe atılmış Sevr antlaşmasının 62. ve 64. Maddelerinin yürürlüğe sokulacağını bilmiyorsunuz demektir.

Ne günlere kaldık Allah’ım.

Ayaklarla başlar yer değiştirmiş!.


12 Ağustos 2014 Salı

Aslan Postuna Girmiş Tilkiler


Tamam kardeşim,

Anladım.

Seni ilgilendirmiyor, paralar, kutular, makaralar, çakaralar, federasyonlar, parçalanmalar, milletin A’sına küfredenler, rahmeti gazabını geçenler, hamd makamlarının en yükseğinde hamd edenler, ..ötünün gılı olanlar, hazineden siyasi menfaat uğruna kömür, makarna getirenler… Seni ilgilendirmiyor. Keyfî olarak değiştirilen kanunlarla ilgin yok. Ege denizindeki kaybedilen adalar, kayalıklar seni ırgalamıyor, Musul’da rehin alınan Türkler, işkence altında öldürülen Türkmenler seni titretmiyor, durmaksızın hakaret eden siyasiler de seni ilgilendirmiyor. Küfür derecesindeki, şirke bulaşan efelenmelerden de etkilenmiyorsun. 13 yıl evvel, karkas et ticareti yapan birisinin, 12 yıl sonra evleri, havuzlu villaları, gemi filosu, mücevher satan mağazaları, alış veriş merkezi denen büyük marketlerinin olması da ilgi alanının dışında.

Seni sadece, sana sunulan imkânlar, verilen makamlar, makarnalar, kömürler, bağlanan maaşlar ilgilendiriyor. Devlet kesesinden bolca verilen tavizler, senin aklını başından almış. Sen, düşünme yeteneğini kaybetmiş, ne yaptığını bilmez haldesin. Seninle konuşulmaz bile.

Sen bilirsin.

Artık benden bu kadar.

Ne halin varsa gör.

Son gülen iyi güler.

Biliyorum şimdiden sonra günlerce ukala konuşmacılar, analizciler televizyonlarda, yalakalık kokan analizler geliştirecekler. İçinde bulunduğumuz durumu analiz edebilecek bir sosyolog, psikolog bulunamaz, yoktur. Sonuçlara anlam verebilecek bir babayiğit olamaz. Söylenilecek her şey yanlıştır, böyle biline.

Cehalete oy verilmiştir. Saldırana oy verilmiştir. Hakaret kazanmıştır. Alaycı aday kazanmıştır.

Memleketimizin çevresi ateşler içinde, komşularımızı ateşe atan zihniyet ve projeleri kazanmıştır.

Akıl durmuştur burada. Burada söz biter.

Şu parti başarısızdı, sebep şu isimlerdendi, filan mugalataya girmek anlamsızdır. Hiçbir mana ifade etmez. Kişi kendini sigaya çeker ve başarısız olduğu durumları analiz eder kendisi gereğini yapar. Bu bizi ilgilendirmez. İlgi sahamız; bir milletin aklı, nasıl olurda böylesine satın alınabilir, nasıl olabilir de böylesine kandırılabilir. Çözülecek nokta burasıdır.

Bir sözümüz de, sosyal medya sayfalarında atıp tutan aslanlara olsun. Siz ne diye mücadele ediyorsunuz? Amacınız nedir? Ne yapmak istiyorsunuz?

Konya, Çorum, Çankırı, Erzurum, Elazığ, Malatya, İstanbul.. ve benzeri illerde yaşayan aslanlar. Ya, size ne oluyor? Madem AKP’lisiniz, doğruca AKP’de siyaset yapın, sizden farklı düşünen gruplar, kesimler, toplumlar içine ajanvari girerek onların inançları, maneviyatları üzerinde oynamaya hakkınız olmasa gerek. Görünüşünüz ile, laflarınız, içiniz ile dışınız ne kadar farklı!. Çok tiksindiricisiniz.

Alınan yenilgi değil, kazananın, kazanma sebebi sizlersiniz. Durduğunuz yerdeki iradenizi koyamadınız. Ayak direyemediniz. Sizi de kandırdılar. Güya İslami olduğuna inandığınız, bir takım laflarla kandırıldınız. Büyük bir günaha, vebale girdiniz. Sözünüzde duramadınız. Yenilen de kazanan da sizin ihmalinizden, sizin inadınızdan bu sonucu yaşamıştır. Artık, yerinizi seçtiniz. Bir daha bizim bulunacağımız toplulukları kirletmeyin bari. Sizin savsaklamanız, bölücülüğe pirim kazandırmıştır. Elbette hepinizi tanıyoruz, gözlerinizden ve sözlerinizden. Yerinizde sizlere başarılar dilerim.

Biz içimize dönelim:

1. Adayları millet tespit etmelidir önerimizi daha önce yazmıştık.

2. Seçim çalışmaları ertesi gün başlar.

3. Erken bir baskın seçime derhal hazırlanınız.

4. Oy verenler için, hırsızlık, bölücülük, vatan toprağının kaybedilmesi, esir edilen Türkler, savaşın kapıya dayanması, borçların bini aşması hiç önemli değilmiş, artık bu anlaşılmış olmalıdır.

5. Halklar diyenler kazandığına göre, duyumsamayan, anlamayan bir topluluğa sahibiz. Düşmanlaştırıcılar, mezhepçiler, kışkırtıcılar kazanmıştır. Gelecek planlarında bunlara dikkat edilmelidir.

6. Sokaklardan çektirilen Ülkücülerin, ellerine bilgisayar verilememiştir. Kitap verilememiştir. Kalem verilememiştir. Siyaset okulunun ne yaptığı ülkücüler tarafından bilinmemektedir. Adı geçen okuldan mezun olduğu anlaşılan bir zatın mesajlarının değerlendirilmesinden anlaşıldı ki, dinciler gibi, AKPliler gibi konuşup, yazmaktadır. Nasıl bir yanlış yapıldığı bulunmalıdır.

7. Kaybedilen Cumhurbaşkanlığı seçimleri için kafa yormaya gerek yok. Sebep bellidir. Bir tarafta devlet gücü dâhil, edebi bir kenara koymuş bir güruh, diğer tarafta edepli davranan bir toplum. Bilinir ki, edepsizlik daima bir adım öndedir.

Şimdi yapılması gereken şudur: Ülkücü teşkilatlar kurultayı. Bu kurultayda, 2015 yılında yapılması gereken, ancak erkene alınması da muhtemel olan seçimlerde başarılı olmak için alınması gereken kararlar acilen üretilmelidir.

Diğerleri, başkaları ne yaparsa yapsın. Ülkücüler olarak, derhal yollara düşülmeli, dağlara taşlara, Ülkü yazılmalıdır.

Sokaklar Ülkücü’ye hasret. Artık, siyaset sokağa taşınmalıdır.


10 Ağustos 2014 Pazar

Fenerbahçe Nasıl Şampiyon Olur?


(Sn. Hulki Cevizoğlu’na saygılarımla.)


Oynadığı son derbiyi bir kaza golü ile kaybetti. Kaleci hatasıydı belki de. Belki verilen taktiğin oyuncular tarafından istenildiği ölçüde uygulanamamasıyla geldi yenilgi. Belki de hazırlanan oyun planı, rakip takımın oyununu bozacak ve şartları kendi lehine geliştirecek düzeyde başarılı bir plan değildi.

Teknik palavralardan bıkmış vaziyetteyiz. Adam olan adam çıkar sahaya ve görevini yapar.

Oyuncunun görevi, antrenmanlarını zamanında ve aralıksız yapmak, hastalanmaktan kaçınmak, vücudunu, ayaklarını, kafasını, boğazını korumak. Beynini unutmaz bu arada. Beyin temizliği ve sağlığı önemlidir. Beyin hasta ise, bırakın topa vurmayı, gelen topu göremez, verilen taktiği hatırlayamaz bile. Öyle ki, bu oyuncunun sahada yaptıkları rakiplerinin işine yarar. Hatta ne için sahada olduğunu bile düşünemez. Bunların yanında sahaya sürülen futbolcu, beyni, kafası, ayakları, elleri, bacakları ile hâsılı tüm vücudu ve insanlık yapısıyla kendini oyuna vermeli ve istenilenleri bi-hakkın yerine getirebilmelidir.

Uyuşuk, sırnaşık, ne yapacağını bilmez haldeki oyuncular, kafa yerine ayak, göğüs yerine kafayla topa çıkan oyuncudan, şut yerine pas, pas yerine şut çeken oyuncudan bir fayda gelmeyeceği gibi, takımın helâkına da sebep olabilir Allah muhafaza. Her oyuncuya verilen bir görev vardır. Bir bölgedeki oyuncunun aksaması, tüm takımın bozulmasına, makinenin işlememesine sebep olur ve yenilgi kesindir böyle durumlarda.

Tamam, şike kumpasları kuruldu, idareciler ve usta oyuncular cezaevlerine tıkıldı. İdarecilerinin, oyuncularının arkasında sapasağlam duran bir taraftar topluluğu vardı. Bunu hesap edemediler. Hatta Beşiktaş, Galatasaray ve Trabzonspor gibi ekiplerin taraftarları da, Fenerbahçe taraftarına destek verip, büyük kargaşayı atlattılar. Bu dayanışma kısa sürede bir şampiyonluk getirdi. Teslim alınamayan bir Fenerbahçe kalesi vardı. Denenmeyen top, gülle, bomba saldırıları kalmadı. Hepsinden sıyrıldı. Şampiyonluğa ulaştı ama yaralandı, ağır yaraları var. Şimdi yeniden taraftar desteğine, yeniden taraftarın tribün gösterilerine ihtiyaç var. Vefakâr seyircilerin bu desteği ihmal etmeyeceklerini umarım.

Önümüzdeki derbi kaybedilmemeli. Ne pahasına olursa olsun, oyuncular kaptanlarının öncülüğünde sahaya çıkıp, verilen görevleri yerine getirmelidir.

Tamam, saha düzgün değil, tamam, karşı takım çok kuvvetli, tamam, oyuncuların üzerlerine giyeceği formalar bile eksik veya eski, hatta oyuncuların sahaya götürülmesi için gerekli olan bir otobüs bile kiralanamıyor. Olsun. Sabahın erinde kalksınlar ve kendilerini yormadan sahanın yolunu tutsunlar. Bu son karşılaşma. Yenilgi, takımın dağılmasına, kulübün kapanmasına sebep olabilir.

Yeniden taraftarlara hatırlatırım. Fenerbahçe’nin şampiyonluğu, oynanacak son derbiye bağlıdır. Mutlak surette maça gidiniz ve tribünlerde yerinizi alınız.

Bir kişiden ne çıkar demeyiniz. Verilecek bir bilet parası ile ne oyunlar kurulur, ne oyuncular satın alınır…

Fenerbahçe’ye başarılar diliyorum.

Allah muvaffak etsin.


8 Ağustos 2014 Cuma

Kan Akarken… Cumhurbaşkanı Olamazsın


Masonik bir ritüel, judaik dayatma, ayırımcılık, küstahlık…

Yaş gününü kutlayan, çocuk eğlencesi gibi. Arkadaşlarının dışındakilere kapalı bir eğlence. Ayrıca, hediye ile gelmeyenlere de kapalı. Eli boş ise, kapı dışarı edilir.

Mukallitin, hayata bağlanma becerisi taklit ettiklerinin gücüyle sınırlı.

Yalan, yaşama tarzı olunca, ayaküstü kırk yalan söylense, yalanı duymayı bekleyenlere göre ne var?

Neymiş, ayırımcılık yapmayacaklarmış. Baştan yaptığın ayırım neyin nesi?

Dikensiz gül bahçesi mi istemiştiniz?

Avucunuzu yalarsınız.

Muhalefetsiz bir siyaset, okulların kapatıldığı Eğitim Bakanı kolaylığı. Muhalif seslenen gazetelerin içeri alınmaması, ayırımcılık değilse nedir? Baştan yalan, baştan ayağa her şeyleri yalan.

Bu bir balkon konuşması filan değil, sultanlığın ilanı, halifeliğin deklarasyonu.

Çocukluktan başlayarak hayat hikâyesinin filimleştirilmesi, dinleyicilerin sessizce, fikir dolaştırmadan izlemesi, siyaset hikâyesinin sonunun başlangıcı olsa gerek. Tıpkı, ölümü ile geçmişi yâd edilen masonik-judaik ritüeller sonunda toprağa gömülen, taklit ettikleri gibi.

Bir var ki, mensubu olduğu toplulukta yaşayanları kandırmayı becerebiliyor. Kullandığı silah ise, dini kavramlar, dini kelimeler, dini ritüeller. Öteden beri böyle. Kameralar eşliğinde Cuma selamlıkları, gazeteciler eşliğinde mezarlık ziyaretleri, cami önlerinde siyasi propaganda meclisleri… Günaha bulaşan ne varsa hayatlarının vazgeçilmezi.

Kur’an’ı Kerim ayetlerinin, peygamber hadislerinin propaganda vesilesi kılınması, insanların beyinlerinin allak-bullak edilmesi, düşünme yetilerinin ellerinden alınması…

Bunun adı siyaset olamaz.

Devlet imkânlarının en üst seviyede kullanılmasını söylemeye bile gerek yok. Rakibinden bir-kaç kilometre önden başlamak koşuya, nasıl bir ahlakın mahsulüdür sormak lazım.

Peki, bütün bu üstünlüklere rağmen, kaybetme korkusunun nasıl da yaşandığını fark edebildiniz mi? Hem de iliklerine kadar o korkunun esiri olmuşlar. Onları kendi korkuları alt edecek, yenecek.

Mukallit demiştik. Tarzı, davranışı, konuşma ahengi tamamıyla birisine benzetilmiş. ‘Logo’ seçimi bile özendiği kişinin bir zamanlar kullandığı ‘logo’nun aynısı. İzleyicileri de, birilerinin taklidi peşinde. En azından yanındakinin. Alkışları da, gülücükleri de, sırasında kızgınlığı da yanındakine, çevresindekilere ayarlı, onların taklidinde yani. Kimler toplanmış koca salona? Eski milletvekilleri, eski parti yöneticileri, eski bürokratlar, eski belediye başkanları… Diz kırıp oturma eğitiminden geçmiş bir kısım dalkavuklar. Birisi, kendisini BOP eş başkanı yapan en yüksektekini taklit ederken, diğerleri de kendisini taklit ediyor. Konuşma vurguları bile aynı, yürüyüşlerini benzetmeye çalışıyorlar, bir de şu ‘noktasında’ kelimesi var. Aman Allah’ım o kelimeyi kullanmak için özel cümleler kurmaya zorluyorlar kendilerini. Baş mukallitte en üsttekinin sık kullandığı (ama İngilizce’den mütercimin anında tercümesinden alınan) ‘çok çok’ kelimesini kullanmaya nasıl da özen gösteriyor. Böylece, kendilerini kabul ettirebilmeleri için ellerinden geleni yapıyorlar. Burada bir zevk vardır. Doğal nesneleri taklit ederek dans eden, şarkı söyleyen insanların (ziyadesiyle çocukluk çağındaki) aldığı zevktir duydukları. Beğendirme dürtüleri ön planda olan heyecanlı bir zevk.

Niye taklit etme ihtiyacındadır?

Korkuyu dikkate almalıdır derim. Burada açıkgözlü davranış, kurnazlık, rakibi açığa düşürme gayretleri gibi ahlak noksanlıklarının belki de tamamı mevcuttur. Korkuları, kendini saklamayı da gerektiriyor. Bu itibarla ‘göründüğü gibi olamamak, olduğu gibi görünememek’ zayıflığından, gerçeklerini karşıdan (milletten) saklamak kastıyla, kendisine görev verenlerin (BOP eş başkanlığına atayanların) tavır ve davranışlarını taklit ederek, geleceğini garanti alma tecrübeleridir seyrettiklerimiz. Yarın işbaşına geldin, ne yapacaksın? 12 yıl boyunca ne yaptıklarını biliyoruz, cevap vermeye bilirisiniz, biliyoruz çünkü.

İçine girdiğin çıkmazdan kurtulmanın yolunu, kendi ellerinle yaptığın uyduruk dünyada yaşayarak bulmaya çalışacaksın.

Amerikalılar’ın bir inançları şöyledir: “ABD’de yaratılan yaşam tarzı, dünyanın her yerinde, gücü yeten herkes tarafından taklit edilmektedir.”

12 yıl boyunca ülkede yapılan yatırımlar, yabancı paranın bol keseden akıtılması, üniversitelerin her ilde açılması, köprüler, yollar, barajlar, rakam, rakam açıklanan iyi olan her şey bir kişi tarafından yapılmıştır ve alkışlar, alkışlar, sonsuz alkışlar. Fakat taklit ettiğiniz yoldaşlarınızın böyle huyları yok. İşi yapanın, başarıyı gösterenin hakkının verilmesi, onun övülmesi tam da onların hali, bunu niye taklit etmiyorsunuz da, diktatörlerin iyi olan her şeyi sahiplenmeleri gibi bir halin içinde bocalıyorsunuz anlamak zor.

Zor ve ulaşmanızın neredeyse imkânsız olduğu bir yola giriyorsunuz.

Ortadoğu’nun sefaletinden bizzat sorumlusunuz. Türkiye’nin sahip olduğu ekonomik değerlerin dünyanın küresel çetelerine peş-keş çekilmesinden bizzat sorumlusunuz. 17 Aralık soruşturmalarından kaçmaktan, yargının, polisin tarumar edilmesinden, devlet kademelerine yeteneksiz yandaşlarınızın doldurulmasından bizzat sorumlusunuz. Bütün bunlar dururken, bir de en üst yetkilerle donatılmış göreve talip olmak haddini bilmemektir.

Edeb Yâ Hû…


Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...