Öyle değil mi? Karışması
için, karışacak olandan, karışması istenilenden olmalı. Ha, yok da değil. Yok
diyemeyiz. Her bireyin payına olabildiğince, kullanabildiğince hakkı verilmiş
ve kullanımına sunulmuştur. Gerisini kendisi bilir.
‘İrade-i cüz’iye diye
kendimizi hayalen mutmain hale getirdiğimiz zanlarımız, kullanım programını
bile bilemediğimiz bir, ‘bahşedilmiş’ insan olabilme özelliklerinin en önemlisi
olan ‘aklın’ nerede ve nasıl bulunduğu ve kullanımı için hangi verilere, hangi
güçlere, hangi kolaylaştırılmış emirlere ihtiyacımızın olduğunu, unutarak ve
önemsemeyerek, sadece anlamadığımız dillerle yazılmış ve manasına nüfuz
edemediğimiz kullanım kılavuzunu cebimizde gezdirmekten başka, ne yapacağımızı,
ne işimize yarayacağını bile anlamadığımız ve kullananlara kul köle olduğumuz
çok çok önemli hayatı idame ettirici ve dünya alanında en mühim yol arkadaşı.
Olsun. Nasılsa başkaları
tam kapasite kullanıyor ya, onlardan yansıyan bize yeter. Böyle de
düşünebiliriz. Aslında böyle de düşündüren akıldır. Akıl ama yanında bulunan,
şeytan ve yardımcılarından başkası değil. Oysa dilenmek ve Allah’tan
başkasından istemek kesinlikle yanlış görülür. Biz, verilenleri değerlendirmek
ve tam kapasite ile kullanmak üzere görevlendirilmişizdir. Çünkü ‘yapılması ve
yapılmaması’ istenenler ancak akıl sahiplerine hitap eder.
Var. Eğer ki, kullanmıyorsan
‘var’sa ne yazar? Yok hükmündedir. Bu ‘köleliğin’ yürüdüğü bir devri anlatır.
Özgürlüğü tatmamışların halidir.
Kullanmak nasıl olur?
Akıl, bedeni idare eder.
Öyleyse, beden nazik ve esnek olduğu müddetçe idaresi kolaydır. Aklı yormamak
taşıyabileceği yükten fazla yük yüklememek esastır. Bedene bağlı ve yaşaması
için gerekli besinlerin fazlası, hantal bir yapıya kavuşturacak ve idaresi
zorlaşacaktır. İlk dikkat edilmesi gereken husus budur. Kan akışkanlığını
hızlandırmak, kan yollarının (damarların) daima açık olmasını sağlamak akıl
için önemli bir yardım olacaktır. Kalp civarındaki damarların yağlanmaması ve
yolların kalp çıkışından itibaren düz bir yol benzeri olması, çakılların,
temizlenmesi, tepeciklerin tıraşlanması gerekecektir.
Bunun yolu, bildirilen
emirlere uyulmaktan geçer. Emrin dışında hayat sürenlerin kan yollarının
tıkanması ihtimali yüksektir. Burada akıldan bahsedilemez.
Bir de akıl, geldiği yere
özlem duyar. Onu, bütüne doğru yukarılamak ve yolunu daima o yöne doğru tutmak,
onun işlevlerini yapmak ve doğru yolda sabitlenmek üzere yönünü çevirmek belki
de ilk yapılması gerekenler içinde olacaktır. Bu durumdan zevk alacak ve bu
yolda kaldığı sürece de ‘geliş yerinin’ yardımı eksik olmayacaktır. Ki, geldiği
yer; Külli akıldır. Ve böylece, akıl, kendi hakikatini idrak edebilir. Ki, akıl
ancak bu halden itibaren gerçek akıl olmaya başlar. Bunun dışındakiler, hayal
âleminde zanlarıyla ömür tüketirler. Ve aslında bu tipler henüz dünyaya ayak
basmamışlardır, dünyada olmayanların ise, akla ihtiyacı yoktur.
Demek ki, aklın, ilim ve
irfan ile terbiye edilmiş olması, geleceği kavrayabilmesi için gerekmektedir.
Bu akla, kavrayıcı, kapsayıcı akıl da denebilir. Dünyalık akıl ile ancak,
yeme-içme-barınma-üreme ameliyeleri gerçekleştirilebilir. Bunların dışındaki
dünya ve ölüm ötesi sonsuz hayat hakkında bir fikirleri yoktur zaten onları da
ilgilendirmez. Yani, yok! Hükmündeki akıl.
İrfan sahibi, akl-ı küll
mertebesinden bakar hayata bu da, nur-u Muhammedi mertebesinin hakkını vermiş
ve hem hal olmuş akıl demektir. Dikkatle incelemek gerekirse, bu dünyaya
verilmiş ilmin, ana kaynaktan ve o kaynağa tabilerinden gelmiş olduğunu kolayca
görürüz. Kime verilmiş olursa olsun, kaynağa tabidirler ve yine dikkatle
bakarsak tamamı tevazuu sahibi zatlardır. İlim tahsili adına, nefs kayalıkları
inşa etmekle, âlim olunmaz ve bu insanlardan bir şey beklenmez. Kaç yüz yıldır
İslam Âleminin içinde bulunduğu durum da budur.
Kısa sürede terk edilmesi
gerekenler, bırakılmamacasına sahiplenildiği sürece bu dünyada bize gelişme de
olmaz, ilmi gelişme de, huzur da!…
‘Kısa sürede terk
edilmesi’ni sağlayanlar ise, ‘kendini sakin ve tarafsız olarak
eleştirebilenler, bulunduğu yeri değerlendirebilenlerdir’. Zira bu dünya hayatı
bir daha ele geçmeyecektir. Akıllı insan, daha ziyade yarınını düşünen
kimsedir.
Hz. Mevlana’nın bir beytini
şöyle şerh etmiştir Hüseyin Avni Konuk:
“Hekim-i ilahi, işi
anladıktan sonra dedi ki; O ulûm-ı zâhiriyye doktorları, bundan, bu cehil
hastalığını gidermek için her ne öğretmiş ve kendi bilgileri dairesinde her ne
ilaç yapmış iseler, o bu aklı tenvir ve ma’mur etmek olmamıştır; belki büstün
harâb etmek olmuştur.”
Bu durumda ya yanlış hekime
gidilmiş, ya da hekimin teklifleri yanlış uygulanmıştır.
Beyit, tam da bizim
halimizi anlatmaktadır.