6 Haziran 2015 Cumartesi

Güle Güle


Evimizin en güzel odasını ona tahsis etmişti babam. Güneşi en iyi alan oda, mutfağa da yakındı, her gün file file taşıdığımız meyveler, sebzeler, kuru yemişler geceleyin ne oluyorsa bitiveriyordu. Şöyle üç beş gün kadar kalacak, hastaneye yatan bir yakınını ziyaret edecek, gerekirse hastanın yanında refakatçi kalacaktı. Eh ne de olsa insanlıktı bu, açtık evi, yerleşti odaya.

Hastanın tedavi süresi şöyle böyle 3 ay kadar sürdü. Taburcu olduktan ve hastayı memleketine gönderdikten sonra üç gün daha kaldı. Biz gideceği günü iple çekiyorduk ki, bir baş ağrısı tuttu. Midesi bulanmaya başladı filan. Derken bir hafta sonraya doktordan randevu aldı. Neyse dişimizi sıkalım dedik, bu da geçer dedik.

Babamla birlikte gittiler doktora. Tabi yürüyerek falan değil, taksi tutuldu hasta ya! E hem de misafir, ücretini de babam ödemiş. Muayeneden sonra babamı da almışlar içeri. Doktor, “seyahat etmesi imkânsız. En az on, on beş gün yatması lazım” demez mi! Beş, altı satırlık da bir reçeteyi tutuşturmuş babamın eline. Bir güzel de tarif etmiş ilaçları nasıl kullanacağını. Kiraladıkları taksiyi eczanenin önünde durdurup, ilaçlarını yaptırmışlar. Sigortası yok, parası sona gelmiş zavallı akrabamızın ilaç paralarını da babam ödemiş.

Neyse eve geldiklerinde, sabunla yıkanmış çarşafları değiştirilmiş, pencereler açılarak havası temizlenmiş odasına girdiğinde, “aman hemen yatayım, karnıma da bir ağrı girdi ki sormayın” gibi bir şeyler söyledi. Annem hazırladığı, ekşili tavuk suyuna şehriye çorbasını getirdi. Odasındaki sehpaya bırakarak çıktı gitti. “ah, hiçte iştahım yok, boğazımdan bir lokma geçmiyor” dediyse de, kalktı ve sehpaya yanaştı. Çorbayı kaşıkladı. Çocuklarına haber verelim dedi babam. Asla, asla dedi. Onlara haber vermeyin. Zaten oğlan sabah erkenden işine gidiyor, gece yarılarına kadar çalışıyor. Kızın kocası da ters bir adam. Karı desen yaşlandı yürüyecek hali yok. Yani demek istiyor ki, siz daha iyi bakıyorsunuz. İyi de, bunca zaman geçti, borç batağına saplandık. Durumunuz nedir diye sorduğu yok. Geldi geleli daha eli cebine attırılmadı. Biz böyle gördük, böyle biliriz diyor babam. İstirahat süresinin bitmesini sabırsızlıkla bekliyorduk ki;

On gün sonra çalan kapıyı kardeşim açtı. Evimize yeni misafirler gelmişti. Kadim misafirimizin karısı, kızı, oğlu, gelini babalarını merak etmişler ve hep birden gelmişlerdi. “Gelmişken şöyle bir de etrafı gezeriz” dediler, tabi bunlar hep masraf, hep masraf ve zavallı babamın boynuna... Yattığımız odayı boşaltıp salona geçtik kardeşimle. Bizim odaya kurum kurum kuruldular. Bir hafta kadar da böyle geçti.

Ailecek evimize yerleştiler. Tüm ailemiz fertleri onların rahat etmesi için elimizden geleni yaptık. Zavallı annem, yemek, temizlik, çamaşır, çay, pasta, meyve soymak, limonata yapmak gibi işlerle buhrana girdi ve… Neredeyse ailemiz parçalanmak üzereydi ki… Derken bir gün annem patladı. Of ama ne patlamaydı! Babamın kızarıp, bozardığını, nefesini çatlayıncaya kadar tuttuğunu gördüm.

Misafirlerimiz anlamış olmalıydılar. Artık gitmenin vakti gelmişti.

Biletlerini babam aldı.

Garaja gitmeleri için bir taksi kiraladı. Onlarla birlikte garaja kadar gitti ve otobüse bindiklerinden emin olarak eve döndü.

O akşam kimse konuşmadı.

Evde ölümün sessizliği vardı.

Zavallı babam, borçlarını nasıl ödeyeceğinin planlarını yapmakla meşguldü.


Misafirliğinin değerini bilmeyen misafir güle güle…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...