Altı ay kadar evvel,
sanatını ve geçimini İslâmi hayat söylemleri ve tarzı ile sağlayan bir yazarın
sosyal medyada yazdığı mesaj mealen şöyleydi: “Ezan okunuyor, şimdi çağrıya
uyma vaktidir, haydi namaza…” daima kendilerini
mütedeyyin bir tarz üzere yaşadıklarını ne hikmetse vurgulamak zorunda
hissediyorlardı. Konjoktürden de kaynaklanabiliyor diye düşünürdüm. Cevabını
alamadığım şu soruyu sormuştum: “Siz hiç ezan duydunuz mu?”
Cevap alamadım ama alaycı bir tavırla gülümsediğini görür, küçümseyici bir eda
ile “Ne salakça bir soru” şeklinde düşündüğünü de duyar gibi oldum. Salakça bir
soru. Hayatın nizamını, devrin düzenini, insanların hayata insicamını sağlayan
belki de bu salakça sorulardı. Salakça sorular, hayata bakış tarzlarındaki
farklılıklardan da kaynaklanıyor, kendilerini asla onlar gibi olmamakla
tanımlayanların cesaretle ortaya sürdükleri sorulardır diyebilirdik. Oysa
bazıları da kendilerini yüklendikleri malumatlardan dolayı, insanların çok çok
üzerlerinde hissettiklerinden olsa gerek, daima kendilerini onlardan ayırmalarına
ve hatta sorularını bile düşünmeğe değer görmemelerine sebep olabiliyordu.
Cevaplanmayan sorumuzu böylece açıklayabilirdik. Değersiz bir soru, salakça bir
soru, üzerinde düşünmeye bile lüzum görülmeyen bir beyin faaliyeti.
Niye bahsettik bunlardan,
niye bu girizgâh?
Faruk Kurtbaş’ın 6 Temmuz
tarihli yazısının “Siz hiç Allah’a inandınız mı?”
(*) başlığı bunları düşündürttü bize. Çarpıcı bir soru. İnandıklarımızın,
inanılacak nitelikte olup olmadıklarını sorgulama fırsatı veren,
sorgulanmasının gerekliliğini ortaya koyan bir başlık. Tutunduklarının bir bir
seni bırakıp kaçtıklarını göstermeye endekslenmiş, Allah’tan başkalarına
inanmanın, tapınmanın, dini vecibelerin öyle bir noktaya vardırılıp, tapınma
eylemlerinin tanrılaştırılmasının düşünen beyinlerin gözüne sokan, düşündüren
başlık.
Belki de iman diye
bildiklerimiz (inandıklarımız) tamamen küfrün kendisidir.
“Siz hiç Allah’a inandınız
mı?”
Tereddütsüz cevaplıyorum.
İnandığımı sandım.
“Gecikmiş bir çözülme ve kaos
sürecini yaşayan bir toplum mu görmek istiyorsunuz? Akli muhakemenin
kıstaslarını, karşılaştırma kabiliyetini yitirmiş insanların yaşadığı..”
çarpıcı cümle makalenin giriş cümlesi. Muhakemeyi ve karşılaştırma kabiliyetini
yitirmek.
Melekeler insan beyninden
gelen emirlere göre hayatiyet kazanır. Düşünebilme kabiliyeti ise insan emrine
verilen en büyük meleke. Eğer bir işin yapılmasını emin birisine tevdi
etmişsek, artık o işi asla düşünmeyiz, nasılsa ehil bir kişi yapıyordur,
gözümüz arkada değildir. Artık o işi asla düşünmeyiz. Düşünmedikçe de o
melekemiz işlemez hal alır. O melekeye ihtiyaç kalmamıştır. Öyleyse, insanları
istediğiniz biçimlendirmeye onların iş yapabilme, düşünebilme melekelerini
ellerinden alarak başlayabilirsiniz. Bunun yolu da insanların inandıklarını
zannettikleri sistemle oynamaktır. İnandıklarının yerine kendi istediklerinizi
geçirmek veya inanmaları gereken yerine dünyalık şeyleri yerleştirmek. Hiçbir
değeri olmayan, bedava versen alıcısını bulamayacağın değersiz şeyleri
insanların zihnine tanrı mesabesinde yerleştirmek. Başarabilirseniz geriye önemli
bir şey kalmaz yapılacak. Artık; “Güce tapınmanın, güçlü saydığı ve güç
atfettiği ile özdeşleşmenin adeta bir orgazm zevki yaşattığı insanları, adalet
ve hakkaniyetten sıyrılmış ve güç kullanımının sarhoş edici, çılgın zevklerini
yaşamak isteyen sözde ‘vizyoner’ (kişileri)” görürsünüz. Hem de
bu kişileri görmek için “komşunuza dikkatlice bakma”nız
kâfi olacaktır. (Aslında komşunuz kelimesi yerine ‘kendiniz’ kelimesi manayı
daha da güçlendirecektir. Bizce yazarın vurgulamak istediği de budur,
kibarlığından ‘komşunuz’
kelimesini seçmiştir şeklinde düşünmekteyiz.)
“Nasıl bir çaresizliğe mahkûm
edilmiş insanlar, nasıl bir çaresizliği seçmiş insanlar”
çaresizlikleri içinde “karanlıkta yollarını el yordamıyla bulmaya
çalışan, dertlerini Allah’a havale ederek ferahlamaya çalışan”
garip, insan(sı)lar, umutsuz insan(sı)lar. Umudunu bilmeden, yanlış ve hatalı
inançlarından dolayı “aslı
olmayana” (Nahl/72) imanlarından dolayı,
Allah’tan başkalarında arayan bu insanların ellerinden, yine Allah adı
kullanılarak “dere yataklarına yapılan ve beş para etmez
evleri satarak” hem umutlarını hem de paralarını almaları ve
yağmur sonrası taşan derelerin sularına gark olarak dünyaya veda etmelerini
ise, “suçlu muktedirlerin suçlarını hayâsızca Allah’a fatura ettiği matığa” bakarak
anlayabiliyoruz. “Herkes ahmak, sadece o akıllıdır. Akıl ki,
onun imtiyazıdır ve her belayı kader sayan insanların varlığına her daim
duacıdır. Böyle ‘yurttaşlar’ verdiği için nerdeyse şükür namazından başını
kaldırmayacaktır… Eh en makbul vatandaş; vatanını kafasından silmiş, gönlünden
çıkarmış vatandaşmış ya artık…” yanlış inançlar içinde
debelenen, debelendirttirilen insanlara istediğiniz gibi davranabilirsiniz,
istediğiniz eylemleri hiç farkına varmadan yaptırabilirsiniz.
Mankurtlaştırılmış, melekeleri elinden alınmış bir garip insan(sı)dır artık o.
Hâlbuki beşer hüviyetinde
dünyaya gelen her kişide, Allah’tan başka tanrıları “La ilahe illallah” kelamı
mucibince kırıp, yok etme melekesi de mevcuttur, iş o dur ki bu melekelere
hayatiyet kazandırılabilsin… Ve Allah’ın halifesi olma katına yükselebilsin, İnsan
olsun.
“Klasik kaynaklarda Deccâl
‘ahir zamanda ortaya çıkıp göstereceği harikulade olaylar sayesinde bazı
insanları dalalete sürükleyeceğine inanılan kişi’ şeklinde tarif edilmektedir.
Deccâlın bir lakap olduğu, çok yalancı, gizleyici, sahtekâr olması, hakkı batıl
ile örtme hususunda olağanüstü bir gücü bulunması nedeniyle bu lakabın
yakıştırıldığı söylenmektedir.” (İsmail Hakkı Altuntaş,Divan-ı ilâhiyat ve
açıklaması) Beşerde “hayvani sıfatların meydana çıkması,
yerilmiş sıfatların, bozuk fikirlerin” bütünüyle meydana çıkmasıdır. Bu olumsuz
sıfatların bertaraf edilmesi, törpülenmesi ise ancak Allah imanı ile mümkün
olabilecektir. İman şeytanı çevrenden uzaklaştıran güçlü bir sıvadır. Bu
itibarla insanlara “tövbe kapısının açık olduğu” sık sık hatırlatılır. Her
tövbe bir tanrıyı iman sistemimizden atıp çıkartacaktır.
Tam bu noktada, milletin
inanç ve iman çevresini şekillendiren sahte şeyhlere de dikkat çekmek
gerekecektir. Öteden beri, milletin içinde ne olduğunu, nasıl olduğunu
bilemedikleri ve (sahte)liğinden emin olamadıkları bir takım -şeyh- sıfatı
yapıştırılmış sahtekârların tuzaklarına düştükleri, düşürüldükleri gerçeği
dikkate alındığında, insanımızın iman ve inanç sisteminin bozulmasında etken
olduğu düşünülmektedir. Bu sahtekârların yaptıkları ise, Yezit’in, ehl-i beyt
yiğidi Hüseyin’e yaptıklarından daha az değildir.
“Hüseyin’e dediler ki: ‘gitme
ya Hüseyin… Babana yar olmadı o topraklar sana da yar olmaz”
Ve Hüseyin dedi ki:
“Haklısınız… Lakin bu zulme ben karşı çıkmazsam bugün, ümmet sonsuza kadar her
zalime boyun eğer.” Müminler arasında zulmün neşvünema bulması,
bizatihi müminlerin elinden, rızaları ile olmaktadır dersek abartmış olmayız.
Kurtbaş’ın haykırışı
bizimde yazımızın sonu olsun.
“Ey, her zulmü ‘kader’ diye
benimsememizi, her hırsızlığı, gaspı ‘Allah’tan’ diyerek baş üstüne koymamızı
bize ‘makbul yurttaş’ olmanın kıstası olarak dayatanlar:
Siz hiç Allah’a inandınız mı? iyi düşünün, gerçekten mi…?
(*) Faruk Kurtbaş: http://www.xn--trkiyegndemi-dlbg.com/yazar/--siz-hic-allaha-inandiniz-mi-205.html#.T_bni4dF1L4.facebook
Abdurrahman Biçer :
YanıtlaSilEvet...
Makalenin en can alıcı noktası:
“Siz hiç Allah’a inandınız mı?”
Tereddütsüz cevaplıyorum.... "İnandığımı sandım..."
Var mı içinizde aksini ispat edebilecek bir BABAYİĞİT!...
''Muslumanlardan kacıp...Islama sıgındım...''...Muhammed İkbal..
YanıtlaSilKorkirem,
Sil...
Harda bir müselman görsem,
Vallah korkirem, billah korkirem...
Kemalettin Tulgar:
YanıtlaSilANNELERİ ONLARIN ALLAH'A İNANDIĞINI BİLİYOR....PARAYA TAPTIKLARINI SÖYLEMEYİN....
Mehmet Kınacı :
YanıtlaSilKoyunlar,bizim yaylada otluyor..Yayla geniş.Komşu köyler de bizim yaylaya sürüler salıyor..Koyunlarımız,ahlat,söğüt gölgesi bulunca seriliyor...Geviş getirdikçe mayışıyor.Mayıştıkça geviş getiriyor...Neyse koyunlar yaylada otlasınlar da ben,Irak savaşı başlayalı beri "ÇEVREMDE" müslüman arıyorum...Ben dahil bulamadım..Dolara tapınan,güce kıyam eden,şeklen namazda niyazda,kalben nerede olduğu belirsiz,ölüde ağlamaz,diride gülmez nice (Allah beni affetsin) KAFİR karasına boyunca batmış,kumral-beyaz teni ZENCİ olmuşlar görürüm...Oysa bildiğim müslüman günde beş vakit,"ALLAHTAN BAŞKA TAPACAK YOKTUR!" mesajını dinler!!!!Kıbleye yönelir,"ALLAH BÜYÜKTÜR!" der..Oysa,benim gördüklerim,söylediklerinden habersiz daim "ÇİL PENCAP" çekmekte....Allah hepimizi ıslah etsin,iman nasip eylesin.(amin)