16 Temmuz 2012 Pazartesi

Neyzen Ekrem Vural



1978 yılı.

Ney, ud, tambur, kanun, keman, tef, kudüm ve bender sazlarından kurulu bir saz heyeti. Beş – altı kişilik bir koro. Sunucusu, malzemecisi, sescisi, grubun idarecisi derken neredeyse yirmi kişilik dost topluluğu. Koroyu neyzen idare ediyor. Çeşitli şehirlerde, ilçelerde tasavvuf musikisi konserleri veriyorlar.

Konser yerlerine gidiş gelişler, şehirlerdeki boş zamanlar, yemek, gezinti gibi etkinlikler hep birlikte yapılıyor. İnsicam halinde bir grup.

Tanımlanan grubun yolu Konya’ya düşer. Bir sinema salonu kiralanmıştır. (Ferah sineması, şimdi yerinde yeller esiyor, Türkiye sinemalarının başına ne geldiyse, Ferah Sinemasının da başına aynısı gelmiş, neyse konumuz bu değil) şehrin ileri gelenleri, valilik makamından, belediye teşkilatından yöneticiler, adliyeden hâkim, savcılar ve diğer yöneticiler, hususa şehrin manevi kimliğini dokuyan ehil adamlar… ve salon hınca hınç dolu.

Konser hazırlıkları sürekli olarak yapılan bir çalışma. Seyahat halindeyken bile, “şu eserdeki, falanca sese şöyle basılmalı, geçkiler daha yumuşak yapılmalı mesela şöyle, koristler burada sağ ellerini göğsüne götürmeli… Gibi fikirler söylenir ve doğru bulunan teklifler hemen uygulanmaya konulurdu.

*

Her konser öncesi olduğu gibi, Neyzen Ekrem Vural o gece de yine telaş içerisinde, heyecanlı, yerinde duramaz halde. Kuliste her sazla ilgileniyor, yanlarına giderek neyi ile ses verip sazların akortlarını kontrol ediyor, koristlerle tek tek ilgileniyor, seslerini soruyor, sunucuya “sakın orada şu lafı söylemeyi unutma” tembihini yeniliyor, teknik işlerden sorumlu görevliye tertibatı kontrol ettiniz mi, ‘Ş’ kontrolünü yaptınız mı? Sorularını yöneltiyor, yerinde duramıyordu. Her konser öncesi Ekrem Vural’ın tabii hali idi bunlar. Artık grup elemanları da bu hale adapte olmuşlardı.

*

Büyük bir vakar ve edeb içinde sazendeler ve koristler sahnede yerini alır ve konser başlar.

Kendiliğinden oluşan, tabii bir hadisedir bu konserler. Kimse kendini seyirciye beğendirme heveslisi değildir, herkes vazifesini kendisinin zevki, kendisinin hali, kendisinin tatmini için yapardı. Doğal bir hal, kendiliğinden oluşan ama kişiler, sazlar ve sesler arasında büyük bir uyumun sağlandığı tabiîlik.

İkinci bir isim daha vereceğim. İsmail Coşar. Zirve bir ses, muhteşem bir okuyuş. Kaside okumaya başladığı sırada bu sesi duyanlar mıh gibi yerine çakılırdı. Nefes bile almazlar bu zevki doyasıya yaşamak isterlerdi. Aslında İsmail Coşar hala aynı ses ve okuyuşa sahiptir, hatta iyice kendine oturmuş, seslerin, kelimelerin, cümlelerin hakkını vererek hala okumaya devam etmektedir.

Konserin bir bölümünde İsmail Coşar, Mehmet Akif Ersoy’un Çanakkale Şehitleri isimli şiirini, kaside tarzında okuyordu. Milli manevi uçlara hitap eden bu kaside okunmaya başlayınca, Şehitler, Gaziler, Erenler gecenin bir yerlerinde semaya durur, Coşar’ın kalpten haykırışına dem vururlardı. İşte o zamanlardan, o anlardan, o demlerden bir dem daha yaşanıyordu. Nutku kesildi Coşar’ın. Vücudundaki kanların tamamı yüzüne vurdu. Kızıl bir hale büründü. Katıldı… Bu hal iki dakika (hesaba sığmaz anlardır bunlar, anlatılamaz anlardır bunlar) kadar sürdü.

Konser gece yarısına doğru son buldu. Seyirciler alkışladılar, bağırdılar, selamladılar, hayır dilediler, selamlaştılar…

Dinlenmek üzere otellerine çekildiler.

*

Ertesi gün, yeni konserin verileceği yere doğru otobüsle gidiliyordu. Ön tarafta bir mikrofon vardı. Neyzen ve koro şefi Ekrem Vural mikrofonu alarak, o yumuşak, o ney sesinin, kendi sesine benzeştiği sesi ile, derinden.. İçli bir tarzla: “Neydin güzelim sen dün gece neydin” şarkısını söylemeye başladı. Saba’nın hakkını veriyor, manayı yerli yerinde okuyordu. İsmail Coşar’ın gözlerinden yaşlar süzülüyordu. “Ateş gibi, afet gibi bir korkulu şeydin”, “Takat kalmadı…

Şarkının son mısraını otobüste herkes, gözleri yaşlı bir şeklide bir kez daha tekrarladı.

“Ateş gibi, afet gibi bir korkulu şeydin”

NOT: Bunu da yazmalıyım. Korodaki Bender’i Hafız Tahir Karagöz çalıyordu ve koristler grubuna dâhildi. Grubun tekke adabı ve koronun tekke -camii- tarzı okuma eğitimi onun telkinleri ile yapılıyordu.

Elektronik postama gelen bir iletiden okudum. Neyzen Ekrem Vural, Hakk’ın Rahmetine kavuşmuştur. Mekânı cennet olsun. Kalanlara güzel ahlak sabrı dilerim.

3 yorum:

  1. Ali Haydar Zülfikar :

    Hatıraların güzelliğinde yaşarken günümüzün mat ilişkilerinin ıstırabı belki hafiflemiştir. Bu hatıra yazısında bir kaç cümle var ki, düşünenler için tarifsiz güzellikleri ihtiva ediyor.

    O sihirli cümleleri keşfedebilmek için yazıyı okumak gerek.

    YanıtlaSil
  2. Candan Nurgül:

    Allah rahmet eylesin,vardığı yerde huzur bulsun.

    YanıtlaSil
  3. ALLAHTAN RAHMET DILIYORUM
    Dr. Kemal Özbagi

    YanıtlaSil

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...