“Ey Türk, silkin (titre) ve
kendine dön” Bilge Kağan.
Söze anlamını ruhu verir.
Söz ruhu ile vardır. Ruh görülemezse, o sözden de mana sıyrılıp kaçar. Kuru
odun gibi küçük bir kıvılcımla yanar kül olur. Sözün yıllar itibariyle
ezberlenerek ağızdan ağza dolaşmasının, herkesin bu sözü duyduğunda, bildiğini
belirtmesinin hiç bir anlamı olamaz, taa ki, o sözün ruhunun haykırdığı mana
hep birlikte anlaşılmış olsun.
İki aşamada (manada)
inceleyeceğiz Bilge Kağan sözünü.
1 – “Çin halkının sözleri tatlı, ipeklileri
yumuşakmış. Tatlı sözle yumuşak ipeklilerle kandırıp halkları bu şekilde
kendilerine yaklaştırırlarmış”. Savaş meydanlarında
bileği bükülmeyen Türk ordularını alt etmenin yolunu Çin Sarayı böyle bulmuş.
Başarılı da olmuş. Kağan’lık makamı tehlikeyi görerek işaret etmiş. Öyleyse,
ekonomik olarak da ne Çin’e ne de başka ülkelere bağımlı olunmayacak, kendi
üretimimizle iktifa etmenin yolları bulunacaktır. Evlad-ı vatan’ın başının dik
durabilmesi, el âleme avuç açmaması ile mümkün olacaktır. Yiyeceğini,
giyeceğini, çocuklarının eğitimini başkalarından, adeta dilenerek almaya
çalışan devletlerde elbette bir gün birileri, karşılığını farklı bedeller talep
ederek almaya çalışacaktır.
Öyle de olmuş, millet içine
giren çaşıtlar, halkın zihnini bulandırmak için, Çin (ve düşmanların) dedikleri
ve onların politikalarına uygun sözleri millete anlatarak, milleti, onların
istediği gibi şekle getirmeye çalışmışlardır. “Çin’den, Çin’liden uzak durursan ipeklinin kötüsünü, yakın durursa has
ipekleri alırsın” sözleri milletin aklını bulandırmıştır.
İşte bu sözleri ciddiye alıp “yakınlaşanlar
öldüler”: Düşmandan uzak durmaktan maksat, “Ötüken’de yaşamak”
tır, Ötüken, sensin ve senin atalarından beri biriktirdiğin değerlerindir.
Ötüken’den uzaklaştıkça, düşmana yaklaşırsın ki, bu da senin sonundur.
Öyleyse, önünde tek bir yol
vardır, o da tarihine, kültürüne, inançlarına, törene dönerek, kendini yaşamak.
Bu hayatın içinde, yabancıların (düşman, şeytan, iblis…) ne işi olabilir?
Onlardan uzak durursan, karnın tok, boynun dik olur, sırtın yere gelmez,
evlatların rahat ve huzur içinde boy atar.
“Halkımı gözüyle görmediği, kulağıyla işitmediği, doğuda güneşin
doğduğu, güneyde aydınlığın ortasında, batıda güneşin battığı, kuzeyde ise
karanlığın ortasına kadar yerleştirdim. Çil çil altınları, apak gümüşleri,
kenarlı ipekleri, misk kokulu ipeklileri, has atları, aygırları, kara samur boz
sincap derilerini halkım için kazandım, elde ettim, dertsiz hale getirdim…”
Ötüken’de Bilge Kağan’ın anlatımıyla böyle olursun. Ötüken’de, Ötüken kuralları
geçerlidir. Ne zaman ‘kendine döndün’ Ötüken’i yaşıyorsundur.
2 – “Küçük savaştan büyük savaşa döndünüz”
buyurmuştur Hz. Muhammed (SAV). Üstelik bu kelam, bir savaşın bitip, eve dönüş
yolunda zuhur etmiştir. Savaştan çıkıp, ailelerine kavuşmak arzusundaki
Müslümanlar, daha büyük bir savaşa gitmenin ne demek olduğunu da sordular ve
Resulullah uzun uzun, dünyadaki hayatının sonuna kadar bu konuyu anlattı.
Takipçileri Ehl-i Beyt
erleri, Evliyaullah, Erenler… Anlattıkları, öğretmek istedikleri de hep bu “büyük savaş, kendine dönmek, kendini
bilmek” sözleri ile anlatılan konu idi. Bilge
Kağan’ın sözü de farklı değil, “titre
ve kendine dön”, bir tarifi var yanında, şöyle de
söyleyebiliriz. “Kim,
kendini bildi Türk’tür”. Türk olabilmenin yegâne şartı demek ki,
“kendini bilmek”miş.
“İlim ilim bilmektir / İlim kendin bilmektir / Sen kendini bilmezsin /
Ya nice okumaktır” (Yunus)
Okumaktan murad, tahsilden
murad, incelemeden, araştırmadan, kütüphane kurdu olmaktan murad kendini
bilmektir. Kendini bilmeye çalışmak, gayret etmektir.
Aşağıdaki okuma parçasını
serbest olarak okuyup düşünme antrenmanı yapabiliriz.
“… bu iki kavramı yan yana görünce içimdeki fâtih ve işgalci hemen
deşifre oldu. İçimde bunca yıldır sürmekte olan savaş, gönül şehrimi ele
geçirmek içindi. Gönül şehrimi bazen işgalci nefis, ele geçiriyor ve beni
dünyanın dertleriyle, zevkleriyle meşgul ediyordu. Bunu yapmak için de bütün
gücünü özellikle de cüzî aklımı kullanıyordu. Bazen de rûhum gönül şehrimi düşman
elinden kurtarıyor ve gönlüm açılıyor, ferahlıyordu. Nefsim koca bir orduya
sahipken, rûhumun elinde sadece aşk kılıcı vardı. Aşk, kâinatın en güçlü silahı
olmasına rağmen bu savaşın bir türlü bitmeyişi hayret verici bir durumdu. Neden
dedim, neden?. Nefsim, çirkin kahkahalar atarak ben çok güçlüyüm, bütün düyevî
kuvvetlerden oluşan koskoca bir ordum var dedi. Sonra zarif bir fısıltı duydum.
Rûhumdu fısıldayan. Ben zorba değilim, gerçi aşk kılıcımın ucundan her an kan
damlar ama her damladan gül biter. Ne zaman ki gönlüm gül bahçesine döner, Hz.
Muhammed tecellî eder, işte o zaman bu savaş biter.” Her
Nefes Dergisi, Mayıs 2012
Bütün savaşlar, savaşı
bitirmek içindir. Savaşı bitirmek, galibiyetini ilan etmek için. Savaşı bitiren
Türk, artık, ne mutlu Türküm demeye hak kazanan Türk’tür. Artık, Türk, öğün,
çalış, güven kelamının sırrına varmış, huzura ermiştir. Çünkü titreyip
(silkinip) kendine dönmüştür.
Niyazî Mısrî Hazretlerinin
bir beyti ile yazımıza son veririz.
“Kim ki kendin yoğ ederse,
Mısrîya,
Yokluğun tâ gâyetinde vâr
olur”
Ali Yüceveli :
YanıtlaSilMilli ve İslami açılardan ele alınan konu , tarihsel kökenine de inilerek mükemmel bir terkip halinde sunulmuş.
Teşekkür ediyorum. Gelişirken değişmemek gerektiğini bir kez daha anladım.
Harun Meral :
YanıtlaSilRabbini bilen, kendini bilir.
Allah bizi Türk milletinden yaratmış.
Kişi kavmini sevmekle kınanamaz.
KENDİMİZE DÖNMEK, MİLLİ HASLETLERİMİZİ KAYBETMEDEN YAŞAMAK DEĞİL MİDİR?