Yazımız başlığı, tababetin ‘ölü’ olarak tanımladığı
vakaları anlatır. Ölmüştür, kalp masajı ile veya farklı bir yöntemle hayata
kavuşturuluncaya kadar ki dönemi ifade eder. Yani doktorlar, ‘ölmüş’lüğünü
düşünürler ve ölmüştür de, ancak yeniden yapılan bir takım eylemlerle hasta
hayata yeniden merhaba der. Hasta o an için gerçekten ölmüştür. Hayatta
değildir. Tababet bunu tespit eder. Lakin kalp masajı gibi, damardan verilecek
ilave ilaçlar gibi tedbirlerle hasta dünyaya döner. Bu tıbbın başarısıdır. Bunu
böyle görmek lazımdır. Zira ilim, hayatla başa baş giden tanrı buyruğundan
başka bir araç (araştırıcı) olamaz.
“Ölümden sonra bilinç ne
kadar sürüyor” başlıklı makaleyi okudum da bunları yazmak
geldi içimden. Bakalım kalem (klavye) bizi nerelere
sürükleyecek!
‘Dünya elbisesi’ (vücut) kalbin çalışmasını
sürdürdüğü müddetçe hayattadır, bu sebeple tabip ölümünü düşündüğü kişinin ilk
önce kalbinin çalışmasına yardımcı olmayı dener. Kalbin durması, beyin
faaliyetlerinin sonlandığını ve dünya hayatının bittiğinin habercisidir. Beyin
damarlarına oksijen yürütmeyi başarabilir ve kalbin pompalama işlevini yeniden
başlatabilirse doktor başarmıştır!. Hasta, hayata döner ve tabibe teşekkürler
eder.
Bu tespit ilim adamlarına
aittir. Doktorun ölüm kararını verdiği fakat ilave çalışmalar yaparak hayata
döndürdüğü! ‘Kişilerin %40’ı ‘bu sürecin
farkında oldukları’nı belirtmiş olmaları, diğer %60’ın
fark etmemelerine rağmen hayata dönüşlerinin, ‘ölmediklerini’ de anlatır. Ölümle her şeyin
bittiğine dair genel inanış, İslam terbiyesinde ‘ölüm’ün son değil, ‘sonsuz hayattaki başlangıç’ olduğuna
dair kabulü güçlendirmektedir.
Nitekim ilmi araştırmaların
tespitine göre “Ölümden
sonraki bir-kaç dakikalık sürede bilincin yok olmadığını tespit ettiklerini” açıklayan
verileri ve namuslu bilim adamlarını da gördük.
İlim adamları çalışmalara
devam ettiklerinde bulacakları şudur: Bilinç, ölümden yalnızca üç dakika sonra
değil, sonsuza kadar diridir. Öldü, denen bedendir. Beden, bu dünyada yaşamaya
elverişli bir elbiseden başka bir şey değildir. Ecel gelip de, ruh bedenden
ayrıldığında ölüm diyoruz. Fakat insanın, insan olabilmesini sağlayan bilinç
daima mevcuttur. Çünkü biliriz ki, kabir azabı, berzah âlemi, mahşer âlemi
bizatihi yaşanılacak ve insanlar bilinçlerinde hayatlarını müşahede
edeceklerdir.
Ölüm son değildir Müslüman
için. Tam aksi, sonsuzluk hayatının başlangıcıdır. Ölüm anından, ahiret
hayatına kadar tamam bütün olacakları bilinci ile yaşayacak, o âlemlerdeki
verilecek elbise (vücut) ile edebi kalacağı
mekânları (cennet, cehennem) bilinci ile giydirilecek oraya has
elbise ile yaşayacaktır. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ölüm, yoktur. Bir
halden, diğerine geçmek, bir boyuttan diğerine atlamak üzere yaşatılacak bir
tadımlık olaydır.
Asıl ölüler dünyada
yaşadığını sananlardır. Hakikatten bihaber olanlar ölü hükmündedir. Nitekim Hz.
Resulullah buyurur: “İnsanlar
uykudadırlar; ölümü tadınca uyanırlar!”
Bizden istenen ise, mecburi
ölümden evvel, ölmektir. Beden zevklerinden geçmek, dünya lezzetlerinden uzak
durmak, sonlu olduğu bilinenlerin peşinden gitmemek, “ne varlığa sevinmek, ne yokluğa yerinmek” …
Ve Ulu Zatların bizlere
bıraktıkları eserlerden anlıyoruz ki, beden ölümü gerçekleştikten sonraki geçen
zamanlarda, kabre defin işlemi sırasında ölü dediğimiz kişinin bilinci açık ve
her şeyi anlamakta olduğudur. Ağlayanları da, gülenleri de, daha defnedilmeden
çocuklarının miras kavgasına tutuştuklarını da bir bir görmekte, anlamakta ve
işitmektedir. Ne çare ki, bulunduğu âlemin lisanı dünyaya ulaşmamaktadır.
Onlarla iletişime geçememektedir.
İlmin bulduğu tabir
yerindedir. ‘Klinik ölüler’; ülkemiz, ölmüşlüğü doktor düşüncesinde
gerçekleşmiş ve fakat yeniden hayata dönmek için, mucize bekleyen insanlar
ülkesi. Kalp masajı yapılmalı, hayat öpücüğü kondurmalı, damardan hikmet
şırıngalanmalı ila ahir..
Yoksa tutulduğu derin
uykudan uyanması imkânsız.
Klinik ölüler ülkesinde
yaşamak ise büyük ıstırap.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder