20 Eylül 2015 Pazar

Dedikodu Kültürü, İnsanı Tüketiyor


Ahmet Takan’ın verdiği kulis haberine göre, “Davutoğlu, Konya’dan listeye girebilir mi, girerse kaçıncı sıradan aday gösterilir” totosu oynanıyormuş. Bu cümledeki kavgayı ve içerdiği espriyi anlayabiliyoruz. Arınç’ın dediği gibi, “Ben” kavgası. Biraz da alaylı, biraz da burun kıvırarak meselelere yaklaşılması, görülmesi gerekenleri görmemek, görülmemesi gerekenleri görmek ve seslendirmek kokuların fezaya yayılmasına sebep oluyor. Rahatsızlık duyanlar ve seslendirenler doğru adamlar gibi duruyor. Ne Musa’ya, ne İsa’ya meselesi. Doğruluk, lügat sayfaları arsında kalmış ve etki alanı unutulmuş garip kavram. Herkes ve bu dedikodulara katılan herkes, gelecekten pay kapma yarışında. Pozisyon alarak, ‘ben de buradaydım, ben demedim mi, beni nasıl unutursunuz’ diyebilmenin yollarını, köprülerini kuruyorlar şimdiden. Ah!, ah..

Oysa her dedikodu, karmaşaya, karışıklığa, çözümsüzlüğe kişisel ve toplumsal olarak bir adım daha yakınlaştırır. İnsanın ve toplumun geleceğini mahveder. Bunu fark etmek o kadar da kolay değildir.

Dedikodu, yurt sathında ve toplum içinde yatay bir yayılma gösterir. O sırada üretilen ve doğruluğu test edilmemiş (ki, doğru bile olsa dedikodudur-gıybettir) bilgilerin insanlar arasında yayılması, o beyinlerin asıl yapması gereken işleri değil, bilakis uzak durması gereken işleri yapmasına neden olur. İnsanın fıtratındaki olumsuzluk yönüne doğru giden hayat seyri içinde, baldan tatlı gelen dedikodu üzerindeki oyalanmalar ise, ilimden, irfandan kısaca Allah’tan uzaklaşmayı doğurur. İşte size felaketin ellerimizle kurulması senaryosu. Dedikodu, yıkıcı, yakıcı bir zararlı enerji birikimidir, ‘beyin’i işgal eder ve çalışmasına mani olur, hatta beynin yanlış yollarda işlemesine vesile olur ve zamanla insan kendini unutur ve tamamen dışa yönelik çalışmalar içinde görünür. Bundan kurtuluş ise, beyin faaliyetlerinin kesilmesine fırsat vermeden, dedikodudan, dedikodu ortamından uzaklaşmak olmalıdır. Böylece, içe dönük çalışmalar içine giren insan beyni, zararlı enerjinin önünü tıkayacak ve ilim, irfan yolunda yeni ve faydalı enerjilere yol verecektir.

Bu dünya ve sonsuzluk âlemindeki ‘dünya’ için hiçbir işimize yaramayan, başkasının hayatlarının tecessüsünden ibaret olan dedikodu yoluyla öğrendiğimiz bilgiler (ne bilgisiyse) bizim hayatımıza ne ilave ediyor? Ne gibi güzellikler, ne gibi ilmî gelişmeler ilave ediyor? Bunları öğrenmek, kendimizi aldatmaktan başka ne işe yarıyor? Aldatmak ve zaman kaybı. Oysa, her öğrendiğimiz bilgi, sorgulanarak ve geliştirilerek insanlığımızın şerefini yaşamak için olmalıdır. Öğrendiklerimiz, ‘şerefi’ götürüyorsa, nidem ben o bilgiyi! Unutulmamalı ki, falancanın, filancanın yanında bulunmakla ne bu dünya da, ne de gelecekteki sonsuzluk âleminde onların bize faydası olmayacaktır. Dedikodu ve dedikodunun ürettiği bilgileri öğrenmek ise, insanın kendini kandırmasından başka bir şey değildir.

Dedikodunun, sosyal hayat içinde de çok zararlı tesirleri vardır. Kırk yıllık can dostlarının, dedikodu nedeniyle kanlı bıçaklı oldukları hikâyelerine yabancı değiliz. Hatta ölümle sonuçlanan hadiseler yaşanmıştır. İki çocuğun sokaklarında oynarken, birisinin belki de yanlışlıkla yapacağı bir hata ile diğer çocukta meydana gelebilecek basit bir arıza nedeniyle, etraftakilerin dedikodu aleviyle insanları ateşlemesi sonucunda nice kötü sonuçların meydana geldiğini her gün gazetelerden okuyoruz. Taraflardan birisi, bir kere yutkunsa, bir kere düşünebilse ve bir kere etraflarındaki gıybet ordusuna bir kere kulak vermese belki de sonuç olan gibi değil, tatlıya bağlanacak ve huzur içinde yaşam sürüp gidecekti.

“Ucuz etin suyu kara olur” anlamında bir sözümüz vardır. Dedikodu ortamında öğrenilen bilgiler de böyledir. Emek verilmeden, zahmete katlanılmadan elde edilmiş bilgilerin, ucuz bilgiler olduğuna şüphe yoktur. Ve bu bilgilerin neden emeksiz ve zahmete katlanılmadan bize verildiğini mutlak surette değerlendirmeliyiz. Sonra, o bilgi ne işimize yarayacak? Ne bir kazancı var, ne de tuttuğu bir duvar. Tam aksi ileride telafisi imkânsız yıkımlara sebep olacağı bilinerek… Onun bunun sunduğu bilgi kırıntılarını öğrenmekle, geleceğimizi ve ahirimizi yıktığımızı fark edelim.

“1. Merhamet ve şefkat, 2. Doğruluk, 3. Sadakat, 4. Cömertlik, 5. Sabretmek, 6. Sır tutmak, 7. Fakirliğini ve acizliğini bilmek, 8. Rabbine şükretmek.”

İslamiyet’in sekiz esasıdır yukarıdaki maddeler. Bunlara “Sekiz cennet kapısı” denir. Bu güzel huy ve ahlaklar, Peygamberimizin Hz. Muhammed’in (sav) güzel huy ve sıfatlarıdır.

Bunların tam karşıtı olanlar da vardır ki, bunlara da Yedi Cehennem denir.

1. Gurur, 2. Hırs, 3. Kıskançlık, 4. Bölücülük, 5. Dedikodu, 6 Şehvet ve 7. Öfke.
(Hacı Ahmet Kayhan, Âdem ve Âlem isimli kitabından)

Görüldüğü gibi dedikodu, cehennemin kapılarından birisidir. Hem dünyamızı, hem de ahiretimizi yakar bitirir. Toplum olarak ve kişisel olarak dedikodudan uzak durulabildiği ölçüde, kalpleri ve toplum hayatını huzur kaplayacaktır.

Bütün işlerin kolaylaşmasının başı; Bismillahirrahmanirrahiym…

Tivitter’da karşılaştığım şu cümle ne güzel özetliyor meramımızı:

“Eser üretemeyen zavallı dedikodu, gıybet üretir! Kendini geliştirip yeni bir bilgi üretemeyen, üretenlere çamur atarak tükenir!”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...