Ahmet Takan’ın verdiği
kulis haberine göre, “Davutoğlu,
Konya’dan listeye girebilir mi, girerse kaçıncı sıradan aday gösterilir” totosu
oynanıyormuş. Bu cümledeki kavgayı ve içerdiği espriyi anlayabiliyoruz.
Arınç’ın dediği gibi, “Ben”
kavgası. Biraz da alaylı, biraz da burun kıvırarak meselelere yaklaşılması,
görülmesi gerekenleri görmemek, görülmemesi gerekenleri görmek ve seslendirmek
kokuların fezaya yayılmasına sebep oluyor. Rahatsızlık duyanlar ve
seslendirenler doğru adamlar gibi duruyor. Ne Musa’ya, ne İsa’ya meselesi. Doğruluk,
lügat sayfaları arsında kalmış ve etki alanı unutulmuş garip kavram. Herkes ve
bu dedikodulara katılan herkes, gelecekten pay kapma yarışında. Pozisyon
alarak, ‘ben de buradaydım, ben demedim mi, beni nasıl unutursunuz’ diyebilmenin
yollarını, köprülerini kuruyorlar şimdiden. Ah!, ah..
Oysa her dedikodu, karmaşaya,
karışıklığa, çözümsüzlüğe kişisel ve toplumsal olarak bir adım daha
yakınlaştırır. İnsanın ve toplumun geleceğini mahveder. Bunu fark etmek o kadar
da kolay değildir.
Dedikodu, yurt sathında ve
toplum içinde yatay bir yayılma gösterir. O sırada üretilen ve doğruluğu test
edilmemiş (ki, doğru bile olsa dedikodudur-gıybettir)
bilgilerin insanlar arasında yayılması, o beyinlerin asıl yapması gereken
işleri değil, bilakis uzak durması gereken işleri yapmasına neden olur. İnsanın
fıtratındaki olumsuzluk yönüne doğru giden hayat seyri içinde, baldan tatlı
gelen dedikodu üzerindeki oyalanmalar ise, ilimden, irfandan kısaca Allah’tan uzaklaşmayı
doğurur. İşte size felaketin ellerimizle kurulması senaryosu. Dedikodu, yıkıcı,
yakıcı bir zararlı enerji birikimidir, ‘beyin’i işgal eder ve çalışmasına mani
olur, hatta beynin yanlış yollarda işlemesine vesile olur ve zamanla insan
kendini unutur ve tamamen dışa yönelik çalışmalar içinde görünür. Bundan
kurtuluş ise, beyin faaliyetlerinin kesilmesine fırsat vermeden, dedikodudan,
dedikodu ortamından uzaklaşmak olmalıdır. Böylece, içe dönük çalışmalar içine
giren insan beyni, zararlı enerjinin önünü tıkayacak ve ilim, irfan yolunda
yeni ve faydalı enerjilere yol verecektir.
Bu dünya ve sonsuzluk
âlemindeki ‘dünya’ için hiçbir işimize yaramayan, başkasının hayatlarının
tecessüsünden ibaret olan dedikodu yoluyla öğrendiğimiz bilgiler (ne
bilgisiyse) bizim hayatımıza ne ilave ediyor? Ne gibi
güzellikler, ne gibi ilmî gelişmeler ilave ediyor? Bunları öğrenmek, kendimizi
aldatmaktan başka ne işe yarıyor? Aldatmak ve zaman kaybı. Oysa, her
öğrendiğimiz bilgi, sorgulanarak ve geliştirilerek insanlığımızın şerefini
yaşamak için olmalıdır. Öğrendiklerimiz, ‘şerefi’ götürüyorsa, nidem ben o
bilgiyi! Unutulmamalı ki, falancanın, filancanın yanında bulunmakla ne bu dünya
da, ne de gelecekteki sonsuzluk âleminde onların bize faydası olmayacaktır.
Dedikodu ve dedikodunun ürettiği bilgileri öğrenmek ise, insanın kendini
kandırmasından başka bir şey değildir.
Dedikodunun, sosyal hayat
içinde de çok zararlı tesirleri vardır. Kırk yıllık can dostlarının, dedikodu
nedeniyle kanlı bıçaklı oldukları hikâyelerine yabancı değiliz. Hatta ölümle
sonuçlanan hadiseler yaşanmıştır. İki çocuğun sokaklarında oynarken, birisinin
belki de yanlışlıkla yapacağı bir hata ile diğer çocukta meydana gelebilecek
basit bir arıza nedeniyle, etraftakilerin dedikodu aleviyle insanları
ateşlemesi sonucunda nice kötü sonuçların meydana geldiğini her gün
gazetelerden okuyoruz. Taraflardan birisi, bir kere yutkunsa, bir kere
düşünebilse ve bir kere etraflarındaki gıybet ordusuna bir kere kulak vermese
belki de sonuç olan gibi değil, tatlıya bağlanacak ve huzur içinde yaşam sürüp
gidecekti.
“Ucuz etin suyu kara olur” anlamında bir sözümüz
vardır. Dedikodu ortamında öğrenilen bilgiler de böyledir. Emek verilmeden,
zahmete katlanılmadan elde edilmiş bilgilerin, ucuz bilgiler olduğuna şüphe
yoktur. Ve bu bilgilerin neden emeksiz ve zahmete katlanılmadan bize
verildiğini mutlak surette değerlendirmeliyiz. Sonra, o bilgi ne işimize
yarayacak? Ne bir kazancı var, ne de tuttuğu bir duvar. Tam aksi ileride
telafisi imkânsız yıkımlara sebep olacağı bilinerek… Onun bunun sunduğu bilgi
kırıntılarını öğrenmekle, geleceğimizi ve ahirimizi yıktığımızı fark edelim.
“1. Merhamet ve şefkat, 2. Doğruluk, 3. Sadakat, 4. Cömertlik, 5.
Sabretmek, 6. Sır tutmak, 7. Fakirliğini ve acizliğini bilmek, 8. Rabbine
şükretmek.”
İslamiyet’in sekiz esasıdır yukarıdaki maddeler. Bunlara “Sekiz cennet
kapısı” denir. Bu güzel huy ve ahlaklar, Peygamberimizin Hz. Muhammed’in (sav)
güzel huy ve sıfatlarıdır.
Bunların tam karşıtı olanlar da vardır ki, bunlara da Yedi Cehennem
denir.
1. Gurur, 2. Hırs, 3. Kıskançlık, 4. Bölücülük, 5. Dedikodu, 6 Şehvet
ve 7. Öfke.
(Hacı Ahmet Kayhan, Âdem ve Âlem
isimli kitabından)
Görüldüğü gibi dedikodu,
cehennemin kapılarından birisidir. Hem dünyamızı, hem de ahiretimizi yakar
bitirir. Toplum olarak ve kişisel olarak dedikodudan uzak durulabildiği ölçüde,
kalpleri ve toplum hayatını huzur kaplayacaktır.
Bütün işlerin
kolaylaşmasının başı; Bismillahirrahmanirrahiym…
Tivitter’da karşılaştığım
şu cümle ne güzel özetliyor meramımızı:
“Eser üretemeyen zavallı dedikodu, gıybet üretir! Kendini geliştirip
yeni bir bilgi üretemeyen, üretenlere çamur atarak tükenir!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder