28 Eylül 2015 Pazartesi

Cehalet, Kültürsüzlük, Demokrasi, Seçimler!


“Yeteri kadar eğitim görmeyenin elinde oy pusulası, yalnız yararsız değil aynı zamanda tehlikelidir de”. (H.G. Wells’ten aktaran Metin Aydoğan)

Biz ülke olarak bu ‘tehlikelidir de’ kavramının manasının çok acı ve derinden yaşadık. Şimdi, eğitimin kalitesinin düşürülme çabalarının sebeplerini daha iyi anlıyoruz. Liselerin çoğunluğunun İmam Hatip Lisesi yapılması, sokaklara varana değin Kur’an Kursları açılması, yaz tatili yapması gereken çocukların cahil hocaların önüne oturtulmak istenmesi (ve oturtulması) hep, eğitim seviyesinin düşürülmesi ve yanlış ve/veya hatalı bilgilerin çocuk zihinlerine şırınga edilmesi isteğidir. O zaman, işte ‘arka bahçe’ ordusunun gerçekleşmesi kolaylaşacaktır. Düşük eğitim politikasının yanına bir de, aç ve yoksul bırakılmış halk yığınlarını ilave edersek ve onların karınlarının doyurulması için, çeşitli devlet imkânlarını ve devletin elemanlarıyla, parti adına verirsek! Amaç yüzde yüz gerçekleşmiş olur. Çünkü aç insana sorgu sorulmaz. Niye böyle davrandın denilemez. Çünkü aç. Çünkü düşünebilme yetisini başkalarının emrine bırakmıştır.

Mevcut siyasi partilerin tamamı yönetime seçimlerle getirilerek denenmişlerdir. Anlamadığım şudur: bu partilerin hiç birisi, Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim kanunu üzerinde çalışmamışlar ve değiştirilmesi yönünde faaliyete geçmemişlerdir. Neden?

Her partinin bir genel başkanı vardır. Güya bu başkanlar farklı halk kesimlerindendir, güya farklı eğitimler almışlardır, güya farklı farklı toplum kesimlerini partilerine bağlamışlar ve güya onların isteklerini dikkate alarak siyaset yapmaktadırlar. Ve hepsinin güya farklı olan sıfatları vardır. Kimisine solcu, kimisine sağcı, kimisine İslamcı, kimisine milliyetçi, kimisine sosyalist veya komünist denmektedir. İş seçimler ve siyasi partiler Kanunlarının değiştirilmesine geldiğinde hiç birisi parmağını kımıldatmamaktadır. Halk ne yapsın? Güya çok partili, çok fikirli bir partiler yapısına sahibiz, göreve geldiklerinde görüyoruz ki, birbirlerinden farkları yok. Hepsinin uyguladıkları aynı, aynı bedenin farklı görünen uzuvları. Öyleyse şu yargıya varabiliriz. İsimleri ve sıfatları farklı olsa da, “Batı çıkarlarına çalışan ve onların gizli veya açıktan verecekleri emirler” doğrultusunda kararlar alan, kanunlar yapan, ülke varlıklarını küresel çetelere pazarlayan tek bir siyasi parti tarafından yönetilmekteyiz.

Meclisi tek tip adamlar dolduruyor. Kendisini oralara taşıyan Genel Başkanların emirlerine intizar eden, kör, sağır, el pençe divan duran, düşünme sahasında hiç faaliyette bulunmayan tek tip vekiller. Nasıl oluyor da 550 kişi hep aynı tip kişiden oluşuyor? Çünkü onları genel başkanları seçiyor. Halkın önüne konan dayatılmış listelerden başkasına oy verme şansı yok. Listeye girebilenlerin seçilme şansı %100. Böyle bir sistem olabilir mi? Böyle mi olmalı? Tarihi devlet tecrübesi sıfır olan küçücük bir muz cumhuriyetinde bile böylesine rastlamak zordur. Peki, nasıl oluyor da, On Binlerce yıllık devlet tecrübesinden bahsettiğimiz Türklerde, Türkiye’de böylesi bir dayatma demokrasisini yaşıyoruz?

Genel seçimlere koşturuyoruz. Az bir zaman kaldı. Ne değişecek? Hangisi kazanırsa ne değişecek? İşte 7 Haziran’da seçip gönderdiklerimiz ne yaptılar da, 1 Kasım’da seçilenler ne yapacaklar? Seçimin sonucu değişmeyeceği gibi, seçilenlerinde yapacakları değişmeyecek.

Bir umutsuzluğun ifadesi değil anlatılan, tam aksi neler oluyor, nasıl oluyor sorularına cevap aramaktır. Bağımsızlık inancından vazgeçen toplulukların idarecileri de bu kavramdan uzak yaşayacaklardır. Her ne yapacaklarsa emirleri, dış desteklerinden alacaklar ve onların çıkarlarını sonuna kadar savunacaklardır. İster bilerek olsun ihanete varan sadakatle, ister bilmeden derin gafletin kucaklarında. Belki onlara anlaşmaları gereği iktidar koltukları verilecek, belki siyasetin dışında çok geniş zenginlikler sunulacak, belki medya sayfalarında şöhrete kavuşacaklar, alkışlayanları bol olacak, övgü düzenlerin sayısı her gün artacaktır. Bunlar yaşanmıştır, yakın tarihimizin tecrübeleri içinde bulunuyor.

Onlara bir hatırlatma yapmak kalemin namusudur:

“Ortaçağ papalarının kendi takipçilerine kâfir Müslümanlarla yapılan anlaşmalarda verilen sözlerin bir şeref borcu olmadığını söyledikleri gibi”, (Türk istiklal harbi, Prof. Stanford J. Shaw Sh.850) şimdiki siyasetçilerimiz, aydınlarımız, sanatçılarımıza da hatırlatırız. Ne yaparsanız yapınız, hala Ortaçağ zihniyetiyle hareket eden dostlarınız, sizlere verdikleri sözleri yerine getirmeyeceklerdir. Çünkü hala onlar için “Kâfir Müslümana verilen sözler şeref borcu değildir.” Ve sizi Üç Kuruşa satmakta hiç tereddüt etmeyeceklerdir. Aklınızdan çıkartmayınız. Özellikle ABD ile yapılan ‘anlık istihbarat’ anlaşması sonucu bazı yaşananları hatırlayınız…

1 Kasım seçimlerinde partiler için iktidar olmak elbette hedeftir. Gerçi bunu nasıl yapacaklarını bilmiyoruz. Birleşemediler, anlaşamadılar, görüşemediler, danışamadılar… Herkes bildiğini okuyor.

Bizler, oy kullanacak vatandaşlar olarak birleşmeyi tabanda gerçekleştirip. Alenen ülke, vatan bütünlüğü aleyhinde olanları, yolsuzluklara bulaşanları, adam kayıranları, hesap vermekten kaçanları elemek üzere, düşüncelerimize, kabullerimize uygun olduğunu düşündüğümüz siyasi partilerde birleşmeliyiz. Bu partilerle hesaplaşmayı sonraya bırakarak…

Küresel çetelere bir tokat daha atmak üzere…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...