Hem Cumhurbaşkanı’nın, hem
de Başbakan’ın ağzından, ‘Türkiye’nin
beka sorunu’ yaşadığını duymuştuk. Bu ilginç bir
tespittir. İtiraftır, suçun başkalarına yüklenilmesi telaşıdır. ‘Beka sorunu’,
imparatorluğun dağılma sürecinde tartışılmış mıydı acaba? O karanlık günlerde?
Sanmam. Belki, yazarlar, aydınlar, şairler eserlerinde değinmişlerdir,
yorumcular ‘beka’ üzerine yazılar yazmışlar, konferanslar vermişlerdir.
Padişahların ve devlet yönetimindeki yüksek zevatın böyle bir yakınması olmuş
mudur? Sanmam. Çünkü üst düzeylerden gelecek yakınmalar, alt seviyelere
inildikçe dağılmalara sebep olur. Avamın dilinden, yüksektekiler konuşamaz.
Demezler mi, “senin orada ne işin var,
niçin tedbir almıyorsun?” diye. Bunca danışmanı,
bunca devlet kurumunda çalışan bürokratı, bunca üniversiteyi, bunca sivil
toplum organizasyonunu ne yapıyorsun, nasıl kullanıyorsun diye.
a) BOP Eş Başkanlığı, nasıl
kabul edildi, neler istendi, karşılığında hangi tavizlere göz yumuldu? ‘Aylan’
bebeğin sahile vurmuş cesedinin, BOP politikalarıyla ilgisi nedir?
b) Çözüm adı verilen,
teslimiyetçi müzakere dönemine nasıl girildi, bu dönemde hangi sözler nasıl
verildi, karşılığında PKK’dan (veya ABD’den)
neler istendi?
c) Sırrı hala çözülememiş
olan MİT tırları hikâyesi nedir? Niçin gizli yollarla ’yardım,
yiyecek-battaniye filan!’ gönderilme işleri yapılmak istenmiştir?
d) Suriye muhalefetinin
yanında durulması, onlara silah dâhil yardımlar yapılması hükûmetimizin özgür
aklıyla aldığı kararlar sonucu mu olmuştur, yoksa kararlarımıza başkaları tesir
etmiş midir?
e) ABD ile ortak istihbarat
alış-verişi bize ne kazandırmıştır? Yoksa bu antlaşmayla ‘Uludere’ gibi
karşılaştığımız (haydi kazalar diyelim) yanlış istihbarat ve istihbaratın
yanlış, aleyhimize okumasından mı kaynaklanmıştır?
f) Beka sorunu, ülkenin
ekonomik değerlerinin özellikle yabancılara satılması sonucu sertleşmiş midir?
Bu satışların kararını acaba hükûmetimiz kendi iradesi ile mi almıştır?
g) İçinde bulunduğumuz
günlerde ortaya konulan ve hala devam ettirilen ‘paralel yapılanma’ savaşlarında, paralel adı
verilen kuvvetlerle yapılan 12 yıllık ortaklık nasıl oluşmuştu? Niçin uzun süre
bu ortaklık devam ettirildi?
‘Ne istediniz de verilmedi’ sözünün anlamı nedir?
Yoksa bu cemaatle mecburi yapılan ortaklık bir yerlerden dikte mi edilmişti?
h) PKK’nın, silahlarını
gömerek Türkiye dışına çıkacağını söylediğinizde, ‘onların çıkmayacaklarını ve silahlarını gömmeyeceklerini’ söyleyenlere,
‘faşist bunlar, anaların
ağlamasını istiyorlar’ suçlamalarını, kimi memnun etmek için
söylemiştiniz?
…
Daha pek çok madde
sıralanabilir. Hatırlamak anlamına faydalı olsa da, milletin aklını karıştırma
vesilesi olacağından burada kesiyoruz.
“Milli Beka”nın adım adım
tehlikeye girmesi senaryosu yukarıdaki maddelerde anlatılmıştır. ‘Milli’,
‘yerli’, ‘bir beden’, ‘beka’, ‘millet geleceği’ gibi lafları ederken, hangi
anlamlarda kullanıyorsunuz da bizim yüklediğimiz manalar farklı çıkıyor? Yoksa
aynı lisanla, aynı gönülle konuşmuyor muyuz?
Mandacılık,
mandaterlik tartışmaları sürerken, meşrutiyet’in bekasının sağlanması için, yok
o devletin, yok bu devletin himayesine girmek istekleri
dillendirilirken, Anadolu’ya geçerek çalışmalara başlayan Mustafa Kemal
Amasya’dan ilk gönderdiği talimatların birisinde temas ettiği konu budur ki;
“Şu halde ya meşrutiyet bakidir, âdil bir hükûmetin tesisini
Amerika’dan talebe mahal yoktur veyahut âdil bir hükûmetin tesisi Amerika’dan
talep edilince meşrutiyetin bekası lafızdan ibaret kalır.”
Anadolu ve Rumeli Müdafaai
Hukuk Cemiyetlerinin birleştirilmesi ve onların adına oluşturulan meclisin
faaliyetlerinin sürekli hale getirilmesi, bilahare Türkiye Millet Meclisi’nin
açılması ve Meclis’in sürekli açık tutulması, millet adına yapılan işlerin
kararlarının Meclis’ten çıkartılması ve yapılan işlerin Meclis tarafından
denetiminin sağlanması Beka Sorunu yaşayan ve yaşadığını tespit eden
yönetimlerin yapacağı ilk işlerdendir.
Haziran seçimlerinden sonra
Meclisi kapatmak ve keyfi uygulamalara geçmenin, Beka sorunu dillendirme ile ne
alakası var? Beka sorunu yaşayan milletler böyle mi yapar? Bir kişideki akıl
sadece bir akıldır. Meclisteki akıl ise meclisi oluşturanların toplam aklıdır.
Millilik nutukları atmak hoş gelir kulaklara, ancak millik, millet toplam aklının
kullanılmasından geçer, bu da Meclis’in açık tutulmasından.
Üçüncüsünün de denenmesi
ihtimali olan ikinci seçimlere gidiyoruz. Tahmincilere göre fazla bir
değişiklik olmayacaktır. İktidar güçlerinin istediği tek başına iktidar
çıkmayacaktır. Meydana gelecek meclisi ne yapacaksınız bu durumda, çalışmayan
vekilleri beslemeye mecbur muyuz?
Misâk-ı Millî’nin (milli
and)
son maddesinde “tam
bağımsızlığa ve serbestliğe sahip olmamızın hayat ve bekamızın esas temeli”
olduğu vurgulanmıştı.
Şuraya kadar
anlatılanlardan, bağımsızlık ve hürriyeti görebiliyor musunuz?
Siyaset, lüzumsuz ve
yapılamayacak uygulamaları anlatmak değildir. Gücünün ve inancının yettiği
kavramlarla konuşmaktır. Beka sorununu dillendirmezden önce, bağımsız davranıp
davranamadığınızın değerlendirilmesini yapmak, devlet adamının namusudur. Ve
beklediğimiz budur.
Tebtikler !
YanıtlaSilTesekkurler Mustafa Bey.
Sil