Tayyip Bey Cumhurbaşkanlığı
Makamına çıktıktan sonra üç önemli gelişme yaşandı.
1. Başbakan
Davutoğlu, restorasyon dedi. İç ve dış politikası dibe vurmuş bir
ülkenin, iktidar değişiminde söylenen enkaz edebiyatını hatırlattı bu söz bize.
Tevil çabaları boşadır. Kim ne derse desin, bu bir Tayyip Erdoğan
eleştirisiydi.
2. Ekonomiden
sorumlu Bakan Babacan, ekonominin ağır problemler içinde olduğunu bildirdi.
Ekonomi yönetimi artık yapılacakların kalmadığını bildiriyordu adeta. Har vurup
harman savurma döneminden sonra toparlanma süreci için, yeni bir orta vadeli
plan hazırlığına girişilecekti. Kim ne derse desin, bu bir Tayyip Erdoğan
eleştirisiydi.
3. Genel
Kurmay Başkanı Özel, çözüm sürecini bilmediğini söyledi. 40 yıllık meşgul
edilmenin, 40 Bin insanın canı, harcanan Yüz Binlerce dolarlar, üretimin
yapılamamasına, düşmesine bile sebep olan, terörist faaliyetlerin güya
bitirilmesini teminen uygulanmakta olan ve adına ‘çözüm süreci’
denen, süreç hakkında, bu işten birinci dereceden sorumlu ve yetkili olanların
bilgisinin olmadığını belirtmeleri enteresandır. Kim ne derse desin bu bir
Tayyip Erdoğan eleştirisiydi.
Üç önemli ağız, üç önemli
eleştiri noktası. Peki, bu kişiler şimdiye kadar niye susmuşlardı? Sustular,
çünkü korkuyorlardı. Konuşmaları halinde, ağzının fireni olmayan bir kişinin paralel,
darbeci, dış güçlere bağlı gibi suçlamalarına hedef olabilirlerdi. Diktatörleşen
bir garibin, belli belirsiz, bulanık bir resmi. Yılların birlikteliği,
dillerinden düşürmedikleri kardeşlik hukuku, hesaplaşma değil, helalleşme olur
dedikleri aralarında, inceden inceye, gizli mi gizli kavgalar varmış da,
makamını boşaltınca ve hiç vakit kaybedilmeden hemen su yüzüne çıktı. Bu üç
eleştirenlerden başka, diğer bakan, parti idarecileri ve milletvekilleri
tarafından da sırası geldikçe dillendirileceğini tahmin etmek zor değil. Bunun
için ise, Tayyip Bey’in artık bir gücünün kalmadığının iyice içselleştirilmesi,
anlaşılması gerekir. Ki, 17/25 Aralık yolsuzluk soruşturmaları, patlayıcının
harekete geçmesi için pim görevi görecektir, zira TÜRGEV denen vakfın
yöneticisi durumundaki oğlu rahat durmuyor, bürokratları, bakanları, belediye
başkanlarını riske sokma faaliyetlerini devam ettiriyor. Bu nokta önemlidir,
eğer soruşturmaya sebep olan paralar, itiraz etmesi ihtimali olan, eleştirmesi
ihtimali olanlara da paylaştırılmamışsa ve hatta paylaştırılmış olsa bile. Her
hali karda söz konusu soruşturmaların kapatılması yetmez, unutturulması
elzemdir.
Kısaca şunu söyleriz ki,
yolsuzluğun olduğu ve paylaştırılmadığı durumlarda kardeşlik türküleri hikâyeden
ibarettir. Biliniz ki, eleştiri beklediğiniz kişiler ömür boyu susmuşlarsa
mutlak surette sus paylarını almışlardır. Susturma yöntemlerini çok iyi
bilirler. Çünkü stratejik ortakları çok iyi bilmektedir. Küreselleşmeye
eklemlenmek, onlara, küreselci güçlerin kullandığı ve kullanmakta ustalaştığı
aletleri de kullanmayı öğrettiği artık saklanamaz gerçeklerdendir. ‘Bana
arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim!’
“AKP+Cemaat savunucusu bir savcı ‘zina yaygın zaten, suç olarak
anılmasa ne olur ki’ demeye getirmişti. Kendisine ‘hırsızlık çok yaygın,
kanunen suç olmaktan çıkarın o halde’ demiştik… şimdi anlıyorum ki, yaygınlaşan
zina kadar, ayakkabı kutularına kadar uzanan çalmanın da, mantığı ve planı bu
çok dindar (!) kesimlerde oluşmuş bile…” (Dr.Abdullah Terzi,
14.02.2014, Yeni Mesaj)
“İşte 2014 Şubat’ındaki Türkiye: Kanun tanımayan bir Başbakan! Yargıya
meydan okuyan bir başbakan oğlu! Erklerin birbirini gırtlakladığı vahim manzara!
Tescilli hırsızların protokola alındığı bir ülke fotoğrafı. Polisi ve yargısı
bir örgüt ya da çete tarafından teslim alınan bir vatan.” (Sabahattin
Önkibar, 30.01.2014, Aydınlık)
“Memleketimizin iyi niyetli mütedeyyin insanları, Deniz Feneri soruşturmasını
yürüten savcıların ‘hırsızlar imparatoru’ diye tarif ettiği kişinin kim
olabileceğini, böyle konularla karşılaşınca düşünemiyorlar tabii. Başbakan
büyük bir ‘maymuna bak oyunu’ oynuyor. Bir yandan kafasındaki İslamcı yaşamı
insanlara dayatırken, diğer yandan önemli meselelerin konuşulmasını
engelliyor.” (Mehmet Y. Yılmaz, 08.11.2013, Hürriyet)
Üç ayrı görüş sahibinden
okuduğunuz satırlar yaşanan olayları, en ince ayrıntısına kadar açıklıyor
esasen. Fazla söze gerek yok.
“Kupon arazileri benden habersiz satmayın”
talimatının verilebildiği bir ülkede;
Bundan sonraki dönem, ben
yapmadım, Tayyip yaptı dönemi olacaktır.
Tabii ki, hukukun üstünlüğü
söylemi sözde kalmaz;
Yargı görevini bi-hakkın
yapabilirse. Biraz cesaretle;
Menzilde, Yüce Divan
görünüyor!..
Bize Ne Kıldığın Namazdan!
Başbakan Ahmet Davutoğlu,
güvenoyu aldıktan sonra soluğu İstanbul’da alarak, sabah namazını Eyüp’te, Cuma
Namazını Süleymaniye’de kılmış. Alışkanlıkları olduğu üzere, yine kameralar ve
muhabirler eşliğinde. Bazı mezarları ziyaret etmiş…
Haydi, yaptın bunları,
kameraların ne işi vardı? Muhabirleri niye çağırdın? Ona da eyvallah diyelim.
Peki, Konya’da iş adamlarına yaptığın konuşmada kıldığın namazları, ettiğin
duaları en ince ayrıntısına kadar niye anlattın?
Anlaşılan din ve dini
çağrıştıran kelimelere, kavramlara, davranışlara devam.
Yeniye dair hiçbir şey yok.
Eski alışkanlıklara devam.
Tekrar edelim:
Sayın Davutoğlu, bize ne
senin kıldığın namazdan, niye anlatıyorsun?
****
Not: yazımız henüz yayına
girmeden, Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’ten de bir eleştiri geldi.
Taşeronluk, insanlık, can, mal konularında.
Durun hele, hepsinden
gelecek, gelecek!..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder