Seçilmiş Cumhurbaşkanı, daha
önce aralarında niza bulunan Barolar Birliği Başkanı’nın konuşmasını istemediğini,
konuşacaksa kendisinin törene gitmeyeceğini bildirmişti. Baro Başkanı’nın konuşma
yapmasını, ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilen Yargıtay’ca alınan
karar ve bu kararın bizatihi Yargıtay Başkanı’nca Cumhurbaşkanı’na arz edilmesi
üzerine, adli yıl açılışı münasebetiyle yapılan törenlere katılmadı. Bakanlar
Kurulu toplantısını bahane eden Başbakan ve Bakanlar Kurulu’nun üyeleri ve
iktidar partisinin temsilcileri de katılmadı. Katılmayacakları biliniyordu.
Buradaki eleştiri, ‘benim dediğim olmazsa ben yokum’
keyfilik anlayışının bildirilmesidir. Bendenizin bir mana veremediği bir
katılım daha olmadı: Daima devletin işleyişi, anayasa kuralları, kabul görmüş
teamüller çerçevesinde hareket etmesini beklediğimiz Genel Kurmay Başkanı. Devletin
en üst kademelerinde görevlendirilen kişiler, adalet anlayışından
uzaklaşmışlar, adliye çalışanlarıyla kavga eder hale gelmişlerdir. Asıl sebep
ise; hataların ve hatalı uygulamaların dillendirilmesi veya dillendirilme
ihtimalinden korkuluyor olmasıdır. Ne kadar acı! Ayrıca, ilginçtir ki,
televizyonlar da adli yıl açılışında yapılan konuşmaları yayınlamadılar. Vah,
vah, vah.. ne hallere gelmişiz!..
“Tarih boyunca, farklı toplumlarda; yeteneksiz cahillerin,
yalancıların, ikiyüzlülerin, hırsızların, katillerin, din istismarcılarının
halk tarafından desteklenme örnekleri çoktur. Halkın peşinden sürüklendiği
kişiler zamanla diktatörlük hastalığı içinde hem kendilerini hem de
toplumlarını felakete sürüklemiştir.” (Nurullah Aydın,
haberiniz.com.tr,29.08.2104)
Nurullah Hoca’nın
yazısından bu paragraf şok tesiri yapması için alınmıştır. Konuyla ilgili değil
gibi görünüyor, öyle değil bu paragraf bütün konularla ilgilidir, edebi,
araştırma, soruşturma, roman, hikâye... ne yazarsanız yazın, bu paragrafı
rahatlıkla bir yere monte edebilirsiniz.
Çatışma şuradan çıkıyor;
devleti yönetiyorken verdikleri talimatta, yapılmasının veya yapılmamasının
istendiği nokta incelendiğinde, talepkârın tamamen ‘ideolojisini dayatmaya
çalıştığını’ anlıyorsunuz. Cümleyi tekrar edelim,
ideolojisini dayatmak istiyor!. Karşı taraf ise, kendisine (makamına)
kanunların ve teammüllerin verdiği bir hakkı kullanarak, yetkililere
kuruluşlarının, üyelerinin, toplumun bazı problemlerini aktarmak, bu
problemlere kendilerinin önerebilecekleri çözüm sonuçlarını bildirmek istiyor.
Yönetici, etrafı muhteşem akıllı uzmanlar, korkunç beyinli danışmanlar,
muhteşem basiretli akıl verenlerle çevrili olduğundan başkalarını dinlemek
zahmetine katlanmak istemiyorlar. Birisi konuşacağını söylerken, diğeri konuşmasına
yasak koymak istiyor. Zaman zaman vatanseverliği tartışmaya dâhil ediyorlar ve
her biri karşıya rahatlıkla vatan haini suçlamasını yapıştırıyor. İşin içine
vatan yerleştirildiğinden, kafalar karışıyor, kimin ne olduğu bilinemez bir hal
alıyor.
Gel de çöz problemi!.
Problem Nurullah Hoca’nın
cümlelerinde açıkça anlatılmış. “..yeteneksiz
cahillerin, yalancıların, ikiyüzlülerin, hırsızların, katillerin, din
istismarcılarının halk tarafından desteklenme..”
İşte burası problem! Arkasında milyonlarca kişilik halk desteğini bulanlar, dev
aynalarının en cilalısında görüyorlar kendilerini. Artık, ne söyleseler
kutsiyeti haiz olduğu var sayıldığından uygulanmasını isterler, aksi halde
karşıya dünyayı dar ederler.
Her iki grup insanın da
anlamadığı bir şey var: ister en üst yönetici, isterse alt katmanlarda bir
kurumun başında olsun, bunların bildirileriyle, konferanslarıyla, demeçleriyle,
ya da yandaşlarının sahibi olduğu muazzam medya organları ile yapacakları beyin
yıkamalar; bilimsel olgularla var olan toplumsal değerlerin, mecrasından
saptırılması veya birbirine karıştırılması mümkün değildir. Bu aşamada,
istediğin güç ve kuvvetle bastır asla ve kat’a dayatma yapamazsın. Toplumun bir
kulağından girer, diğer kulağından çıkar. Şöyle söylerler, kendin çalar, kendin
oynarsın. Çabaların hep boş, hep boşadır. Ancak, belli bir süre tesirli olduğunu
da söylemek yazının namusu gereğidir, bu süre belirsiz bir zamanı ifade eder.
Zaten siyaset de bu belirsiz süre içinde tesirlidir. Karizma denen ve tüm
siyaset baskılarının kondurulduğu olgunun doğurduğu tip bu zamanların ilahıdır.
Gariptir; müstevlilerin,
sömürücülerin, el koymak niyetinde olanların, malına mal katmak isteyenlerin..
de ilah kabul ettikleri bu kişidir. Bunun kazanması için ellerinden gelenleri
yaparlar, onunla birlik olduklarını sırası geldikçe açıkça belirtirler. Zaman
zaman yaptıkları muhalefet söylemleri de bir gösteriden ibarettir.
Devrimci görüşe mi
ihtiyacınız var, sosyalist söylem mi dinlemek istiyorsunuz, İslami görüşleri
hayatınızda test etmek mi istiyorsunuz, milliyetçi uygulamalar mı yapmak
istersiniz, ne istiyorsanız bu karizma sahibinin sözleri, konuşmaları,
demeçleri, konferansları, ayak üstü laf atmaları, devlet hayatındaki
uygulamaları kafidir. Başkalarının konuşmalarına, demeçlerine gerek yoktur. O
varsa eğer, yetkili-yetkisiz birisinin lafına da, hareketlerine de ihtiyaç
görülmez.
Evet, böyledir ancak;
Aylardır görüşemediğim
yeğenim dedi ki;
“Yeğen, herkes zengin, herkes
istediğini alabiliyor, herkeste sıfır arabalar, ikinci daireler, mutlulukları
gözlerinden okunuyor, ceplerindeki paralar gırlar gidiyor, bunlar kötü mü?…”
Doğruydu. Bir farkla,
söylenilenlerin tamamı borçla yapılmıştı ve belki de tamamı borçlarını ödemekte
zorlanıyorlardı.
Siyaset ve uygulamalarının
insan psikolojisi üzerindeki etkisi, refahın dağıtılmasıyla birebir ilgili
olduğu sonucu ortaya çıkıyor. Dağıtım işleminin, borçlandırarak mı, Meccanen mi
oluşunun hiçbir tesiri yok. Sadece, topluma geçici de olsa bir refah sunmak
asıl olan. Sonu yalan, sonu felaket bile olsa!..
Heey, muhalif görüşü
dillendirecek olan; sen sakın konuşmayasın. Senden alacağım hiçbir şey yoktur.
Benim fikirlerim bana yeter.
Sakın konuşma, ben varsam
sana gerek yok!..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder