16 Eylül 2014 Salı

Güce Tapınma ve Türkiye


Kendinde güç vehmetmek. Olan ve olacakları kendinden bilmek. Kendisi olmadığı zaman, belki de bu dünyanın dönmeyeceğini filan düşünmek. Her ne oluyorsa iyidir dediğimiz, hep onun yüzü suyu hürmetine olmaktadır. Etrafına topladığı dalkavukları da, ikide bir onun ne büyük, ne kadar güçlü, ne kadar akıllı, olduğunu yüksek sesle hatırlatırlar, olmayan özelliklerini varmış gibi ballandıra ballandıra yüzüne karşı söylerler. Hiç utanmazlar, oysa bir kişiyi yüzüne karşı övmek insan için ne kadar da zordur.

Sahip oldukları medya gücüyle de, aynı konuyu senelerdir işliyorlar. Tek adamlık, karizmatik liderlik, en büyük liderlik gibi tanımlamalar yıllardır gün be gün tekrar edilmektedir. Hatta 80 yıllık Cumhuriyetle yapılan mukayeselerden, Atatürk ile karşılaştırmalar yapılmakta ve sonuçta, onu bile geçtiği insanlarımıza dayatılmaktadır. Taraftarları bu söylemleri ezberlemişler, milletin çoğunluğuna da öğretilmiştir. Bunun karşılığında da muhalefetin zayıflığı, proje üretemediği, yetersiz kaldığı ve hatta muhalefetin bulunmadığı propaganda edilerek, tek konuşanın iktidar liderinin olduğu, onun dışında hiç kimsenin konuşmasının mümkün olmadığı da kamuoyuna öğretilmiştir. Elbette, bu kadar güçlü olduğu pompalanan kişinin de tarafı olmaya can atan kişiler, onun etrafında çember oluşturmuşlardır. Alınan oyların toplamı diğer partilerin aldığı oyların toplamından fazla çıkınca da, bunlardan kurtulmanın mümkün olmadığı gibi sonuca varılarak, gücü elinde toplayan iktidara tapınma derecesinde yandaşlaşmalar vücut bulmuştur.

Taraftarlarını nerden buluyorlar? Hatırlıyoruz, “İmam Hatipler bizim arka bahçemizdir” demişlerdi. Şimdi buna, sivil toplum kuruluşu adıyla örgütlenmiş dini kuruluşlar, cemaatlerin okulları, kursları, onların camilerinde, evlerinde, işyerlerinde, bürolarında yapılan toplantılarda anlatılan, işlenilen, analiz edilen konular hep budur. Taraftar tarlası dini cemaatler, dini okullar, dini kurslar olmaktadır genellikle.

Mehmet Kerem Doksat Hoca’nın bir yazısında okuduğumu hatırlıyorum. Ana sütünü noksan alan ve beslenme yetersizliği yaşayan çocukların, aşırı iştahsızlık sonucu çocukların ayaklarının şişeceği, karınlarının büyüyeceği ve karaciğerlerinin haddinden fazla iri olacağını okumuştum. Bu çocukların daima huzursuz oldukları ve gülümseyemediklerini de not etmişti hoca. Hatta tedavilerinin zor olduğunu, edilse bile sonradan oluşan bu özelliklerinden kurtulamadıklarını da hatırlıyorum. Bu duruma göre üç önemli sebep buluyoruz. 1. Ana sütü eksikliği, 2. Yetersiz beslenme, 3. Tedavisi imkânsız karaciğer, ayak, karın şişliği. Gülemeyen, gülümseyemeyen bu çocukların tamamının fakir Afrika ülkelerinden çıktığını da not edelim.

Burada beni düşündüren gülemeyen, gülümseyemeyen çocuklardır. Bu durum bize yabancı değil. Bizim de gülemeyen çocuklarımız var. Gülmenin yasaklandığı, adeta büyük günahlar içine alındığı ve grup içindeki çocukların asla gülmelerine izin verilmediğini biliyoruz. Belki birazcık gülebilenlerin de cezaya çarptırıldığını tahmin edebiliyoruz. Bir ortak yanı daha var, bu çocuklar orta direk dediğimiz fakir halk kesimlerinin çocuklarıdır ziyadesiyle.

‘Ana sütü’ yerine Türk kültürünün muhteşem eserlerini koyalım, Fuzuli, Karacaoğlan, Hacı Bektaş-ı Veli, Mevlâna, Piri Reis… bunların okunması, irdelenmesi kesinlikle yasaktır. Dolayısıyla ana sütü eksik alınmaktadır. ‘Yetersiz beslenme’ yerine, tek taraflı olarak verilen, özellikle eksik ve yanlış yorumlamalarla, cahil hocaların verdiği din bilgisi dersleri. Başka eserlerin araştırılması kesinlikle yasaktır. Tek taraflı beslenme nedeniyle, olaylara bakış, yorumlayış, analiz yetenekleri yok denecek seviyededir. Eksik bilgiyle zaten doğru sonuçlara varılması mümkün değildir. Bu bilgilerin yazılı bulunduğu kitapların tamamı, Arapça, Farsça yazılmışları ve kurallarına dikkat edilmeksizin yalan-yanlış tercümeler halindeki kitapların tamamı ezberletilerek okutulmuş olduğundan, sırtlarında daima tonlarca yük taşırlar. Bir taraflarındaki şişkinlikleri bundandır. Zihinlerine takılan herhangi bir sorun halinde, yöneldikleri taraf, taşıdıkları ağırlıkları sebebiyle tamamen ve daima aynı yöne doğrudur. Bu noktada da bir benzerlik çıkartıyoruz. Ve bu eğitim safhası tamamen çocukluk çağlarında vukuu bulmaktadır. Çoğunluğu da ailelerinden kopartılmış ve yatılı okullarda (kurslar) yapılan eğitim faaliyetleridir. Çocukluk çağlarında ailelerinden kopartılan bu çocukların, sevgiden yoksun yetişmeleri nedeniyle, gelecekte ağır depresyonlar yaşamaları yüksek ihtimal dahilindedir. Yani kısaca hastalıklı insanların yetiştirildiğini söylemek mümkündür ki, bu hastaların tedavisinin de zor olacağını söylemek ukalalık olmayacaktır.

İşte, bu çocukların yetiştirildiği okullar, kurslar yandaş yetiştirme tarlası olarak kullanılmaktadır. Oralardan mezun olan her çocuk, potansiyel yandaştır. Öylesine bir eğitim verilmektedir ki, muhalif bir düşüncenin yetişmesi mümkün değildir.

Tek yanlıdır, tek yönlüdür. Düşünme yasaktır. Ne verilirse o öğrenilecek ve iman edilecektir. Nasıl oluyorsa, neredeyse tüm okul ve kurslarda hep aynı cümleciklerle aynı konular iştahla anlatılır ve çocuk beyinler küçültülerek, iman derecesinde birilerine tapınmaları sağlanır. Yazık ki, bu durumu siyasi menfaatlerine doğruda yontmaktadırlar ve bundan hiçte utanmamaktadırlar.

Benzer bir durumda PKK’nın dağa çıkardığı çocuklar için söz konusu. Onlarda aynı mantık ve yöntemle fakat farklı öğretilerle eğitilmektedirler. Şunu açıklıkla söyleriz ki, her iki grupta da yetiştirilen bu çocuklar, gelecekte ülkemiz için büyük felakettir. Onların ait oldukları gruplardan çıkartılıp, psikiyatrlar eşliğinden yeniden eğitime tabi tutulmaları (rehabilitasyon) gerekecektir. Öğrendikleri eksik ve yanlış bilgilerden kurtulmaları zor da olsa, bunun yapılması mutlak olarak zarurettir. Siyasi tercihlerinin değiştirilmesinden bahsetmiyoruz dikkat edilirse, aldıkları köleleştirici eğitimin ağırlığından kurtulmaları ve özgür beyinlere sahip olmalarını arzu ettiğimiz için bu öneriyi getirmek zorunda hissettik kendimizi. Bu çocuklara, ilmin hakikati, imanın gerçeği, ritüellerin amaç ve sebepleri anlayabilecekleri bir şekilde anlatılmalı ve ilmin içselleştirilmesi sağlanmalıdır.

Bu toprakların; düşünebilen, sorgulayabilen, analiz yeteneği gelişmiş, doğru sonuçlara varabilen özgür beyinli, hür düşünebilen gerçek vatan evlatlarına ihtiyacı vardır. İnançları ve kabulleri ne olursa olsun.

Ve bu sorunun halli, yol, köprü, fabrika yapmaya benzemez. 10 yıllardır eğitilen beyinlerin, asrın idrakine uygun, modern fertler haline getirmek için de yine bir on yıllara ihtiyaç vardır.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...