7 Eylül 2014 Pazar

Musul’da Yaşanan Felakettir


14.12.2011 tarihinde Blog’da yayınladığımız yazıda: “Musul bölgesini, Kerkük ve Telafer Şehirlerini de kapsayacak şekilde tereyağından kıl çeker misali tapusunu gerçek sahiplerine alalım” demişiz. Tabi, yüksek stratejistlerin Dış işlerini yönettiği günlerde sesimizi duyuramamışız. Aslında bugün de duyurabileceğimiz şüpheli. Çünkü onlar okumazlar, araştırmazlar, takip etmezler, çünkü onlar her şeyi en iyi bir şekilde bilmektedirler. Kendilerinden başkalarının fikirleri onları ilgilendirmemektedir.

Vaktiyle Kerkük ve Musul, Türkiye’nin kırmızıçizgisiydi. Enteresandır; Lozan Konferansı’nda, Türkiye ile İngiltere’ye bırakılan Musul konusunda İngiltere ile sorun yaşandığı günlerde Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk isyanı olan Şeyh Said isyanı başladı!. Emperyalizm, çözümü daima içeride isyan çıkartmakta bulmuştur. Şeyh Said’in yerinde bugün PKK, Barzani ve IŞİD bulunuyor. Peki, isyan durumunda devlet olan devlet ne yapar, biz ne yaptık?

Devletinin süper oluşunun vehmiyle hareket eden devletler, parçalayıp yutmak istedikleri devletlere karşı küçük testler uygulayıp, sonucu gözlüyorlar. Tepkiyi ölçüyorlar. Plan tıkır tıkır işliyor. Beklenen tepki gelmiyor. Öylesine rahatlar ki, vur eline ekmeğini al, yumuşacık bir rakip. Keyiflerine de diyecek yok!. Bir yandan da, övgü laflarını geri bırakmıyorlar, dostluktan, stratejik ortaklıktan bahsediyorlar. Her ortaklık filan gibi lafların ardından, bir saldırı, bir hıyanet salıyorlar, anlamamakta ısrarı olan idareler, hala stratejik ortaklık mavallarıyla uyumaya devam ediyorlar.

İbrahim Karagül, kaleminin namusunu, Yeni Şafak’taki 4 Ağustos 2006 tarihli yazısında, Siyonist örgütün 1982 yılında yayınladığı bir raporu gündeme taşıyarak şöyle savunmuş: “Suriye bünyesinde barındırdığı etnik ve dini yapılara uygun bir şekilde birkaç bölgeye ayrılacaktır. Kıyı bölgelerinde Şii-Alevi devleti, Halep civarında Sünni bir devlet, kuzey komşusuyla husumet içerisinde olan bir başka Sünni devlet ise Şam’da kurulacaktır. Dürziler ise başta Huran ve Kuzey Ürdün olmak üzere muhtemelen Golan’ı da içine alabilecek şekilde bir devlet oluşturabilirler.

Tıpkı Osmanlı yönetiminde Suriye’de olduğu gibi, Irak’ta da etnik ve dini bölgeler şeklindeki parçalanmalar mümkün gözükmektedir.

Bu çerçevede, üç (veya daha fazla) devlet, Basra, Bağdat ve Musul gibi üç önemli şehir merkezli olmak üzere bir oluşum sergileyecektir. Güneydeki Şii bölgeler, Kuzeydeki Sünni ve Kürt bölgelerinden ayrılacaktır..” diyor ve soruyor: “Büyük felaket kimi bekliyor?”

Sonu ‘kış’ olan, Arap Baharı palavrasıyla Tunus, Libya, Mısır, Suriye karışıklıkları peş peşe yaşandı. Irak bin parçaya bölünüp, siyasetlerinin gereğini yerine getirdiler. Bombalamalar sayısız cana mal oldu. Evler, mahalleler, köyler yıkıldı. Kardeş kardeşi boğazladı. Durmaksızın kin ektiler, şimdi hasat zamanı.

Önlerinde tek engel vardı. Türk Ordusu. “TSK’nın itibarsızlaştırılarak gözden düşürülmesi ve sindirilerek etkisizleştirilmesi maksadıyla, sahte olarak üretilmiş delillerle, yönlendirilmiş gizli tanıkların beyanlarıyla yüzlerce general, subay, astsubay ve sivil memur ile kamuoyu nezdinde itibarlı kişilerin tutuklandıkları ve yine yönlendirilmiş mahkemelerle de mahkûm edildikleri ortadadır.” (Armağan Kuloğlu, Yeniçağ, 02.08.2014) Kurmay heyeti zindanlara tıkılan ordu, elbette hareketsiz kalacaktır. Plan üretilmeyince, gövdeye komuta edilmeyince Mehmetçik nereye yürüyecek? Kışlasına tıkılan ordu, eli kolu bağlı vaziyette.

Dış politikada hatalar birbirini izledi. Irak işgali sırasında, ABD askerlerine edilen dualar bile büyük bir politika hatasıydı. Irak’ın kuzeyinde kurulmakta olan devlete, hamilik yapmak BOP politikaları gereğiydi. Aramızda hiçbir sorun bulunmayan Suriye ile aramıza kara kedilerin girmesi, yukarıda belirtilen Siyonist planın uygulamaya geçilmesiydi. Mısır’la aramızdaki dostluk köprülerinin yıkılması, sahte Müslüman kardeşler dostluğunun öne çıkartılarak, efendi bellenen süper güçlerin işlerinin kolaylaştırılmasıydı. Suriye’de milyon parçalı örgütler eline terk edilen, sözde muhalif gruplara yapılan yardımların amacı, Büyük İsrail hedeflerine yardımdan başka ne olabilirdi? Bu örgütler içinde semirtilen caniler sürüsü IŞİD’i diriltmek, o silahın bir gün kendi üstüne çevrilebileceğini hesap edememek, edilse bile anlamazdan gelmek, nasıl bir ihtiyatsızlık örneğiydi?

Ortadoğu’yu, mezhepleri öne çıkaran inanç sistemine yöneltmek ve menfaatlerine uygun istedikleri gibi inanmalarını sağlamak için düşmanlık ektiler, yeşerttiler, büyüttüler. İslam’ın en önemli emirlerinden olan, ‘Huzur’un sağlanması’ öğüdü unutturuldu, herkesin inancı kendine anlayışı çökertilip aşiretler, şıhlar, örgütler, mahalleler, köyler, sözde liderler merkezinde ayrıştırıldı. Kavga kültür oldu, bombalamalar iman ekseni!. Bataklık ortamında hızla üreyen sivrisinekler, hastalığı şimşek hızıyla tüm Ortadoğu’ya yaydılar. BOP projesi işlevini sürdürüyor, bir yandan da proje sahipleri kıs kıs gülüyor. Kime halimize tabi.

İşte bu ortamda geliştirilen IŞİD, yani Irak-Şam İslam Devleti adlı selefi terörist örgüt, 12 Haziran’da Musul’daki Türk konsolosluğunu basar ve oradaki çalışanları ve muhafızları esir eder. Bu bir test etme harekâtıdır, tepki ölçüm işlemi gibi bir laboratuvar deneyi. Türk devletinin savunma ve karşı koyma refleksinin test edilmesi. Nitekim istedikleri, planladıkları, düşündükleri gibi oldu. Konsolosluk koruması askerler silahlarını teslim ederek, tüm çalışanlarla birlikte teslim oldular. Esarete gönüllü, direnmeden teslim olmak. Esareti gülerek karşılamak.

Asıl felaket sonraları yaşandı, Kerkük, Telafer hamiliğini yaptığımız Kürtler tarafından yağmalandı, Türkler evlerini, köylerini boşaltmak zorunda kaldılar. Eli silahlı, hain IŞİD militanları Dört Binden fazla kişiyi öldürdüler. Bunların yarısı Türkmen idi. Şimdi, çölün kavurucu sıcağı altında binlerce Türk hayatını kurtarmaya çalışıyor.

Oysa yapılması gereken şuydu: konsolosluğa baskının istihbar edilmesi anında, konsolosluk muhafızlarına direnin talimatı verilerek, bir-iki savaş uçağı nokta atışlarla militanları enterne edebilecekti. Zaten yarım saatlik mesafeye vurucu güç sevkiyatı tamam olacaktı. Dolayısıyla, Musul idaresi Türklerin eline geçecekti. Bunun yapılması halinde Kerkük, Telafer, Felluce, Tuzhurmatı gibi Türk şehirlerinde asla katliam yapılamayacak ve köyler boşaltılamayacaktı.

Ve hatta iddialı bir şekilde söyleyebiliriz ki, İsrail Gazze’ye saldıramayacaktı. Ve yine iddialı söyleyebiliriz ki, Ermeniler pıstırılmış, gücü kuvveti alınmış, heyet-i kurmayları geri çekilmiş bir Türk ordusu olmasaydı, Azerbaycan’a saldıramayacaktı.

Bütün bunlara sebep, yapılması gerekenlerin, askerlik ve devlet geleneklerine aykırı olarak zamanında yapılmayıp, üstelik militanlara yalvarırcasına konsolosluk yetkililerinin bırakılmasını uzaklardan söyleme gafletinde bulunmaktır.

Zaman geçmiş değildir, Musul çözüm noktasıdır. Aksi halde, Kürt bölücülüğü Anadolu topraklarına kadar talep cür’etini gösterirse hiç şaşmamak gerekir.

Elimizle davet ettiğimiz felaketten kurtuluş yolu vardır. Geçirilen her zaman felaketin derinleşmesine sebep olacaktır.

Ne siyasiler ne de ordu yetkilileri bu yıkıntının altında kalmamalıdır.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...