3 Şubat 2013 Pazar

“Kerbela’yı Anlamak : Haşır Suresi”



Hasan Basri Hürata üstadımız lütfedip büyük emek harcanan eserini gönderdiler.

“Kur’an’ı Kerim’den İnce Mesajlar” isimli eserini okumaya biraz gecikmeli başladım. Çok sebepleri var. Şimdi geçmişe ‘keşke’ ikilemiyle bakıp erken okusaydım diyemem. Böylesi gerekiyormuş ki, böyle olmuş vesselam. Her neyse, bir tanıtım yazısı hazırlamak üzerimize görev oldu ancak, öyle bir incelik, öyle bir nezaket var ki, kitabın satır aralarında, o incelikleri bulup okuyucunun önüne sermek neredeyse imkânsız. İmkânsız diyorum çünkü her okuyan farklı lezzetlere, farklı algılamalara gark olacaktır. En iyisi dedik, kitaptan bir bölümü (ki, birinci bölümdür) ayniyle yayınlayıp okuyucunun zevkine bırakmak.

Buyurunuz:

KERBELA’YI ANLAMAK: HAŞIR SURESİ

Ana bilgi Kerbela. Kerbela’yı anlamak istiyorsak bir ku-ralı göz ardı edemeyiz: Ön Bilgi’yi, iyi anlamak. Ön Bilgi’yi iyi anlamanın yolu da Ön Yargı’lardan kurtulmakla olur.

Haydi o zaman başlayalım; bir kıyaslama ile. O canınızı verdiğiniz futbol takımınız var ya. “Evet.” Takım yenilir veya berabere kalırsa 0-0, takımın tamamı değerlendirilir. Kulüp Başkanından, teknik direktör, kaptan, oyuncu velhasıl son ada-ma kadar. Hatta o masum(!) hakemler bile nasiplerini alırlar. Amma oyunculardan biri, 90’dan bir gol patlatırsa; günün, ayın, yılın kahramanı oluverir, diğer eleman ve faktörlerin hiçbir kıymeti harbisi yoktur artık. Cümlesi yok hükmündedir. Peki diğerlerine, onlara ne oldu? İşte bazılarının Kerbela’ya bakış açısı budur.

Önce kabilecilik nedir? Kabile, nesep yani kan veya hı-sımlık bağıyla birbirlerinden olan insanlar topluluğudur. Kan bağı babadan, hısımlık bağı anneden gelir. Kan bağı olanlara “akraba”, nikah bağı olanlara “hısım” denir. Yani kardeş, amca, hala akraba; enişte, kayın birader hısımdır. Ortak payda “ni-kah”, bir yolla biterse; hısımlık ortadan kalkar. Akrabalık orta-dan kalkmaz. Hani günümüzde yapmacık hükümranlık mahkeme kararları var ya; “Reddi Miras”, ”Mahrumiyeti Miras” gibi… Onlar özde akrabalığı bitirmez.Sadece malın akış yönünü de-ğiştirir.

Kabilecilikte, doğru-yanlış olmaz. Sana, kabile üyelerinin menfaatına uyan ve gerektiren her şey doğrudur. Güçlü isen de gider onu alırsın. Adalet, hakkaniyet, mahrumiyet gibi şey-lerin kabilecilikte hükmü olmaz…

İnsanların en çetin dayanışmaları; doğal şartların en ka-tı tecelli ettiği yerlerde olur. Issız dağlar, çöller vb. yerler. Arif Nihat merhumun sözüdür: Çölde Diyojen’e rastladım. “Ne olur gölge et! Başka ihsan istemem.” Dedi. Tabi Sinop’ta Büyük İskender’e hava atmak kolay!

Yıl 600’lü yıllar. Demek ki, kaba ayırımla Orta Çağ. Tarihin bildirdiğine göre dünyanın kavrulduğu zamanlar. Kara Avrupa’sında derebeyler zamanı. Her şehir, her bölge bir de-rebeyinin hükmü altında.

Derebeyi, vergide mızmızlık eden birinin asılmasını em-reder. Asarlar. Adam ölmüyor. Tekrar asarlar yine aynı. Ölmü-yor. Gelirler. “Efendim asıyoruz ancak adam ölmüyor.” …?!...  “Neden?” “Efendim adam darağacına uzun geliyor.” Gürler… “Bre ahmaklar! Siz de kısasını bulun asın!” denildiği zamanlar. Asya, tam bir monarşi; Afrika’ya girmeyelim. Yamyamlar… Tamtamlar. Tehlikeli… Peki Suudi Arabistan’da ne var. O zaman Suudi değil. Arabistan. Orada da kuzeyden güneye Te-buk-Yesrip (Medine) Mekke-Yemen(Sana) var. Çöller var: Badiye… Her biri bir devlet. Şehir Devletleri. Her bölge, ka-bile veya kabileler hükümranlıkları. Hükmedenler var; hükme razı olmasa da boyun eğenler var.

İşte o dönemde değişim dönüşüm başlar: Yıl 610. C.Hakk  “Muhammed’ül emin” denilen bir zatı risaletle destek-ler. Dananın kuyruğu o zaman kopar. İki şeyden: Bir: Söyledik-leri işlerine gelmez. İki: Söylediği şeyler doğrudur ancak bu adam bizim kabileden değil. Düne kadar putları kadar aziz olan Muhammed, itilip kakılan hale geliverir. Öyle de olmuştur. C. Allah nurunu tamamlar. Mekke, bağrına basmazsa; Yesrip yok mu?

Kutsal Göç.Yıl 622’dir. Dönüşür Medine olur. Medeni in-sanların yaşadığı yer olur Yesrip. Son 10 yıl peygamberin haya-tı, değişim dönüşümün yoğun yıllarıdır. Artık Medine yeni bir devlettir. Çoklu inanış ve dinlerin yaşadığı kardeşlik şehridir; kalleşlik şehri değildir.

Mekke kıskanır; tüm kabile ve asabiyet duyguları içinde Medine’ye saldırır. Tüm medeni yerler kıskanılmıştır. Tabiat bu…  Hâlbuki Ebu Süfyan kervanının yolunu değiştirerek savaş şartlarını ortadan kaldırmıştır ancak bu iş Mekkelileri tatmin etmez. İlk savaş Bedir. Medine’ye 120 km. uzaklıkta…

Bedir’de Mekke’nin azgınları öldürülmüş; Ebu Cehil ve Ümeyyeoğullarının ileri gelenleri. Utbe, Velid ve Kardeşi Han-zele. Utbe, Ebu Süfyan’ın babasıdır. Velid ve Hanzele kayın biraderleridir. Muaviye’nin dayılarıdır. Bedir’in öne gelen kah-ramanları yiğit Hamza ile genç Ali’dir. Ümeyyeoğullarından Ebu Süfyan artık Mekke’nin tek hakimidir.

Ümeyyeoğulları ahir zaman nebisi ile amca çocuklarıdır. Ebu Süfyan Ümeyyelerden Muhammedül emin ve ashabının çoğu Beni Haşim’den. Yakın tanıma göre Emeviler ve Haşimi-lerden…

O yetmez Uhut.  Medine varoşlarında. Emeviler Ham-za’nın ciğerini çiğneyecek kadar asilane(!) hükmü ilahiyi tecelli ettirirler. İlk raunt alınmıştır. O da yetmez Medine’nin kenar mahallesinde, Hendek. Bir kişiye üç yumruk vurup yere indire-miyorsanız; dördüncü yumruğun size geleceği muhakkaktır.

Ebu Süfyan artık Mekke’in tek hakimidir. Ancak 630’da Mekke’nin fethine mani olamaz. Allah’ın vaat ettiğini kim geri çevirebilir? Fetih Suresi ile apaçık “fethi mübin” müjdelen-miştir. Artık Ebu Süfyan’ın şehir devleti yoktur. Onun emirliği son bulmuştur. Mekke kenti bir vali kararı altında Medine şehir devletinin bir parçası olmuş ve muazzam İslam impara-torluğunun fidanı büyümeye başlamıştır.

610’da başlayan Emevi-Haşimi çekişmesi hiç bitmemiş; çatışmalara dönüşmüştür. Dedelerin başlattığı kutsal savaş, özünü yitirmiş ve kan davasına dönüşmüştür. Kutsal savaş ru-hun ve aklın ürünü iken kan davası şuur altından ileriye geçe-memiştir. Muaviye’nin ve Yezit’in elinde, babaların ve dedelerin  intikamına dönüşmüştür.

Oysaki C. Hakk Haşır Suresi’nde Muhaciri: “Yurtla-rından ve mallarından uzaklaştırılmış olan, Allah'tan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah'ın dinine ve Peygamberine yar-dım eden fakir muhacirlerdir. İşte doğru olanlar bunlar-dır.” (Haşır:8) Olarak tanımlamaktadır. Bu üç özellik muhacirin vasıflarından olmuştur.

Ya Ensar: “ Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı iç-lerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret için-de bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa eren-lerdir.” (Haşır:9) Îsâr, kendisi de muhtaçken imkanını karşı-sındakine açan demektir. Kaçımız yapabilir. Ensar’la, ashab karıştırılmamalıdır.

Peki, Muhacir ve Ensar’dan başka sosyal sınıf yok mu? Var. Olmaz mı… “ Bunların arkasından gelenler şöyle derler: Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeş-lerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir “kin” bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin!” (Haşır:10)

İşte bizler… Eskilere gidersek Ebu Süfyan ve Muaviye… İçinizden bazılarının “Ağır ol bakalım,” seslerini duyuyor gibi-yim. Haklısınız. Hz. Peygamber (S.A.V)’in şöyle veya böyle kayın pederi ve kayın biraderi şerefine ulaşanlara böyle denir mi?  Ashab’tan olmalarına sözüm yok. Muhacir ve Ensar tanım-ları belki kafalara uyuyor, gönüllere uyuyor; ancak Kur’an’i tanımlara uymuyor. Mekke’de yaşayıp da Muhacir olamayan olduğu gibi Medine’de olup da Ensar’lığa yükselemeyen ashaba sözümüz yok.

İşte işin sırrı burada: Günümüz insanının yapması gerekeni C. Hakk Kur’an-ı Kerim’inde ayan beyan yazmış… Bize sorgulamak, yargılamak değil; uygulamak düşer. “Yarabbi, bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir “kin” bırakma!” demekten daha uygunu yoktur.

3 yorum:

  1. Allah'ın izni olmadıkça hiçbir benlik iman edemez. Allah, pisliği, aklını kullanmayanlar üzerine bırakır.Yunus 100.

    YanıtlaSil
  2. Harun Meral :

    Okudum ağabey. Özeti okudum.

    Özellikle, kabile anlayışına dayalı bölüm ile ilgili taassup çok dikkat çekici bir ifade ile anlatılmış.

    İşte çıldırdığım nokta budur. Mühim bir konu da yazılmış bir yazı okunmuyor. Üzerinde iki kelam edilmiyor. Nasıl bir ruh hali içindeyiz anlamıyorum.
    Sanıyorum benim bu facebook'ta işim yok.

    YanıtlaSil

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...