28 Eylül 2012 Cuma

Yarım kalan hikâye II.



Ayağını sürüyerek yaklaştı kaymakam.

“Doktor oğlum”, dedi. “Neler oluyor”? Doktor Süha’nın etrafında pervane olan Onbaşı lafa atıldı. “Kaymakam Bey, her şey kontrol altında, merak etmeyin, başından beri karakolumuz her şeyi biliyor…” sert, sert olduğu kadar ters bir bakış fırlattı Kaymakam. Niye bunlardan haberim yok dercesine. Uyanık Onbaşı, “Sizi heyecanlandırmak istemedik Kaymakamım, bir terslik olursa sizi haberdar etmek üzere anlaşmıştık” dedi. Doktor Süha, arkaya dönerek tepeden aşağıya baktı uzun uzun. Bitmeyecek bakışlarını yere doğru eğdiğinde Kaymakam ondan duymak istiyordu, “doğru mu bunlar, neler yaptınız, ben ne cevap vereceğim üstlerime” dedi. Başını sallayarak “her şey milletimizin talebi ve menfaati doğrultusunda gelişmiştir, çeteler, çeteler dersiniz olur biter. Haberim yok dersiniz olur biter.” Dedi. Biraz da sertçe söylediğini bir süre sonra anlayınca Kaymakam’dan özür dilercesine, “Kaymakam Bey, bunların ne işi vardı bizim köyde, ne arıyorlar dersiniz. Burayı da salimen geçselerdi neler olacaktı bilir misiniz?”

Bilmez miyim? Diyemedi Kaymakam. Yedi yıl önceki Çanakkale günlerini hatırından geçiriverdi. Oğlu, tüm sınıf arkadaşları birlikte askerlik şubesine giderek savaşa gitmek üzere yazılmışlardı. İki yeğeni, komşularının çocukları, mahalledeki delikanlılar onlar niye ise, bu da oydu. Her şey apaçık ortadaydı. Şimdi bu gençleri teşyi etmeliydi, bu gençleri kucaklamalı, gözlerinden öpmeliydi. Ama o bir kaymakamdı, biraz da ağırdan almalıydı. Aslında, devletin yapması gereken bir görev, kasabanın delikanlıları tarafından yapılmıştı ve memleket büyük bir badireden kurtarılmıştı belki de. Aslında alkışlanılması gerekirdi. Aslında kendisinin neden dışarıda kaldığını da sorgulaması, kendisine ceza vermesi de lazım gelebilirdi.

Doktor Süha vakit kaybetmeden Sağlık Ocağına gitmek niyetini bildirdi Kaymakam’a. 20 civarındaki yaralılar hemen taşınırdı, hiç olmazsa onlarla ilgilenmeli, imkânları ölçüsünde tedavilerine bakmalıydı.

Kaymakam oradaki ölüler üzerinde kimlik tespiti yapılmasını emretti. Silahların toplanılması, tasnif edilmesi ve depoya kaldırılmasını da Onbaşıdan istedi.

Kaymakam talimatlarını bitirdikten sonra geriye dönerek Doktorla birlikte kasabaya doğru yürürken dudaklarından, doktorunda duyabileceği bir sesle “Buna er meydanı derler, bunda söz olmaz, yandım aman aman” türküsünü mırıldandı. Doktor can kulağı ile dinledi. “Sağ ol Kaymakam Bey, gerçekten buna ihtiyacım vardı”. Dedi Süha. Gerçekten söz olmaz, artık plan ve hareket zamanıydı. Tam zamanında yakaladık. Bereket versin bizden böyle bir hareket beklemiyorlardı, tedbirsiz davrandılar, rastgele serildiler vadinin ortasında, bir tarafları dağ kaçmaları imkânsız, diğer üç tarafı da biz çevirdik, kıpırdamaları mümkün olmadı. Ne yapalım savaştır bu… Düşünceleri ile birlikte sağlık ocağına gelmişlerdi. Sokaklarda ahali slogan atıyorlar, alkışlıyorlardı, fakat Doktor ve Kaymakam oralı olmadılar, bir an önce yaralıların başına varmalıydılar.

Yaralılar teker teker sağlık ocağına getirildiler, kasabadan hasta bakımından anlayan kişilere haberler salındı, iki hemşire ve bir doktor ile yaralıların tımarları bitirilecekti. Bu sırada da on şehit camiye getirilmiş, bir yandan da ağıtlar yakılmaya başlanılmıştı.

Onbaşı toplanan silahları şöyle rapor etti. Yüz tabanca, seksen piyade tüfeği, iki makineli tüfek, el bombaları, yüz tane kasatura, kullanılmamış bol miktarda mermiler. Yüz adet ölü düşman askeri. Kaymakam hükümet merkezine şifreli bir telgrafla olayı özetlemiş ve el konulan silahların listesini de bildirmişti.

Doktorun aklı bir taraftan da, öncü birliği takip eden daha büyük bir birliğin olup olmadığındaydı. Bunu ne yapıp edip komutanla acilen görüşmeli, bir tedbir düşünmeliydiler. Düşman bir daha böyle tedbiri elden bırakmazdı, eğer gelirlerse işleri zordu. Köroğlu dağlarının tepelerinden doğru iki atlı göndererek, öncü birliğin geldiği istikamette gözleme yapmalarını istemişti. Oradan gelen haber şimdilik iyiydi.

Eskişehir ve Ankara birlikleri Sakarya üzerine varmışlar, mevzilenmişler ve meydan muharebesine hazırlık yapmışlardı. Aslında bu da iyi bir haberdi. Düşman kolay hareket edemezdi. Önleri kesilmiş, önünde duran bir ordu vardı. O orduyu geçmeden kasabalarına gelemezlerdi. İçinden “Allah’ım yardım et” şeklinde dua geçirdi. Daha birkaç yıl evvelinde yirmi milyon kilometre kare olan topraklarımız, böyle böyle elden çıkmıştı. Anadolu içlerine sıkıştırılmış, çaresiz kalmıştık. Millet fakirdi, bir yandan da büyük borçların altında iniliyordu. Üretim imkanları yoktu, borç bulma imkanı hiç yoktu, ülkemizi parçalayıp bölüşmek niyetindeki düşmanlar dört taraftan kuşatmışlardı, dünyanın diğer ülkelerinde yaşayan Müslümanların gönderdiği yardımlar, zar zor da olsa ulaşıyordu.. “Allah’ım komutanlarımızın, kurmaylarımızın aklını dinç tut, hata yapmalarına imkân verme, yüz yıllarca senin bayrağını taşıdı milletimiz, boynunu eğme” âmin.

Kuytu köşelerde bir başına kalmış Allah Dostlarının yaptıkları duaları bilir misiniz?

***

Eskişehir Komutanı cephede aldığı telgrafı okuyunca bir tebessüm kapladı yüzünü. “Güzel..” diyebildi. Öyleyse, tahminlerimiz tuttu. Örgüt iyi çalışmış. Çok güzel.. bir savaş sadece ordularla kazanılamaz. Milleti top yekûn savaşa sokmak, ordu ile birlikte olmalarını sağlamak, ordunun planlamaları çerçevesinde halkın yardımını sağlanmak gerekirdi. Genel Kurmay’dan gelen bu emir bu örnekte kendini göstermişti. Yazdığı raporu Genel Komutanlığa ulaştırdı. Raporunda, kasabaya takviye bir birlik gönderilmesi de vardı. Düşman eğer Sakarya’yı aşarsa bir kısmının o kasaba üzerinden Ankara’ya inmesi işten bile değildi. Fakat Genel Komutanlık buna gerek görmemişti. Çünkü Sakarya üzerinde işi bitireceklerine inanılıyordu. Doktor Süha’ya daha dikkatli olmaları ve dağ başlarındaki nöbetlerini daima, savaş bitene kadar devam ettirmelerini bildiren bir emirname gönderildi. Süha, gençleri toplantıya çağırıp, nöbet mahallerininin tespiti, bir tehlikenin görülmesi halinde nasıl haberleşileceği, nöbetçilerin denetimi gibi hususları gözden geçirip karara bağladılar. Hemen ertesi günü alınan kararlar uygulamaya konuldu. Bu sefer Kaymakam’da toplantılarda hazır bulundu, her şeyden haberdar edildi. Böylece devlet işin içindeydi artık. Kaymakam’ın Süha ve Gençler üzerinde sevgisi artmaya başlamış, onlara saygı göstermek zorunda kalmıştı. Bu insanlar karşılıksız, hatta hayatları pahasına vatan savunması yapmışlar ve memleketlerinin Başkent’ini büyük bir beladan kurtarmışlardı. Onlara sonuna kadar güvenebilirdi.

Doktor Süha gündüzleri sağlık ocağında bulunuyor, akşamları ise toplantı için ayrılmış bahçeli büyük evde geçiriyordu. Bazı geceler bir hastalık ihbarında hemen ya hastanın evine kadar, ya da sağlık ocağına giderek yardımcı olmaya çalışıyordu. Hiç yüksünmüyordu, resmi ataması olmamasına karşılık zevkle, ibadet edercesine çalışıyordu.

***

Telgrafçı Yalçın sağlık ocağına gelerek elindeki kâğıdı Süha’ya uzattı. Gözleri parlıyordu, dili tutulmuştu adeta. Telgraf komutan’dan geliyordu. Kısa not şöyleydi: “Düşman, Sakarya’da darmadağın edildi. Artık rahatlayabilirsiniz. Kasabanız ve sizin yiğitliğiniz cephedekilere örnek oldu, herkesin ağzında sizin zaferiniz var. Genel Komutanlık seni çağıracak. Gözlerinden öperim.” Zaman kaybetmeden Kaymakam’a bu haberi vermeliydi, güvenini kazanmışken, artık işler yoluna girmiş, zafer Türk insanın evlerinde, hallerinde yaşanır olmuştu. Her şey yolunda gidiyordu.

Haber alma kaynakları sınırlı olduğundan, gecikmeli olarak kendilerine bilgiler geliyordu. Ankara’da meclis daima toplantı halinde, savaşı idare ediyordu.

Gazi Paşa ordunun başında, milletinin başındaydı.

Memleket sathını saran çeteler birleştirilmiş, vatan müdafaasında birlik olmuşlardı.

Düşmanın Akdeniz’e doğru kaçtığı, İzmir’e yığınak yaptığı haberleri dillerde dolaşıyordu.

***

Kasabada işler yolundaydı, tereklerindeki mallar kısıtlı ve az sayıda olmasına karşılık esnaf dükkânlarını açıyor, nalbantlar, at arabası tamircileri sabahtan işlerinin başına koşturuyorlar, köylü tarlalarında, bahçelerinde ekim, çapa, ilaçlama gibi günlük işlerini yapıyorlardı. Milletin keyfi yerine gelmişti.

O gece yapılan Gençler toplantısında Doktor Süha, “Arkadaşlar, belki de son toplantımızı yapıyoruz. Gelen haberlere göre İzmir’den düşman denize dökülmüştür. Artık bizim savaş, müdafaa benzeri işlerimiz son bulmuştur. Bundan böyle, günlük işlerimize bakacağız, her kes dükkânına, okuluna gidecek. Nasıl ki, savaşta birlik-beraberliğimizi koruyarak düşmana gerekli cevabı ve derslerini verdik, bundan böyle de işimizde aynı hassasiyetle çalışarak gerekli üretimimizi, tamiratımızı yapacağız, hizmetimizi vereceğiz. Bizden istenen bundan böyle budur.

Sizlere bir haber vereceğim. Gazi Mustafa Kemal imzası ile gelen telgrafı okuyacağım.

Doktor ‘Süha Beyefendi; Savaşta göstermiş olduğunuz başarıdan dolayı tüm kasaba halkını kutlar gözlerinden öperim. … Tarihinde Millet Meclisi’nde görüşmek üzere beklerim.’

Gazi Paşa beni kasabamız adına toplantıya çağırıyor. Verilen tarihte gideceğim. İsteklerinizi, temennilerinizi, eleştirilerinizi belirtir bir yazı hazırlarsanız götürür elden teslim ederim.

Unutmayınız ki, yaptığımız iş belki de koca bir milleti kurtarmıştır. Azımsanamaz.

Mücadelemizde şehit olan arkadaşlarımızın ruhuna Fatiha.”

Benzer konuşmaları pek çok yaptığından fazla uzatmaya lüzum yoktu. Gençlerin hemen tamamı ağlamaklı olmuş, içlerinden bir kısmı bırakıvermişti kendisini.

Sevinç gözyaşları, kayıplara gözyaşı birbirine karışmıştı.

2 yorum:

  1. Kemalettin Tulgar:

    BU ÜLKE YARIM KALAN HİKAYELER AŞKINA AYAKTA..DAHA NE KADAR DEVAM EDER ..ALLAH BİLİR....

    YanıtlaSil
  2. Mehmetvelit Yurt:

    hikayede anlatılan kuvay-ı milliye ruhuna,bugün her zamandakinden daha çok ihtiyacımız var.elinize sağlık hocam.

    YanıtlaSil

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...