Başbakan Erdoğan’ın siyasi
propaganda yapmak amacıyla denediği, İstanbul’da bulunduğu sırada, İzmirlilere
yapılan gösterimde, holografik görüntülü bir diskuru yayınlandı. Onun için
siyasi propaganda aracı olan bu uğraşın bizim için farklı çağrışımları oldu.
Anlatacağımız husus Erdoğan’ın holografik propagandasından çıkılarak
kurgulanmıştır.
Gerçekten göründü.
Filimlere çekildi, videoları internette yayınlandı. Konuşması, sesi, görüntüsü
kendisiydi. Evet, evet kendisiydi. Lakin görüntüden ibaretti.
Aslında öyle bir konuşma da
yapılmamıştı, Erdoğan’da orada değildi. Bizler, seyredenler beyinlerinde oluşan
algıyla varmış gibi gördü(ler)k hepsi bu kadar. Olmayan bir varlığı varmış gibi
kabul ettik ve seyrettik, ama görüntü vardı! Ama sesini duyduk! Ama vardı,
gördük, hem de üç boyutlu, yüzlerce kişi gördü, filimleri internette dolaşıp
duruyor. Nasıl olur?
Olur. Oldu. Gördük. Duyduk.
Seyrettik.
Peki, ne oldu?
Olan bir şey yok.
Beynimizde kendimiz yarattık ve öylece algıladık. Tıpkı, dünyayı algıladığımız
gibi. Aslında olmayan ve kendi hikâyemizin (zannımızın) yaratıcı uçlarından
fırlayarak, algı kapısından beyin formatına ulaşan bilgileri var gibi kabul
etmekten maada.
Tıpkı, rüya gibi. Uyanınca
anlarız ki, aslında olan bir şey yok. Görülen resim bizde yaptığı ve
uyandırdığı çağrışımlar üzerine, yaşadığımızı, gördüğümüzü zan ettirmiştir.
Uyanınca anladık ki, rüya imiş.
İşte dünyanın anlatımı.
Herkesin gerçekliği, beyin kıvrımlarında kendi zorlamalarıyla oluşturulan resim
algısından ibarettir. Görüntünün berraklığı veya fluluğu kişinin gayreti ve
harcayacağı emeği kadardır.
İyi oldu Başbakan’ın
hologram görüntüsünün verilmesi. Gerçi dakikası 15 Bin Lira civarındaymış
olsun, bilim, bilgi, fikir o kadar da ucuz olmasın. Ucuz ilim, kolay erişilen
bilgi unutulmaya mahkûmdur. Nasılsa, değer algımız parayla ölçülür oldu. Ederi
ne kadar yüksekse, o kadar değerli.
Kavga da buradan çıkıyor
zaten. Dünyaya değer verip, her bir parçasını ayrı ayrı parasal bir büyüklükle
ifade ediyoruz. Atın, katın, yatın parasal değeri ne kadar büyükse, o kadar
kıymetli bir varlık oluyor gözümüzde. Değer dediğimiz algıyı silip atalım bir
an, ne kavga kalır geriye, ne anlaşmazlık. Dünyayı çöpe atmak değildir
söylediğimiz. Tam da dünyaya değerini vermektir.
Kısa bir süreliğine
geliyoruz dünyaya. Niçin? Aslında ‘süre’ kelimesi anlatabilmek içindir. Beyinde
oluşan tarih algısına istinat eder. Neyse, süre ne olursa olsun. Bu kısa
süreliğine geliş niye? Çözmemiz gereken sorun budur. Yoksa dünya denilen
yıldıza inildikten sonra, çevre ve eğitim sebebiyle beynimizde şekillendirerek
algıladığımız gibi kabul edip, artık kendi istediğimiz gibi bir dünya kurup ve
yine kendi istediğimiz gibi adlandırarak dünyalaştırıyor muyuz? Yani
kurduğumuz, kendimize ait ve içinde yaşadığımız bir yer midir? Dünyada kalma
süresi çok kısa. Bu kısacık hayatta ne yapmalıyız ki, nasıl davranmalıyız ki,
geliş amacı net olarak faş edilsin.
Nerede? Elbette beyinde.
Orijin kütüphane sitesinde
karşılaştığım bir makalede şunlar yazıyordu: “Doğru düşünebilmek zanlardan kurtulmakla mümkündür. Zanlardan
arındıkça hakikati idrak güçlenir. İnsan vehim, zan gibi perdelerden arındıkça
daha önce hiç duymadıklarını işitmeye, hiç anlamadığı ve ilgisini bile çekmeyen
kelamları anlamaya, okumaya, öğrenmeye başlar. İdrak arttıkça kendine
vehmettiği akıldan uzaklaşılır ve Tek Bilincin varlığı algılanmaya başlanır.
Var sanılanlar birer birer sahibine teslim edilir.”
Dünyaya geliş anında
itibaren alınan bilgiler, lazım olduğu gibi değil, işimize geldiği gibi beyinde
yerini alıyor. Anlayabildiğimiz kadarıyla bizim oluyor bilgi. İşimize geldiği
gibi işlenerek içselleştirildiğinden, gözden girerek beyin üzerinde görüntüye
dönüşen bilgiler de, ancak içselleştirilen bilgiler kadarıyla bizim
gerçekliğimiz oluyor. Bu itibarla, gördüklerimiz, ancak bildiklerimiz kadarıyla
mümkün olabilmektedir. Bir an bütün bilgilerimizi bir kenara bıraktığımızı
düşünelim ve dünyaya öyle bakalım. zan,Görüntülerde, algılarda, kabullerde nasıl
değişimler olacaktır? Statülerimizden soyunalım, dünyanın çehresi nasıl
değişecektir? “Eşyanın
hakikatini olduğu gibi göster” ayeti, benlikten, şirkten
sıyrılarak aynaya bakmayı gerektiriyor. Aynadaki görüntünün bizim idrakimizde
olholografik,uşan holografik bir görüntü olduğu gerçeğini yakalamak. Camın ardına sürülen
gümüş zerrelerinde değil sır, insan beyninde ve bu beyinde oluşan hologram.
Dünyaya, olduğu gibi
bakarak, olduğu gibi algılayarak, olduğu gibi anlayarak ki, ümmiyet tabir
edilen hal ile dünya ve dünyaya geliş sırrına vakıf olmak;
İstenen budur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder