10 Mart 2014 Pazartesi

Dünya, Holografik Görüntüden İbarettir


Başbakan Erdoğan’ın siyasi propaganda yapmak amacıyla denediği, İstanbul’da bulunduğu sırada, İzmirlilere yapılan gösterimde, holografik görüntülü bir diskuru yayınlandı. Onun için siyasi propaganda aracı olan bu uğraşın bizim için farklı çağrışımları oldu. Anlatacağımız husus Erdoğan’ın holografik propagandasından çıkılarak kurgulanmıştır.

Gerçekten göründü. Filimlere çekildi, videoları internette yayınlandı. Konuşması, sesi, görüntüsü kendisiydi. Evet, evet kendisiydi. Lakin görüntüden ibaretti.

Aslında öyle bir konuşma da yapılmamıştı, Erdoğan’da orada değildi. Bizler, seyredenler beyinlerinde oluşan algıyla varmış gibi gördü(ler)k hepsi bu kadar. Olmayan bir varlığı varmış gibi kabul ettik ve seyrettik, ama görüntü vardı! Ama sesini duyduk! Ama vardı, gördük, hem de üç boyutlu, yüzlerce kişi gördü, filimleri internette dolaşıp duruyor. Nasıl olur?

Olur. Oldu. Gördük. Duyduk. Seyrettik.

Peki, ne oldu?

Olan bir şey yok. Beynimizde kendimiz yarattık ve öylece algıladık. Tıpkı, dünyayı algıladığımız gibi. Aslında olmayan ve kendi hikâyemizin (zannımızın) yaratıcı uçlarından fırlayarak, algı kapısından beyin formatına ulaşan bilgileri var gibi kabul etmekten maada.

Tıpkı, rüya gibi. Uyanınca anlarız ki, aslında olan bir şey yok. Görülen resim bizde yaptığı ve uyandırdığı çağrışımlar üzerine, yaşadığımızı, gördüğümüzü zan ettirmiştir. Uyanınca anladık ki, rüya imiş.

İşte dünyanın anlatımı. Herkesin gerçekliği, beyin kıvrımlarında kendi zorlamalarıyla oluşturulan resim algısından ibarettir. Görüntünün berraklığı veya fluluğu kişinin gayreti ve harcayacağı emeği kadardır.

İyi oldu Başbakan’ın hologram görüntüsünün verilmesi. Gerçi dakikası 15 Bin Lira civarındaymış olsun, bilim, bilgi, fikir o kadar da ucuz olmasın. Ucuz ilim, kolay erişilen bilgi unutulmaya mahkûmdur. Nasılsa, değer algımız parayla ölçülür oldu. Ederi ne kadar yüksekse, o kadar değerli.

Kavga da buradan çıkıyor zaten. Dünyaya değer verip, her bir parçasını ayrı ayrı parasal bir büyüklükle ifade ediyoruz. Atın, katın, yatın parasal değeri ne kadar büyükse, o kadar kıymetli bir varlık oluyor gözümüzde. Değer dediğimiz algıyı silip atalım bir an, ne kavga kalır geriye, ne anlaşmazlık. Dünyayı çöpe atmak değildir söylediğimiz. Tam da dünyaya değerini vermektir.

Kısa bir süreliğine geliyoruz dünyaya. Niçin? Aslında ‘süre’ kelimesi anlatabilmek içindir. Beyinde oluşan tarih algısına istinat eder. Neyse, süre ne olursa olsun. Bu kısa süreliğine geliş niye? Çözmemiz gereken sorun budur. Yoksa dünya denilen yıldıza inildikten sonra, çevre ve eğitim sebebiyle beynimizde şekillendirerek algıladığımız gibi kabul edip, artık kendi istediğimiz gibi bir dünya kurup ve yine kendi istediğimiz gibi adlandırarak dünyalaştırıyor muyuz? Yani kurduğumuz, kendimize ait ve içinde yaşadığımız bir yer midir? Dünyada kalma süresi çok kısa. Bu kısacık hayatta ne yapmalıyız ki, nasıl davranmalıyız ki, geliş amacı net olarak faş edilsin.

Nerede? Elbette beyinde.

Orijin kütüphane sitesinde karşılaştığım bir makalede şunlar yazıyordu: “Doğru düşünebilmek zanlardan kurtulmakla mümkündür. Zanlardan arındıkça hakikati idrak güçlenir. İnsan vehim, zan gibi perdelerden arındıkça daha önce hiç duymadıklarını işitmeye, hiç anlamadığı ve ilgisini bile çekmeyen kelamları anlamaya, okumaya, öğrenmeye başlar. İdrak arttıkça kendine vehmettiği akıldan uzaklaşılır ve Tek Bilincin varlığı algılanmaya başlanır. Var sanılanlar birer birer sahibine teslim edilir.”

Dünyaya geliş anında itibaren alınan bilgiler, lazım olduğu gibi değil, işimize geldiği gibi beyinde yerini alıyor. Anlayabildiğimiz kadarıyla bizim oluyor bilgi. İşimize geldiği gibi işlenerek içselleştirildiğinden, gözden girerek beyin üzerinde görüntüye dönüşen bilgiler de, ancak içselleştirilen bilgiler kadarıyla bizim gerçekliğimiz oluyor. Bu itibarla, gördüklerimiz, ancak bildiklerimiz kadarıyla mümkün olabilmektedir. Bir an bütün bilgilerimizi bir kenara bıraktığımızı düşünelim ve dünyaya öyle bakalım. zan,Görüntülerde, algılarda, kabullerde nasıl değişimler olacaktır? Statülerimizden soyunalım, dünyanın çehresi nasıl değişecektir? “Eşyanın hakikatini olduğu gibi göster” ayeti, benlikten, şirkten sıyrılarak aynaya bakmayı gerektiriyor. Aynadaki görüntünün bizim idrakimizde olholografik,uşan holografik bir görüntü olduğu gerçeğini yakalamak. Camın ardına sürülen gümüş zerrelerinde değil sır, insan beyninde ve bu beyinde oluşan hologram.

Dünyaya, olduğu gibi bakarak, olduğu gibi algılayarak, olduğu gibi anlayarak ki, ümmiyet tabir edilen hal ile dünya ve dünyaya geliş sırrına vakıf olmak;

İstenen budur.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...