“Tanrı gibi insanı bir kalıba dökmeyi ama bunu Devlet adına yapmayı
amaçlayan Marksist eğitim sistemiyle”(*), günümüz
Türkiye’sinde ‘dindar’
potalarda
eritilerek ve ‘kindar’ kalıplarda
şekillendirilmeye çalışılan eğitim – öğretim sistemimiz arasında bir fark var
mıdır, sorusuna cevap arıyorum. Her iki halde de, insanı baskı altına alarak,
hürriyetinden uzaklaştırmak ve birilerinin (veya yerleşik sistemin) istediği
yönde şekillendirmek söz konusu. Burada cevap verilmesi gereken bir de neden
sorusu vardır. Neden böyle olmasını isterler? Neden insanın hür olarak
yetişmesini istemezler? Hürriyetten neden korkarlar?
Gelecek daima karanlıktır
inanmayan için. Korkunun kaynağı bilinememezliktir. Bilmediğinden korkuyor.
Oysa konuşmalarında en çok kendilerinin bildiğini söylerler, en fazla
övündükleri konudur bildikleri. Yine koca bir soru işareti ve ünlem.
Tam bu noktada Mehmetvelit
Bey sözü aldı:
- “O zaman sorgulama başlar. Dolayısıyla totemlikleri biter”.
Sorgulama. Anlaşıldıktan
sonra sorgulama başlar. Yukarıdaki örnekte anlatılan düşünce yapılarında
anlatma değil, anlatmamak vardır, doğrusu dayatma vardır. “Anlatmak yerine dayatmaya gitmenin
sebeplerinden birincisi, konuşanın yetersizliğidir. Anlatamayanlar, anlatacak
bir şeyi olmayanlar veya anlatma niyetinden yoksun bulunanlar, dayatırlar.
Anlatmanın dayanakları özgüven, iyi niyet, akıl, vicdan, ilim ve nihayet
sevgidir.” (Yaşar Nuri Öztürk, 8 ağustos 2013, Yurt
gazetesi)
Sohbet olgunlaşmıştı. Ahmet
Kamil Gedikli görüşünü bildirdi:
- “Maksat, öğretmeden, aklı kullanmasına fırsat vermeden inandırmaktır.
İtaat edilmesini sağlamanın, kitlelere üniforma giydirerek emir komuta
sistemine dâhil etmenin birinci kuralı budur diye düşünüyorum. İkinci kural da,
üretilen robot askerlerin, tetik çekecek, pala sallayacak kıvama gelmeleri için
uygun sloganları icat etmektir.”
Zulüm diyorsunuz Ahmet Bey.
Düşünme yetisinin elinden alınması insan için zulüm değil midir? İster Marksist
yapı ister bizimkilerin uyguladığı sistem olsun, düşünebilme yetisi elinden
alınmış bir insan esirdir. Verilen emirleri yapmaya ikna edilmiş robot misali.
Şair hassasiyeti ve
inceliği ile görüşünü açıkça belirtti Baki Tosun Bey:
- “Tanrı, şekil, İzan, İrade, Ruh ve His bahşederek yarattığı insana
hitaben gönderdiği ilahi öğretisinde ‘kitabında’ sık sık ve ikazen: -Düşünüp
tefekkür edesiniz! Diye buyururken, tagutlaşmak iddia ve gayretinde olup
kitleleri eğittiğini iddia eden zümre ve sistemler ise; Ezber ve taklit önerip enjekte
etmektedir.
Sonuç olarak kendilerini sorgulamadan kutsayan bir modern köle sınıfı
oluşturmak kendileri açısından çok daha kolay ve elverişlidir… Kaldı ki,
uyutularak eğitildiği öne sürülerek ezilen bu zümre ezenleri kendi eliyle
putlaştırmaktadır, diye düşünüyorum.”
“Dayatmaya gelince; o, hem yapısı hem de amacı bakımından anlatmanın
tam tersidir. Dayatmacı, insanın idrakine hitap etmez, insanı anlamadığı ve
ısınmadığı şeyi kabule zorlar. Bu bazen baskı, bazen de açık zulüm şeklinde
belirir. Esasında, dayatmanın bizzat kendisi bir zulümdür.” (Y.Nuri
Öztürk, aynı makale)
Bizden fikir ve görüşlerini
asla esirgemeyen ve cömertçe sunan Metin Mete Bey şunları söyledi:
- “Aslında bu konu sadece günümüzün sorunu değildir. Bu dinler tarihi
kadar eskidir. Bütün dinleri yozlaştırmanın tek kuralı mevcut; Ruhcu öğreti.
Tüm temel Ruhçu öğretinin istediği klonlanmış beyinler ve bu beyinlere hükmeden
çok küçük bir zümre. İster adına Globalleşme deyin, ister kollektifleşme, ister
ne derseniz deyin, veya dünya devleti. Önce dini Allah’ın elinden alıp
istedikleri kıvama getiren ruhçular ve onların yamakları Emeviler, arkasından
terör estiren bir zümre. İşte gerçekler bunlar, bakın Emevi Arap emperyalizmi
çok çabuk bir şekilde önce İngiliz sonra ABD güdümüne girmiştir. Bizim aklı
evvel koyunlarımız zaten bu duruma çoktan hazırdırlar. Cumhuriyetin başlaması
ile kapatılan tüm tarikat ve tekkeler yer altına çekildi ve öyle istediler ki,
işte sonuç. Ruhçuluk istediği her şeyde kullandığı bir koyun sürüsü mevcut…”
Şu cümleler yine Yaşar Nuri
Hoca’dan, dikkatle okunursa, eğitim sisteminde de yapılanları göz önüne
aldığımızda, eylemlerini incelikle yaptıklarını da fark edeceğiz:
“Türkiye’de dinle devlet, İslam’la laiklik, dindarlıkla çağdaşlık
barışık değildir. 90. Yılını geride bırakan Cumhuriyet’le İslam’ın,
Cumhuriyet’in kurucusu Atatürk’le Müslümanların barış ve kucaklaşması
gerçekleştirilememiştir. Çünkü İslam ve tebliğcisi ile Cumhuriyet ve kurucusu,
halkımıza anlatılmamış, dayatılmıştır. Halkımızın seyretmek zorunda kaldığı
tablo, Muhammed ile Mustafa’nın ahenk ve barışını ortaya koyan bir tablo değil,
didişme ve çelişme halinde olduklarını göstermeye uyarlanmış bir tablodur.”
Israrla üzerinde durulacak
konu insan sermayesidir. İnsanın yetişmesidir. Eğitim sisteminin İnsan’a
ayarlanmasıdır.
İlim, irfan okullarda
öğrenilecektir.
Bu aşamada, ilahiyat
fakültelerinde felsefe derslerinin kaldırıldığı haberi geldi. Bu başka bir yazı
konusu. Lakin önemli olan, eğitim sisteminin halidir. Felsefe, sosyoloji,
psikoloji bilmeyen kişilerden Kur’an’ı Kerim yorumları dinleyeceğiz…
Ne günlere kaldık!...
(*) (Carl
Gustav Jung, Keşfedilmemiş Benlik, çeviren Barış İlhan)
Gazi Çevik :
YanıtlaSilEmeğinize, kaleminize sağlık Mahmut hocam. Maalesef yakın gelecekte Türk’ün iman ve ahlakını darmadağan edecek selefileri çoğaltmak için, şimdiden özgür düşünmenin engellenmesi için İlahiyat Fakültelerinde İslam Ahlak Felsefesi de dahil diğer Felsefe grubu dersleri müfredattan kukla YÖK marifetiyle çıkardılar.
“Kişioğlunu diğer yaratılanlardan üstün kılan aklıdır. Aklı işletmenin yolu özgür düşünmekten geçer. Çünkü özgürlük, özünü bilmenin önündeki engelleri kaldırır. Kişinin kendi olmasına hız kazandırır, olunması gerekenle olduğu arasındaki gerginliğin farkına vardırır. Ahlâk da, bu gerginliği fark ederek olunması gerekene yönelmektir. Bu yöneliş kişinin kendini bilmesini sağlar.
En yüce özgürlük, Tanrı Teala'ya hesapsız teslimiyettir. En büyük onur, O'ndan gayrısına kul olmamaktır. Kula kulluk edenlerle, başkalarını kul köle yapmak isteyenler için, Tanrı'dan gayrısına teslim olmayanların duruşu tehlikelidir. Bu nedenle, bu özgür duruşu ya baskıyla çökertmek ya da dini kendi çıkarlarınca şekillendirip Tanrı idrakini akıl-gönül ilişkisinden ıraklaştıracak hale getirmek için çaba harcarlar.
Kutlu Buyruk üzere; “Kendini bilen Rabbini bilir”. Özüyle barışık olmaya çalışan ve bunu başaranlara ne mutlu.” (Gazi ÇEVİK)
Abdurrahman Biçer: Evet...
YanıtlaSilCarl Gustav doğru söylemiş makalenin girişinde:
"Allah (cc) insanı (yaratmakla) bir kalıba dökmüştür. Ancak bu kalıp; bizim algılayabildiğimiz bir kalıp değildir. İdrakten mahrum olduğumuz bu kalıp; Esfel-i Safiline de Ahsen-i Takvime de seyr-i sefer halinde olan bir kalıp..."
İstenen mertebedeki İnsan; kendinde de mevcut bulunan Ruh ve Maddeyi kıvamında yoğurmasını bilen insandır...
Ruhiyatı anlamadan Maddeyi kavramak mümkün mü?...
"İnna lillahi ve inna ileyhi raciun"
Bu ilahi ikazı sadece "ÖLÜM" anlamında ele alanların vay haline...
Bu ilahi ikaz; aynı zamanda İnsanın nasıl olması gerektiğini anlatmıyor mu?...
Sonuçta Ahsen-i Takvimin; Esfel-i Safiline galip geleceğine olan inancımı muhafaza ediyorum...
Hülya Şahin :
YanıtlaSilMakalenizi okudum. Eğitim sisteminin içinde bulunduğum için, müfredat programlarını ve uygulamalarını bizzat yaşadığım için, eğitim konusundaki DAYATMA fikrinize aynen katılıyorum.
Dayatılan fikirlerle gelişemiş, anlayamamış, sadece tahsil yapıp, diploma almaya yönlendirilmiş, ezberci bir sistemin yetiştirdiği, genel kültürden bile yoksun nesiller.
Türkiye coğrafyasından bihaber , Türk tarihini sadece tarih, sebep ve sonuç olarak ezberlemiş, matematiğin ruhunu anlamamış , dört işlemle problem çözebilen diplomalı öğrenciler.
Düşünme yetisini ve muhakeme becerisini kazanamayan insanlar; fikir sahibi de olamadıkları için notlardan ibaret diplomalarla Avrupa'lı olabileceğini sanan bir nesil.
Medeniyet adına batıdan devşirilen geleneklerimize aykırı bir sürü dayatılmış yenilik, toplumun çekirdeği aile düzenini sarsan yenilikçi (!) yeme, içme, tatil, hayat= tüketim anlayışları.
Birbirinden kopuk aile bireyleri, mutsuz insanlar.
Kindar dindarlar ile inançsız Kemalistler; milli değerleri iteleyen ; Türklükten uzak, değerlerini bilemeyen bir nesil...
Beyaz badana ile geliştiği sanan turizm, kredili hayat ile balondan zenginlik, işini bilen memurlar, çağ atlayan kırolar...
Nerde kalmıştık ?
Eğitim sistemi değil o, öğretilen şartlı refleks sistemi...
Zil çaldı, ders bitti, oyun zamanı ...