30 Eylül 2013 Pazartesi

Raks ve Dizanteri


Vaktiyle, savaş kazanmak, çoğu savaşlarda düşmana dizanteri mikrobunun salınmasıyla başlayan bir zafer gösterisiydi. Sıkıştırılmış düşman! Kuvvetleri, güya bulundukları yerlerde dışkılayacaklar ve bu üretimden mikroplar üreyecektir. Dizanteri. Sari olan bu mikrop, tüm orduyu (veya ahaliyi) dolayıp, zayıf düşürecek, tedavi imkanları da sınırlı olduğundan ordu (millet) teslime zorlanacaktır.

Değişiklik yok şimdilerde de. Olan hep aynı.

Ya mikrop gönderiyorlar yok etmek için, ya da mikrobu içten yetiştiriyorlar yine yok etmek için.

Dizanteri, ilginç bir hastalık. Kendini, kendi üretiminle yok ediyorsun. Ne fark eder? Ha dışkılayıp, ürettiğin mikropla ordunu mahvediyorsun, ha da içinden yetişen devşirilenlerle milletini mahvediyorsun, ne fark eder?

Kaleler, içeriden satın alınanlar olmadıkça fethedilemezler. Kural budur.

Orduna veya milletine kirletilmiş suyu içirirsen, mikrop vücudu sarar ve millet yok olur. Yapılan budur. Sultan II. Kılıçarslan’dan bir örnek şöyledir:

Selçuklular Anadolu’da yaylak, kışlak, avlak ve otlak alanları bularak fethetmek ve geliştirme faaliyetlerini hızla devam ettiriyorlarken, Bizans imparatoru da Balkanlarda devletinin sınırlarını genişletmekle meşguldü.  Türkmenlerin, Bizans’ın sahip olduğu şehirlere saldırması ve eline geçirmeleri üzerine Sultan II.Kılıçarslan’dan, şehirlerinin geri verilmesi için yardım talep ettiler. II. Kılıçarslan bu yardım talebine soğuk baktı. İmparator gücünden o kadar emindi ki, Selçukluya saldırarak tüm şehirleri ele geçirmeyi planladı. İmparatorun kurduğu plan, sultan Kılıçarslan tarafından deşifre edilerek, İmparator ordularının geçeceği yollar ve merkezler tespit edilip ve ordunun geçeceği “arazi, ekinler ve otlar tahrip edildi; çevredeki bütün su kaynakları kirletildi. Bu yüzden Bizans ordusunda çıkan dizanteri yüzünden çok sayıda Bizans askeri öldü. Sultan II.Kılıçarslan, bu arada İmparatora üçüncü kez barış teklifinde bulunmayı da ihmal etmedi. Ancak İmparator kibirli bir şekilde barış görüşmelerini Konya’da yapacağını bildirdi” (Karamıkbeli Savaşının Anadolu Türk Tarihindeki Yeri, Dr. Ebru Altan)

Mikrop salınması eski bir yöntem. Savaşların topyekûn yapıldığı günümüzde de dizanteri mikroplarının milletin içine salınması yöntemi özellikle soğuk savaşın sona erdiği tarihten itibaren başvurulan bir yol. Bunun örneklerini her gün televizyonlarda, gazetelerde görmekteyiz. Mikrobu yaymak için verilen savaş, mikroba maruz halk kesimlerinin korunmasız bırakılması ile köpeksiz köyde değneksiz gezenin hali gibi. Hakk’ı bir an düşünen için mümkün olmayacak düşünce aktarımları, Firavun’u bile yolda bırakacak cevvaliyette devam ediyor. İlkelliktir bu.

Medyumlar ve büyücülerden (üfürükçüler) deva umar bir hale gelen toplum, bir kahve içmek üzere oturduğumuz kahvede fal bakmak için ayağınıza kadar gelen umut tacirlerinin geliştiği, çoğaldığı bir ortamda, zengin olmak heveslerinin yaygınlaştırıldığı ve kolay para kazanma imkânlarının daima reklamlar yoluyla halk içinde kışkırtıldığı günümüzde kolaylıkla insanların kandırıldığı yadsınamaz. Bu durumdaki insana kolaylıkla ulaşmak mümkün olmaktadır. Küçük bir vaat bile kandırmaya yetmektedir. Boyalı ekranlardan seyredilen filmler, sohbetler, emperyalist fikirlere (inançlara) maruz bırakmaktadır savunmasız insanı. Nereye doğru derseniz, ilkelliğe doğru derim. 

“İlkel insanın kendilerini ilgilendiren konulara odaklanma kapasitelerini inkâr etmek mümkün değildir. Eğer biz de bizi ilgilendirmeyen konulara dikkatimizi yoğunlaştırmaya uğraşırsak, ne kadar kısa sürede odaklanma gücümüzün azaldığını görebiliriz. Onlar gibi biz de duygusal dip akıntılarımıza bağımlıyız.” (Carl Gustav Jung, Keşfedilmemiş benlik, çeviren Barış ilhan” Mesela, bizim için sıradan olan ve nasıl olursa olsun ama çözülsün diyerek görüş belirttiğimiz bir hususu 35 yıldır bıkmadan-usanmadan tartışırlar, çözüme yaklaştıkları anda bırakıp soğumasını beklerler ve sırasını yakalayınca, aynı konuyu anında gündeme taşımayı çok iyi becerirler. “Olağanın dışındaki her şeyin onu korkutmasını anlamak kolaydır.” (Jung, aynı eser) Bildikleri, inandıkları düşünce sınırlarını bir türlü aşamazlar, korkularındandır bu durum. ‘Gezi olaylarını’ ve tepkilerini hatırladığımızda, getirdikleri çözümler ve sebepler taa 60 yıl öncesiyle izah etmekten öteye geçmemiştir. Hem de “tıpa tıp” söylemiyle. Oysa olağan dışı olarak görmek yerine, ‘şimdi ne hatalar yapıldı’ şeklinde bir fikir çalışması hakikati göz önüne sermeye kâfi gelecekti.

Dizanteri mikrobundan kurtulmanın yolları bellidir. Aşılar yapılır, etraf temizlenir, kirletilmiş sulardan uzak durulur, mikroba bulaşmış kişiler tecrit edilerek tedavileri yapılır ve mikroba maruz insan ve toplum kurtulur.

İlkellik mikrobuna bulaşmış toplumun tedavisi nasıl olacaktır? Bu kadar kolay mıdır?

Zahmetsizce ulaşılan makamlar, kolayca varılan zenginlikler, hırs ve tamahın kör ettiği gözler, kıskançlık, haset ve kinin daralttığı beyinler, sevgisizlik, düşmanlık ve tembelliğin alabildiğine prim yaptığı 21. Yüzyıl gaflet günleri.

“Günümüzün materyalistik görüşleri arkaik (*) düşüncede de görebileceğimiz bir eğilime sahiptirler. İkisi de bireyin sadece bir sonuç olduğu noktasına varırlar; birinci görüşe göre insan doğal nedenlerin sonucudur, ikinci görüşe göre ise tesadüfi olayların. Her iki hesapta da, insan bireyliği kendi hakkına sahip bir şey değildir, nesnel dünyada bulunan güçlerin tesadüfi bir ürünüdür. Bu düşünce, insanın asla eşsiz ve kendine özgü kabul edilmediği, her zaman yerine bir yenisinin konabileceği, kolay vazgeçilebilinir bir şey olarak düşünen arkaik dünya kavramı kanalıyla gelmiştir. Nedenselliğin dar perspektifi nedeniyle, modern materyalizm arkaik insanın bakış açısına geri dönmüştür.” (Jung, aynı eser.)

Bütün yazılarımızın ortak konusu ‘İnsan’dır. İnsan yetiştirilemez, ‘yetişir’. İnsanın yetişmesi temiz ortamlarda, gümrah topraklarda olur. Bunun için devletin görevi ortamı temiz tutmak, çevreyi mikroplardan arındırmak olmalıdır.

Yazımızın başlığında bir de ‘raks’ kelimesi vardır. Devlet zenginlik demektir. Devlet idarecilerine yakın duranların, kendi taraflarına zenginlik aktarımı için yaptıkları oyunların tamamı raks kelimesi ile anlatılabilir. Onların ne büyük dansöz oldukları, büyüleyici rakslarını seyretmeye doyamayan devlet idarecilerinin gözlerini kapamalarından belli değil mi?

Son paragrafı okuyup da hemen onaylayacak yiğitlere de bir çift sözümüz var. Yarın iktidar koltuklarını doldurduğunuzda bu paragrafı sakın unutmayınız.

Büyücünün dansı, daima olduğu gibi sizin de gözünüzü kapatabilir.

(*) “Arkaik sözcüğü en eski, ilk -orijinal- demektir.”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...