Adnan İslamoğulları’nın
yazısından öğrendim ben. Aliya İzzetbegoviç söylemiş:
“Elimde olsa bütün İslâm
ülkelerinde ortaokullardan başlamak üzere sorgulayıcı mantık dersi koyardım”.
Son devrin başbuğu sıfatını
boşa verilmedi kendilerine. Mekânı cennet olsun.
Doğrusu, bendeniz bu
cümleyi gerçekten daha önce okuduğumu hatırlamıyorum, bu sebeple
İslamoğulları’na teşekkür ediyorum. Hayati bir mana, geleceğimizi nasıl
kuracağımızın bir cümlede özetlendiği muhteşem bir anlatış…
İslamoğulları yazısında,
Diyanet işleri Başkanı Mehmet Görmez’in bir toplantıda sorduğu: “Bizi iyiye, doğruya, güzele, hakikate
erdirmek için emredildiği, bizlerin de bu amaçla yaptığı, ibadetler neden İslâm
dünyasında kanın, gözyaşının akmasına engel olamıyor?”
anlamındaki soruyu da alır yazısına. Bendeniz de oradan öğreniyorum. Bu soruyu
sormuş Görmez.
Sonra, adan İslamoğulları
kaleminin kıvraklığı, edebi incelik ve kültür birikiminin verdiği güçle
yazısına devam eder ve “ibadetlerin
neden İslam dünyasında kanın, gözyaşının akmasına engel olamadığı” sorusunun
ne gibi karşılığının olduğunu arar, cevabını müphem bıraksa da. Bizim konumuz
birazcık farklıdır. Aynı yoldan yürümekle birlikte sorularımız farklı olacak.
Şöyle ki;
Bir kere Sayın Diyanet İşleri
Başkanı’nın sorduğu sorunun hiçbir manası, hiçbir önemi, hiçbir tesiri yoktur.
Bu soru olsa olsa, benim gibi bir cahil tarafından kahvehane sohbetlerinde
sorulabilir. Anlamsızdır, Prof. Makamında böyle bir soru sorulursa çünkü
cevabının da kendisi vermesi istenir. Yani, müsebbibi kendisidir denir. Yıllar
yılı, üniversite de, sonra da Diyanet İşleri Başkanlığı’nda görev yapmış son
olarak Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı iken Başkanlığa tırmanmış bu kişinin
böyle bir soru sorma hakkı bulunmamaktadır. Bilmediği bir soru mudur? Hayır.
Tam da bilerek ve isteyerek kendilerinin getirdiği bir durumdur.
İlim adamının sorumluluğu, “ben
bilmiyordum” deme hakkını kendisine vermez. Sayın Başkan
bilmiyor mu ki, soru cümlesindeki ‘ibadet’
kelimesi, yıllar boyu milletimiz insanlarına anlattıkları
‘İbadet’ değildir. Biliyorlar, gâvur gibi biliyorlar da
söylemiyorlar. Tüm davranışları, tüm anlatıları halkı kandırmaya, siyasi olarak
kazanç sağlamaya yöneliktir. Onların ağzında İslamiyet, namaz kılmaktan ibaret.
Dikkat diyorum kılmak. Ne Namaz’dan haberli millet ne de Salat’tan!
Duyurdukları sadece, milletin aklını bir noktaya teksif edip, başka şeyler
düşünmesini engellemeye yönelik, bu durum hem Diyanet’in hem de İlahiyat
Fakültelerinin içinde bulunduğu yanlışlığı anlatıyor. Ne namazın hakikatine, ne
de ibadetin gerçeğine dair hiç mi ama hiçbir şey anlatmıyor, öğretmiyorlar. Varsa
da yoksa da insanları kandırmak için yalan yanlış ibadet şekilleri anlatılıyor
ve bu konuda ısrar ediliyor. Sanki onların ağzındaki namaz, tek Müslümanlık
şartı. Yalan söylememek, tartıya hatayı karıştırmamak, ilim tahsil etmek,
küçüğe sevgi, büyüğe saygı, açı doyurmak, yolcuya yardım etmek, hayvanı
korumak, çevreyi temizlemek, ağacı çoğaltmak… Bunlar hayattan çıkartılmış, ilmi
gelişme unutulmuş, tefekkür küfür seviyesine indirilmiş… İşte diyanetin ve
İlahiyatların içindeki durum. Niye İlahiyatları işin içine kattığımı
sorarsanız, Diyanet İşleri’nin yetkililerinin İlahiyatçılar olduğunu söylerim.
Aliya İzzetbegoviç “İslam Deklarasyonunu” yazan
adam. “Müslüman halkların ve
Müslümanların İslamlaşmasına dair program”
hazırlayan bir büyük ruh. Son nefesinde “beni şehitlerimin arasına gömün” vasiyetini bırakan
ululardan bir ulu Begoviç. Bizim Diyanetimiz ve İlahiyatçılarımızın anlamada
zorluk çektiği bir büyük zat. Bizimkilerin ne inançları ne de kabulleri asla
ona yaklaşamaz. Zahiri bilgilerini satmakla meşguller. Diyanet İşleri
Başkanımız Profesör’de çok benzer bir söz söylemiş, bizi tasdik edercesine. Bir
probleme parmak basıyor fakat asla çözüm sunmuyor. Oysa Begoviç ne diyor: “Sorgulayıcı mantık dersi koyardım”..
Bizimkiler mantık, felsefe, sosyoloji derslerini fakültelerden kovarlarken,
Begoviç Müslümanların İslamlaşması için kafa yoran adam. Bizimkiler haza
Müslüman! Aradaki fark bu kadar.
Büyük olmak için, isminin
başında bir takım sıfatların olmasına lüzum yok. Tam aksi o sıfatlardan
kurtulunduğu sürece büyüme başlar.
Ötesi kibirdir.
Abdurrahman Biçer :
YanıtlaSilBernard Lewis gibi bir Hıristiyan yazar; ""Nerede Hata Yaptılar - Batının Etkisi/Orta Doğunun Tepkisi"" isimli kitabında bakın ne yazıyor?...
""...Şu noktaya sıklıkla vurgu yapılıyor-eğer İslam özgürlüğün, bilimin ve ekonomik kalkınmanın karşısında bir engel ise, Müslüman toplum nasıl oluyor da geçmişte her üçünde de bir öncüydü ve bu Müslümanların inançlarının kaynağına şimdi olduklarından daha yakın olduklarındaydı? Bazıları bu soruyu başka bir biçimde sordular- “İslam Müslümanlara ne yaptı?” değil ama “Müslümanlar İslam’a ne yaptı?” ve suçu spesifik öğreticiler, doktrinler ve gruplar üzerine atarak cevap verdiler...""
Burada Diyanet İşleri Başkanı için bir çıkartım var mı?... Yok mu?...
Abdurrahman Biçer :
YanıtlaSilİslam; Özgür olan İnsanın dinidir...
İslam; İnsana özgür olmayı emrediyor...
Çünkü...
Rabbin (cc) huzurunda Devlet Başkanı ile bir Hamalın bir birine karşı bir üstünlüğü, farklılığı yoktur...
• Ali Sertelli :
YanıtlaSil•
• Harika ifadelerle harika bir konu... Yüreği yetmeyenlerin, dini ruhundan ve manasından uzaklaştırma gayreti gösterip yaşadıklarını din olarak sunma gayretinde olanların suratlarına bir şamar olmuş.Kaleminize kuvvet, yüreğinize sağlık... Teşekkürler hocam.
Yasar Uslu :
SilYa ali NATo bombardimani olmasa bu adami kim tanirdiki....