Aslında “değişim”
kelimesinin yanlış veya eksik çağrışımları da var.
“Değişim” derken biz; zaten
değişmiş olana intibaktan bahsediyoruz. Yani gecikilmiş bir aynileşme,
gecikilmiş bir ulaşma durumu. Anlamak istemediğimiz ise şudur, biz değişmeye
razı olana kadar, yeni bir değişme ihtiyacı hâsıl olmuştur bile.
Politikacının ağzındaki
değişimden bahsetmiyoruz. Hakikattir bizim işimiz. Ne kendimizi beğendirmek
gibi bir çabamız, ne de anlaşılamamak gibi bir derdimiz vardır. Sözümüz,
anlatılarımız sadece ilgilisi, sahibi içindir. Eleştiri ve itirazlar yol
gösterici görevini yapar, saygımız vardır, dikkate alırız, gerekli yerleri
düzeltir, değiştiririz.
Son 12 yılın putlaştırılmış
sloganı değişim. Bir taraf ille de ‘değişim’
derken, diğer taraf ‘değişme’meyi maharet sayarak hayatına devam ediyor. Yalnız
bir yanlışlık var gibi. İlle de ‘değişim’ diyenler, iktidarlarını sürdürmenin
bir yolu olarak görüyorlar değişimi. Gerçekte, değişim dedikleri, 1923 öncesine
dönmekten ibaret, Cumhuriyetin kazandırdıklarını, tepetaklak etmek. Onların
hali beni ilgilendirmiyor. Söylenilen kelimeye, verilen mesaja dikkat ediyorum
ben, putlaştırmadan, hakikatine idrakle.
Okuduğum bir yazının son
cümleleri şöyleydi:
“Hayatımıza birden bire giren, değişim ve yenilenme telkin eden seslere kulak
kesilebiliyor muyuz?... Yoksa kolayımıza gelen alışılmış düşünce, idrak ve
bilgilerle yola devam etmekten yana mıyız?” sorun
buradadır. ‘Alışılmış düşünce, idrak ve bilgiler’i, adeta def ederek, ilmin,
idrakin, ihata edenin kucağına teslimiyet. Böylece, her yeninin, her idrak
cümlesinin, her sözün, her duyuşun… Sahibini, kaynağını teşhis edecek ve
tespitimizle, inancımızla harikalar yaşayacağız. Aksi halde, eski hayat ve
alışılmış inançlarımızla baş başa kalıp sefaletin içinde debelenip duracağız,
zannederek.
“Fikirlerimiz ne yazık ki, genel durumdaki değişimlerin gerisinde
kalmak eğilimindeler. Başka türlü de olamazdı, çünkü dünyada hiçbir şey
değişmediği sürece, düşüncelerimiz de üç aşağı, beş yukarı buna uyum sağlamışlar
ve başarıyla işlev görüyorlar.” (C.
G. Jung, Keşfedilmemiş Benlik, çeviren Barış İlhan)
İçinde yaşanılan ‘an’, bir
önceki ‘an’ın aynı değildir. ‘An’ yaşanmış geçmiş ve yeni ‘an’ onun yerindedir.
Asıl kavranılması gereken durum ‘AN’ dır. Her ‘an’, bir sonraki ‘an’ ile
bağımsız ve önceki ‘an’ ile ilintisizdir. Her ‘an’, sonraki ‘an’ ile değişime
uğramış ve asla aynı olmayan ve bir daha yaşanmayacak, yaşanılmayacak bir
değerdir. TEK’tir. Bir benzeri daha yoktur. Tıpkı, dünyaya gelip yaşayan
insanlar gibi. Her insan TEK’tir. Bir benzeri yoktur. (Bizlerin benzetmesi,
benzediğini göstermez, benzeten biziz, eksik bilgiyle, tıpkı parmak izi gibi..)
‘Tek’ ve ‘An’ kelimeleri
bizi dünyaya getiriyor (düşündürüyor).
‘Dünya’; ‘Fark edilecek’, ‘idrak edilecek’ mekân. Fark mekânı, idrak mekânı,
fark âlemi. Farklılığın, fark edileceği âlem.
Fark edilmesi için ipuçları
verilir. İpuçlarını takip ederek bilmeceyi çözecek sensin ve soru ve cevap
arasında yalnızsın. Yalnızlık, dünya âleminde bir oyun. Asla yalnız olmadığını anlamak
için kurulmuş bir tuzak. Cevabı, sorunun içinde gizli sorular gibi. Ya,
varsındır, ya da yoksun. Ya, yalnızsındır, ya da O’nunla. Başka izahı da yok.
Soru şurada düğümlenir. İdrak edemeyen de O’nunla değil mi? Zaten anlaşılması
istenen de budur. Bilerek ve isteyerek tanımlamasını iyi anlamak gerek. Kimi
bile-isteye, kimi zorla. Can’ın teslimindeki durum da böyledir. İstesen de,
istemesen de yolculuk yapılacaktır. Gönüllü giden, zaten yolculuk
hazırlıklarına çok önceden başlamıştır! Ve O’nun mihmandarı Ululardan bir
Ulu’dur.
İpucu demiştik. Nerede ve
nasıl verilmektedir ipucu? Allah’ın sonsuz kelimelerinden bir kelamı olan, akıl
sahiplerine hitabı olan Kur’an’ı Kerim’dir. İnsanlık daimi olarak değişimin
sancısını yaşar. Değişim Kur’an’ın bildirdikleriyle anlaşılır ve yaşanırsa,
Allah’ı tanımak ve bilmek mümkün olacak ki, bu hal ise iletişim O’nunla
kurulacaktır. Bunun için ‘kendini bilmek’ ilk şarttır. Kendini bilmek ne
demektir? Esma özelliklerinin insanda ortaya çıkışıdır. Gören, duyan, konuşan..
O. Her birerleri esmasıdır. Esmasındandır.
Gâhî
Mâlik gâhî âteş gâhî zakkum gâh cahîm
Gâhî
hûrî gâhî gılmân gâhî rıdvân olurum
Gâhî
zerre gâh güneş gâhî kamer gâhî nucûm
Gâhî
arz u gâh semâ gâh Arş-ı Rahman olurum.
Bunca
suretler libâsın gâh birbir giyerim,
Gâh
soyunup cümlesinden şöyle üryân olurum.
Şimdi
kesrette olan Âdem Niyâzî söylenir.
Âlem-i
vahdet içinde sırr-ı Yezdân olurum.
Niyâzî Mısrî Hazretlerinin
beyitleri dikkatli okunursa, nasıl değişim olduğu, değişimin sürekliliği,
değişmenin yükselme, ilerleme ve daimi olduğu anlaşılır. Halden hale geçişler
de bir değişimin ifadesidir.
“El Bâis: Sürekli yeni yaşam boyutlarına dönüştüren! ‘Her an yeni bir
şen’de’ oluşun mekanizması olarak sürekli yeni bir hâl yaşatan.”
Aslında bu noktada,
izafiyet teorisinden de bahis gerek. Zaman, zamanın geçişi, herkese göre farklı
geçen zaman konularından da bahis iyi olurdu. Okuyucunun bu konu üzerinde
araştırma ve fikir etme antrenmanları yapması yerinde olur. Çünkü zamanın yavaş
ve hızlı geçiş zannı herkese göre, herkesin içinde bulunduğu his ve psikolojik
duruma göre farklılık arz edecektir ki, bu durum değişimin iyice anlaşılması
için önemlidir.
“İşte bu böyledir… Bir topluluk nefslerindekini değiştirmedikçe, Allâh
onlara (hakikatlerinden) olan nimetini değiştirmez! Allâh Semi’dir, Aliym’dir.”
(Enfal/53)
Bütün mesele insanın
‘değişim’ manyetolarına dikkat kesilip, itiraz etmeden kabule girip, kendini
ona (lara) intibak ettirmesidir, itiraz etmeden! Hepsi bu.
Zaten emir de bu değil mi:
Sen değiştirmeden, Allah
değiştirmez.
Abdurrahman Biçer :
YanıtlaSilGüzel bir konu: DEĞİŞİMİ anlamak...
Ancak Değişimin de Zaman gibi İZAFİ olduğunu gözden ırak etmemek lazım...
"Yeni Dünya Düzeni" diye ortaya atılan bir KURGU DURUMU ele alalım ve bulunduğumuz coğrafyada siyasal, sosyal ve ekonomik anlamda kendimizi değişime tabi tutalım. Burada şu soruyu cevaplamak gerekiyor: Bu nasıl olacak?...
İşte bu soruya muhatap olan DEĞİŞİM meselesidir Putlaştırılan...
Halbuki Allah (cc) Enfal/53 te ""İnandıktan sonra kulunun inandığını terk etmedikçe nimetini değiştirmeyeceğini"" söylüyor...
İnsanın ve İnsan Topluluklarının içinde bulundukları halleri geliştirmeleri, o halleri iyileştirmeleri bir DEĞİŞİM değildir...
Global Dünya ya da Yeni Dünya Düzeni; kendisini egemen güç olarak tanımlayan birileri tarafından tüm dünya toplumlarına bir DAYATMADAN ibaret olduğuna göre DEĞİŞİM bunun neresinde?...
Bana göre DEĞİŞİM: İnsanın kör karanlıktan AYDINLIĞA ulaşmasıdır...