Ahmet Bican Ercilasun Hoca
11 Ağustos tarihli haftalık gazete yazısına ‘zulmün kaynakları’ başlığını
vermiş ve son aylarda yazılan makalelerin şahını ortaya koymuştu, ‘Şah makale’
dense yeridir. Makalenin ilk paragrafını olduğu buraya alıyorum: “zulmün ilk ve esas kaynağı zalimin
kendisidir. Zalim, zulme istidatlı olduğu için, nefsi zulmetmek duygusuyla dolu
olduğu için zalimdir. Kibrini, tahakküm duygusunu göstermek için zalimdir. ‘en
büyük de benim, en karizmatik olan da benim, en kabadayısı da benim’
böbürlenmelerinde ifadesini bulan nefsani arzularını tatmin etmek için
zalimdir. İnandığını sandığı yaratıcıdan sık sık bahsetse de, mensup olduğunu
sandığı dine sık sık atıflarda bulunsa da nefsindeki şeytani azap ve işkence
duygularına gem vuramadığı için zalimdir. Meydanlarda, salonlarda, balkonlarda
zaman zaman sesine yumuşaklık ve kendine göre bir tatlılık verip herkesi
kucakladığını söyleyerek konuşsa da beynindeki karanlık labirentlerden kurtulamadığı
için zalimdir. İnandığını düşündüğü ideolojinin fanatik bir yobazı olduğu için
zalimdir.” Zamanımıza uygun daha kapsamlı bir tarif
bulamadığım için, zalimin ve zulmün tarifini hocadan aldım. Dört dörtlük bir tanımlama.
Karanlık bir tip(ler)in tanı
mıdır yukarıdaki paragraf. “Tahakküm
duygusu, böbürlenme, nefsani arzuları, nefsindeki şeytani azap”..
bu özellikleri taşıyan bir kişinin yaptıkları ettikleri şeytandan neşet eder.
Kaynağı şeytan olduğu içinde karşı çıkılması ve savaşılması gerekir. Çünkü
sayılan durumlar bir hastalıktır ki, sâridir. Tüm memleketi ve hatta civar
ülkeleri de sarması muhtemeldir. İşte bu sebeple ‘zalim’in yaptıklarına karşı
durulması ve hatta ibadet edercesine karşı durulması gerektiğini düşünmekteyiz.
Zalimin iktidarı derekesine
düşmek, zulmün desteklenmesidir aynı zamanda. Destek olmasaydı, demokratik
sistemde iktidarı mümkün müydü? Öyleyse, zalimi destekleyenlere karşı da bir
mücadele söz konusu olmalıdır. Hem zalim ve hem de destekleyicilerine karşı
mücadele yumuşaklık, sevgi ve hamiyet zırhı içinde yapılacaktır. Aksi, düşmanın
güçlenmesine yarayacaktır. Görüldüğü gibi mücadelenin hiçbir noktasında kılıç
değil, kalem ve fikir söz konusudur, kılıç hakkını devlet kararlaştırır,
sırasında savaşmak ve Zülfikar kullanmak vazifesi kaçınılmazdır. Doğrular ve
iyilikler temel dayanağımızdır. Bizden iyiliklerimizi söylemelerine çalışmalı,
dürüstlüğümüzün dillendirilmesine yönelik faaliyetlerde bulunmalıyız. Şeytan ve
kötülüğü sınırımızdan içeri girememelidir.
“Aynı cinsten sebepler, aynı cinsten neticeleri doğurur. İsa’nın tokat
hikâyesi değil bu, ölümden, zulümden korkmamaktır.
Zulmün kılıcını, hamiyetin ateşinde eritmektir, Namık Kemal’in
tabiriyle. Non-Violence bir kaçış değil, bir kovalayıştır. Zulmü utandırarak
yok etmektir. Zulüm zulümle değil, ancak feragatla yok edilebilir. Esasında
insan korktuğu için korkutur, zulme uğramamak için zulmeder.” (Cemil Meriç, Sosyoloji
Notları). Zor görevi yüklüyor Meriç omuzlarımıza. ‘Zulmü utandırarak yok
etmek’. Zalime misliyle karşılık vererek, zulümle susturmak bize göre değildir
demek. Ki, zalim esasında korktuğu için korkutmakta ve zulüm yapmaktadır. Zaten
korkan birisi için yeniden korkutmanın da anlamı yoktur.
“Müslüman Türk savaşma gücü ile kabiliyetini hep islam’dan almıştır.
İkisi el ele yürümüş süreçlerdir. İslâm’ın, savaşmaya dolayısıyla da yaşamağa
esin ve güç kaynağı oluşturması, bir ahlak olayıdır. Kur’an’dan kaynaklanan
ahlak gücüyle ‘özüm’ü ve ‘Dârul İslam’ı koruyup kollama çabasında bulunurum.
Özümü ve Dârul islam’ı koruyup kollama mücadelesi mesrûu müdafadır. Sırf talan
maksadıyla elin günün malına mülküne, ırzına canına, yerine yurduna tamah ve
tecavüz etmek elbette Allah yolunda gazâ etmek değildir. Tam tersine zulümdür.
Taktik icabı yer yer ve zaman zaman hücuma geçilecekse bile, aslında ‘gazâ’,
‘meşrûu müdafaa’dan başka bir şey olamaz. ‘Meşrûu müdafaa’, ‘haddi bilmektir’.
‘Haddini bilmek’se, ‘edeb’tir. ‘Haddini aşmak’ da ‘kibir’dir. İşte ‘ahlaklı
yaşamak’, ‘edep’ ile ‘kibir’ uçları –‘ifrât’ ile ‘tefrit’- arasında cereyan
eder. Bu uçlardan ‘edep’, ‘hayata örnek’, ‘kibir’ ise, ‘ibret’tir.”
(Prof. Dr. Şaban Teoman Duralı, Toplum-devlet ülküsü olarak Tarihte Türklüğün
oluşması)
Cemil Meriç, Duralı ve
Bican Hocaların paragraflarından hareketle, muazzam ahlak bildiriminin
uygulamasının bizlerden istendiği, zalimin bile zulmüne, zulümle değil, ahlak
kuralları (adalet) içinde kalınarak mukabele edileceği sonucuna varmaktayız.
Bunun için ise, kâmil iman ile Allâh’a iman, bizleri doğruya ulaştıracaktır.
Tanrı edindiğimiz putları kırarak, Allâh imanı ile…
“Esmâ’sıyla hakikatın olan Allâh’a şirk koşma! Kesinlikle şirk çok büyük
bir zulümdür!” (Lukman/13)
Unutulmamalıdır ki;
“Adillerin doğruluk ve
iyiliği, zalimlerin zulmü söylenir.”
Türkmen Şah :
YanıtlaSilZalime zalimliğini bildirme çoğu zaman zor ile olur. Zalim zalimliğinin bedelini öderken insanlaşırken , aslında mazlumda burada zalime karşı dik durmayı öğretmeye başlar..İşte Anadolu da Pir Sultan örneği ondan sıkça verilir..Pir Sultan olmalıyız. BU gün Pir Sultanlara daha fazla ihtiyaç var. Bu gününü en iyi insanı Pir Sultan kişiliğine sahip olandır..O kadar çok zalimden tokat yedik ve hakaret işittik ki, ne çevirecek yüzümüz kaldı nede susmaya tahammülümüz artık
Mehmet Kınacı:
YanıtlaSilİmam-ı azam fikirleriyle yaşıyor....Ancak onu zindana atan "korkak"ı şimdi kimse bilmiyıor....Hatta,tarih böyle bir KORKAK HÜKÜMDAR tanıdı mı?Onu bile hatırlayan yoktur...Ah...Ah...İnandığıma iman eder olsaydım....Ah....