2 Eylül 2013 Pazartesi

Zalim, Zulüm ve Ülkü


Ahmet Bican Ercilasun Hoca 11 Ağustos tarihli haftalık gazete yazısına ‘zulmün kaynakları’ başlığını vermiş ve son aylarda yazılan makalelerin şahını ortaya koymuştu, ‘Şah makale’ dense yeridir. Makalenin ilk paragrafını olduğu buraya alıyorum: “zulmün ilk ve esas kaynağı zalimin kendisidir. Zalim, zulme istidatlı olduğu için, nefsi zulmetmek duygusuyla dolu olduğu için zalimdir. Kibrini, tahakküm duygusunu göstermek için zalimdir. ‘en büyük de benim, en karizmatik olan da benim, en kabadayısı da benim’ böbürlenmelerinde ifadesini bulan nefsani arzularını tatmin etmek için zalimdir. İnandığını sandığı yaratıcıdan sık sık bahsetse de, mensup olduğunu sandığı dine sık sık atıflarda bulunsa da nefsindeki şeytani azap ve işkence duygularına gem vuramadığı için zalimdir. Meydanlarda, salonlarda, balkonlarda zaman zaman sesine yumuşaklık ve kendine göre bir tatlılık verip herkesi kucakladığını söyleyerek konuşsa da beynindeki karanlık labirentlerden kurtulamadığı için zalimdir. İnandığını düşündüğü ideolojinin fanatik bir yobazı olduğu için zalimdir.” Zamanımıza uygun daha kapsamlı bir tarif bulamadığım için, zalimin ve zulmün tarifini hocadan aldım. Dört dörtlük bir tanımlama.

Karanlık bir tip(ler)in tanı mıdır yukarıdaki paragraf. “Tahakküm duygusu, böbürlenme, nefsani arzuları, nefsindeki şeytani azap”.. bu özellikleri taşıyan bir kişinin yaptıkları ettikleri şeytandan neşet eder. Kaynağı şeytan olduğu içinde karşı çıkılması ve savaşılması gerekir. Çünkü sayılan durumlar bir hastalıktır ki, sâridir. Tüm memleketi ve hatta civar ülkeleri de sarması muhtemeldir. İşte bu sebeple ‘zalim’in yaptıklarına karşı durulması ve hatta ibadet edercesine karşı durulması gerektiğini düşünmekteyiz.

Zalimin iktidarı derekesine düşmek, zulmün desteklenmesidir aynı zamanda. Destek olmasaydı, demokratik sistemde iktidarı mümkün müydü? Öyleyse, zalimi destekleyenlere karşı da bir mücadele söz konusu olmalıdır. Hem zalim ve hem de destekleyicilerine karşı mücadele yumuşaklık, sevgi ve hamiyet zırhı içinde yapılacaktır. Aksi, düşmanın güçlenmesine yarayacaktır. Görüldüğü gibi mücadelenin hiçbir noktasında kılıç değil, kalem ve fikir söz konusudur, kılıç hakkını devlet kararlaştırır, sırasında savaşmak ve Zülfikar kullanmak vazifesi kaçınılmazdır. Doğrular ve iyilikler temel dayanağımızdır. Bizden iyiliklerimizi söylemelerine çalışmalı, dürüstlüğümüzün dillendirilmesine yönelik faaliyetlerde bulunmalıyız. Şeytan ve kötülüğü sınırımızdan içeri girememelidir.

“Aynı cinsten sebepler, aynı cinsten neticeleri doğurur. İsa’nın tokat hikâyesi değil bu, ölümden, zulümden korkmamaktır.

Zulmün kılıcını, hamiyetin ateşinde eritmektir, Namık Kemal’in tabiriyle. Non-Violence bir kaçış değil, bir kovalayıştır. Zulmü utandırarak yok etmektir. Zulüm zulümle değil, ancak feragatla yok edilebilir. Esasında insan korktuğu için korkutur, zulme uğramamak için zulmeder.”  (Cemil Meriç, Sosyoloji Notları). Zor görevi yüklüyor Meriç omuzlarımıza. ‘Zulmü utandırarak yok etmek’. Zalime misliyle karşılık vererek, zulümle susturmak bize göre değildir demek. Ki, zalim esasında korktuğu için korkutmakta ve zulüm yapmaktadır. Zaten korkan birisi için yeniden korkutmanın da anlamı yoktur.

“Müslüman Türk savaşma gücü ile kabiliyetini hep islam’dan almıştır. İkisi el ele yürümüş süreçlerdir. İslâm’ın, savaşmaya dolayısıyla da yaşamağa esin ve güç kaynağı oluşturması, bir ahlak olayıdır. Kur’an’dan kaynaklanan ahlak gücüyle ‘özüm’ü ve ‘Dârul İslam’ı koruyup kollama çabasında bulunurum. Özümü ve Dârul islam’ı koruyup kollama mücadelesi mesrûu müdafadır. Sırf talan maksadıyla elin günün malına mülküne, ırzına canına, yerine yurduna tamah ve tecavüz etmek elbette Allah yolunda gazâ etmek değildir. Tam tersine zulümdür. Taktik icabı yer yer ve zaman zaman hücuma geçilecekse bile, aslında ‘gazâ’, ‘meşrûu müdafaa’dan başka bir şey olamaz. ‘Meşrûu müdafaa’, ‘haddi bilmektir’. ‘Haddini bilmek’se, ‘edeb’tir. ‘Haddini aşmak’ da ‘kibir’dir. İşte ‘ahlaklı yaşamak’, ‘edep’ ile ‘kibir’ uçları –‘ifrât’ ile ‘tefrit’- arasında cereyan eder. Bu uçlardan ‘edep’, ‘hayata örnek’, ‘kibir’ ise, ‘ibret’tir.” (Prof. Dr. Şaban Teoman Duralı, Toplum-devlet ülküsü olarak Tarihte Türklüğün oluşması)

Cemil Meriç, Duralı ve Bican Hocaların paragraflarından hareketle, muazzam ahlak bildiriminin uygulamasının bizlerden istendiği, zalimin bile zulmüne, zulümle değil, ahlak kuralları (adalet) içinde kalınarak mukabele edileceği sonucuna varmaktayız. Bunun için ise, kâmil iman ile Allâh’a iman, bizleri doğruya ulaştıracaktır. Tanrı edindiğimiz putları kırarak, Allâh imanı ile…

“Esmâ’sıyla hakikatın olan Allâh’a şirk koşma! Kesinlikle şirk çok büyük bir zulümdür!” (Lukman/13)

Unutulmamalıdır ki;

“Adillerin doğruluk ve iyiliği, zalimlerin zulmü söylenir.”


2 yorum:

  1. Türkmen Şah :

    Zalime zalimliğini bildirme çoğu zaman zor ile olur. Zalim zalimliğinin bedelini öderken insanlaşırken , aslında mazlumda burada zalime karşı dik durmayı öğretmeye başlar..İşte Anadolu da Pir Sultan örneği ondan sıkça verilir..Pir Sultan olmalıyız. BU gün Pir Sultanlara daha fazla ihtiyaç var. Bu gününü en iyi insanı Pir Sultan kişiliğine sahip olandır..O kadar çok zalimden tokat yedik ve hakaret işittik ki, ne çevirecek yüzümüz kaldı nede susmaya tahammülümüz artık

    YanıtlaSil
  2. Mehmet Kınacı:

    İmam-ı azam fikirleriyle yaşıyor....Ancak onu zindana atan "korkak"ı şimdi kimse bilmiyıor....Hatta,tarih böyle bir KORKAK HÜKÜMDAR tanıdı mı?Onu bile hatırlayan yoktur...Ah...Ah...İnandığıma iman eder olsaydım....Ah....

    YanıtlaSil

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...