23 Eylül 2013 Pazartesi

Kültür Değişimi, çatışma ve İnsan

“Kuşak çatışması kadim meseledir” (F. Barbarosoğlu, 2.8.13, Yeni Şafak), cümlesiyle veya yaklaşık manasıyla başlayan düşünce aktarımlarını pek sık okuruz. Bu cümlede, bir sonraki yetişenin, öncekileri geçtiği ve hatta onlara karşı zamanının kültürel değişim savaşının yapıldığı anlamı vardır. Böyle midir acaba? Böyle mi olmalıdır?

Çatışmalar, ilerlemeyi teşvik içindir. Biliriz ki, her savaş dünyada büyük ilmi ve teknolojik ilerlemeyi de beraberinde getirmiştir.

Duraklama, ‘bu kadarı bana yeter’ düşüncesidir, yorgunluk belirtileri sonrasında mücadeleyi bırakmaktır, vazgeçmektir. Durmak, duraklamak aslında yasaklanmıştır inanç (iman) sistemimizde. Küfür olarak telakki edilir. Daima ileriye bakarak, daima “her an şan da olan”ın ahlakiyle, O’nun azmi ve iradesiyle ve bildirdiklerine bağlı olarak, sınırlamadan ve sınırlanmadan yoldaki yürüyüşe devam etmelidir, korkusuzca, bir şey beklemeden, ummadan ve yok olarak.

Âleme yansımalar, belki çatışma olarak bize döner, ya da biz çatışma kelimesiyle anlatırız. Bu, bir yerlerde bekleyen, oralarda kalmış kişinin, yola devam edenin halini anlayamamasından kaynaklanır. Bulunduğu yerin tadı damağında kaldığından ve zevk içerisinde (belki de) sarhoş olduğundan, gidenin halinin içler açıcısı olduğunu düşünür ve çatışma kavramıyla adlandırdığımız durum ortaya çıkar. Aslında anlatılmak istenen, ‘küfür’ ehli ile ‘iman’ ehli arasındaki çatışmadır. Küfrün tadı, alındıkça tatlandırır damağı ve kalmaya devam eder bulunduğu mevkide. Ötelerin halini ve durumunu bilemediği (anlayamadığı) için de halinden memnundur. Diğeri dönüp bakmaz bile, sözlerini duymaz bile. O, yolcudur yolda, hedefe kilitlenmiştir. Aharın hali onun umurunda değildir. Çünkü yolda engel olur.

Kudsî Hadis-i şerifte buyrulur: “Biz insanın sırrıyız, insan da bizim sırrımızdır”.

Dünyaya geliş sırrı ‘İnsan’ olmaktan ibarettir. İnsan, halifetullah.

Kavga, sureta birbirine benzeyenler arasında, birbirinin vardıkları noktalara itirazdan kaynaklanır. Geride kalan ileridekinin halini anlayamaz ve fakat sesi gür çıkar. Kendini kabul ettirmek bulunduğu mevkii adeta tescil ettirmektir amacı. Oysa diğeri o yolları ve mevkileri çoktan geçip bir yerlere varmıştır. İşte kavganın çıkış noktası. Bu noktada belki de kıskançlık ve anlayamama durumu vardır.

 “Bilinmelidir ki, Allah halkı yarattığı zamandan beri, insanlar arasında harpler ve mukateleler vaki olagelmiştir. Bunun kökü, insanların birbirinden intikam almak istemelerine dayanır. Çatışma halinde bulunan fırkalardan her birine, kendi asabiyetinden olanlar arka çıkar. İki fırka, taraftarlarını savaşa tahrik edip yekdiğerinin karşısında vaziyet aldılar mı, biri intikam almak ister (hücuma kalkar), diğeri ise müdafaaya geçer ve işte o zaman harp vukua gelir. Savaş insanlık âleminde mevcut olan tabiî bir şeydir. Savaştan hali olan (ve muharebe yapmamış bulunan hiçbir millet ve nesil yoktur.” (İbn-i Haldun, Mukaddime, Cilt 1. Sh. 685)

Anlatılan savaş durumu, hem devletlerarasında, hem de toplum içinde, aynı kültür çevresinde yaşayanlar arasında söz konusudur.

 “Fıçının içinde oturan feylesof Diyojen, İskender’e ayağa kalkmayınca, öfkelenen genç kral, ben İskender’im niye ayağa kalkmadın!.. Sen nefsinin esirisin, bense nefsimin efendisiyim. Kölemin esirine niye ayağa kalkayım? Cevabını alan İskender sustu ve İskender olmasaydım Diyojen olurdum, dedi.” (A. Oktay Güner, 05.09.2013, Yeniçağ) aynı yazısındaki şu cümlesini de aktarmadan geçemeyeceğim. “Ehl-i Hakk; ‘Kendi nefsine galip gelen bütün âlemi hükmü altına alır.” Böyledir, ne yaparsın ki, böyledir. Bütün âlemi hükmü altına alabilen insan’da ne korku kalır ne kıskançlık. Haseti de, kini de alt etmiş ve kendi âleminden def etmiştir. Haset ve kin sahipleri de var oldukça da çatışmalar eksik değildir, İskender ve Diyojen çatışması gibi. Daima bir tarafta Hakk, diğer tarafta ise batıl vardır.

“Bilim adamları ve tarihçiler, dünyanın son 5400 yılının yalnızca yüz yılında barış yüzü görmüş olduğunu hesaplıyorlar.” Enteresan bilgi. Demek ki, barış insanlık için tatsız, tuzsuz, sevimsiz bir ortam. Mars’a ulaşan insanoğlu, öte taraftan savaşmayı da ihmal etmiyor. Bilgi teknolojisi haberleşmeyi ve iletişimi son raddeye kadar geliştirmişken, daha fazla paylaşımın sebep olduğu savaşlar bitmek tükenmek bilmiyor. Ne için? Sadece daha fazla ‘benim’ olsun düşüncesinin tatmini için. Öyle mi? Bu sebeple işte ilmi gelişmeler birbirini takip ediyor. Gelişme hızı, çatışma şiddeti ile at başı gidiyor. Burada bizlere çok dersler var!

Amacımız ‘kültür değişmeleri” ve bağlı olarak “kültür çatışmaları”nı anlatmak değildir. Bu konu, üzerinde çalışmaları olan sosyologlara -bilim adamlarına- aittir. ‘çatışma’ konusu gündeme gelende, bizi ilgilendiren ‘ince bir noktaya’ dikkat çekmektir amacımız. Çatışmaların belki tamamında birbirini anlayamama varsa da, bir tarafın ‘benlik çıkmazından’ kurtulamayışının büyük sebep olduğunu dikkatlere sunmaktı amacımız.

Şimdi, benzer çevrelerdeki insanların birbirleriyle çatışmalarının yanında, dünyanın bir bölgesinden ileri sürülen ve yan etmenlerle -içeriden devşirilenlerce- tetiklenen fikirler -tartışma konuları- “küreselleşme olgusu içinde ortaya çıkan değişim, sosyal ve kültürel içerikli pek çok değerin, yapının, kurumun ve hayat tarzının kaybolmasına ya da yapı ve işlev olarak farklılaşmasına sebep olmaktadır” (Yard.Doç. Mustafa Arslan,Küreselleşme sürecinde Türk Kültürü) Bu itibarla, toplumun korunması, insanlarımızın her birinin korunmasıyla mümkün olacaktır. Kuru kuruya softaca yaşama kültürü, bildirilen küresel güçler tarafından içimize yerleştirilmiş, yanlış ve eksik İslami bilgilerin toplum içiresinde yaygınlaştırılmasından ileri gelmiştir. Yapılması gereken ilk tedbir, bu yanlışların tespit edilerek öğrenilme dolaşımından kaldırılmasına çaba gösterilmesidir.

Bu başarı sağlanırsa, İnsanlarımızın yolda mesafe almalarının önünde pek bir engel kalmayacaktır.


Ülke kalkınması ve toplum huzuru, İnsan’la mümkündür. 

2 yorum:

  1. Abdullah Alagöz :

    Ünlü filozof Herakleitos" Bir nehirde iki sefer üst üste yıkanılmaz der"Her şey akıyor. Bir saniye önceki nehir ile bir saniye sonraki nehir aynı değildir. YineSokrates "
    Eskiden saygı sevgi vardı şimdiki nesil değişti "der. Toplumların , düşünürlerin hep kafa yordukları bir o kadar toplumda sıkıntı olan değişim ve buna mukabil oluşan toplumsal gecikme hep problem olmuştur. Toplumlar statik değil dinamik varlıklardır.
    Dinamizm toplumları değiştirdiği gibi onların hayat tarzı olan kültürel unsurları da değiştirerek geliştirir. Örf , adet gibi bir çok değer tarihi süreç içinde değişerek gelişir. Onların değişimini engellemek, saygısızlık ya da kültürden kopma şeklinde değerlendirme olsa olsa kültürel gecikme kavramıyla ancak açıklanabilir.
    Toplumsal değişim hayat tarzımızı dolayısıyla kültürel kodlarımızı da değiştirmektedir. Değişimin önüne geçilmeyeceğine göre onu kendi kültürel kodlarımızla yönlendirmeliyiz.
    Toplumsal değişimin ruhunu kavrayamaz isek toplum içinde sosyal çatışmalar kadar nesiller arası “kuşak çatışması” ile de karşı karşıya kalabiliriz.
    Küreselleşme denilen yeni emperyalizmin ruhunu iyi değerlendirerek ve kültürel kaosa girmeden milli kültürümüzü bu değişim sürecinde geliştirerek yarınlarımıza emin adımlarla ilerleyebiliriz.
    Üstadım bizi can alıcı bir konuyla baş başa bırakıp düşündürdüğünüz için çok sağ olun.

    YanıtlaSil
  2. Ali Sertelli :

    Kıymetli hocam..."Küreselleşme denilen yeni emperyalizmin ruhunu iyi değerlendirerek ve kültürel kaosa girmeden milli kültürümüzü bu değişim sürecinde geliştirerek yarınlarımıza emin adımlarla ilerleyebiliriz. " ifadenizle çözümü çok güzel ortaya koymuşsunuz ancak bir milli kültürün kendisini emperyalist saldırılardan bireyler bazında koruması mümkünmüdür?

    YanıtlaSil

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...