9 Eylül 2013 Pazartesi

İlim, Hürriyet, Bilme; Niçin?


Niçindir bunca çaba, niyedir telaş, yorgunluk, koşuşturmaca? Ana karnına düştükten sonra başlayan ve yeryüzüne geldikten itibaren niçin hep bir (şey)ler öğrenmenin çabasındadır insan? İlkokul ve peşi sıra dizilen okullar, sayfalarca, ciltlerce kitaplar, hocalar, dershaneler, çalışmalar, etütler, ödevler, yazılı-sözlü imtihanlar, diplomalar, tasdiknameler, çok değişik isimlerle anılan ilimler, oku, oku, oku… Öğren, öğren, öğren… Niyedir? Ne olacak?

Hepsi dünyada daha rahat yaşamak için mal-mülk, makam, şöhret sahibi olmak için midir? Bu mudur? Yoksa başka başka anlamları var mıdır?

A’mak-ı Hayal’de anlatılır: Bir avare, kemerine, sarığına aynalar bağlamış, yoldan geçen birisiyle eylenirken, gülme krizine tutulur, kriz geçerken birden aklına gelir ve ona şöyle söyler: “Sen yıkıkta bir hazine, bense hikmete can atan bir âvâreyim. Lütfen beni özel talebeliğinize kabul eder misiniz? Ver elini öpeyim”. Bunun üzerine şöyle söyler aynalı hâkim:

“El öpmek mi?.. Niçin? Tamam, kabul konuşalım. Fakat sözden ne çıkar? Şimdiye kadar, kim bilir kaç hayvan yükü kitap okudun; ne anladın? Hiç, değil mi? Akıl muhakemeleriyle Hakk’ın varlığını kabul etmek mümkündür, fakat bilmek ve anlamak ve olmak asla mümkün değildir. Harfleri bir araya getirmekle hakikat tecelli eder mi?”

Şimdi öğrendiğimiz bu mana ile ilim tahsilini bırakıp, başka yollara tevessül mü etmeliyiz? Asla. Böyle bir mana yok. Öğrenilen her ilim, hedefe varmakta aracı olduktan sonra! Bir de tersi var. Her öğrenilen ilim, tapınılacak derecede tanrılaştırılıp insan dimağını iğdiş edebilir. Bundan ‘sığınırım’ denir. Bu faydasızdır. İlmi bilgiler adeta tanrılaşmış ve o kişinin putu haline gelmiştir. Tevhit kelimesi bu anlar için bir kale gibi durur. Sığınılacak kapıyı gösterir, sahte tanrılara yolu kapatır. İlim kolaylaştırmak içindir, zorlaştırmak ve yollara dağlar kurmak için değil. ‘Öğrendikçe saplananlar’dan bahsimiz bu sebepleydi.

Fıtrat icabı bir zayıflık tarafı vardır insanın. Nefis tarafı, öğrenme, bilme isteği ile yanarken, öğrendikçe, bildikçe sapmalar da gösterebilecektir. Aslında zayıflık, bilemediğini, söylemekle giderilecek kadar da zayıftır. Çünkü bilemediğini dillendiren, bilmeye doğru da, incelemelerle, araştırmalarla, çalışmalarla, düşünme antrenmanlarıyla yol alacaktır demektir. Böylece ilerleme, bilmiyorum, bilemiyorum, anlamıyorum itirafı ile başlayacaktır.

Alak/1’de “Yaratan Rabbinin ismi ile OKU!” buyurulur. “Ümmiliği” dillendirilir bu demde. “Allah’ın adı ile oku” bir anahtar, bir öğretici, bir yol gösterici, bir ilim, bir mürşit, bir okuldur, bilenlerce. İlahi yolun, kalbe dolması ve dilin çözülüşüdür. “Allah adı ile”; bırak, unut “Allah’tan” gayrısını demektir. Alak 5. Ayet: “insana bilmediğini talim etti”. Allah’a ait olan, ancak O’nunla olunarak, aidiyet kesbeder. Dünyaya insan için serilmiş ilimler, ancak dünyaya gelişin amacına varmaya yardımcı olursa bir anlamı vardır, amaca giderken yoldan alıkoyan ilim, ancak köstek manasında olacaktır ki, istenmeyen durumdur. Öyleyse okumanın, öğrenmenin zararı değil, bilakis faydası vardır. Yeter ki, öğrenilen ilmi hedefe varmak için kullanabil. Öğrendiklerin ayağa pranga olmamalı, bilinenler tanrı yerine geçmemeli, sahip olunanların da bir sahibinin olduğunu bilerek, hedefe emin adımlarla yürünmelidir.

Bu noktada ‘hürriyet’ manası üzerinde durulmalıdır. Hür olmayanın Müslüman olamayacağı bilinen gerçektir. Hatta hür olmayana Cuma Namazı’da farz olmaktan çıkarılmıştır. İnsan -Müslüman- olmak hürriyetten geçmektedir. Bir ülkenin düşman istilasında olması halinde nasıl ki, rahat hareket edilemeyecek, istenilen yatırımlar yapılamayacak, istenilen kitaplar okunamayacaksa, hürriyet ile buluşamamış beyinlerde de insanın hür iradesiyle hareket edebilme, düşünebilme, iş yapabilme yetisi olmayacaktır. Bir yerlere, bazı düşüncelere, birilerinin fikirlerine, kitaplardan öğrendiklerine bağlıdır, çünkü bunların her birerleri beyinde tanrılaşmışlardır.

Seyyid Ahmet Arvasi, bir makalesinde hürriyet konusunda şunları söyler: “Türk-İslâm ülküsü açısından durum daha farklı bir biçimde ele alınmalıdır. İslâm dünyasının yetiştirdiği ünlü ilim ve din adamlarından İmam-ı Kuşeyrî (miladi 985-1074) Risale-i Kuşey-rîyye adlı kitabında hürriyeti, ‘Allah’tan gayrısına kul olmamak’ biçiminde tarif eder. Bu anlayış, İslam’ın hürriyet tarifini özetler. Gerçekten de Müslüman, Allah’tan gayrısına kul olmaz ve hareketlerine Allah’ın rızasından başka bir çıkış noktası aramaz. O ‘egosunu’da, toplumu da putlaştırmaz. Bu sebepten objektif ve sübjektif bütün sahte mabutları kafasında ve gönlünde kırar, mutlak varlık olan Allah’tan gayrı ilah tanımaz. İslam’ın ‘Allah’tan başka ilah yoktur’ parolası, insana hür olmanın da sırlarını verir.”

Sözün sonu şuraya varır:

Yıllarını, bütün ömrünü ilim öğrenmeye vermiş, ciltlerle kitaplar yazmış, akademik unvanların tamamını hakk etmiş büyük bir ilim adamı ile konuşunuz.

-“Hocam, bunca, çaba, emek harcayarak tahsil ettiniz, kitaplar yazdınız, öğrenciler yetiştirdiniz, bize şu kısa konuşmamızda bir cümle söyleyiniz ki, bizim için ilim olsun, kural olsun, kulak küpesi olsun.”

Eminim ki, hocanın söyleyeceği öğüt:

2600 yıl önce yaşamış Yunan filozof Khilon’un söylediğinden farklı bir şey olmayacaktır, iki kelimeden müteşekkil bir cümle:

“Kendini tanı”.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...