2020 yılında yapılacak
olimpiyatların oylamasında 36 oy alan Türkiye amacına ulaşamadı. Olimpiyat
yapma hakkı, 69 oy alan Tokyo’ya verildi. Burada bir garip bir durumu
belirtelim. Katar ve Suudi Arabistan neredeyse Türkiye Başbakanı’nın kankası.
Enterasandır. Yapılan oylamada her iki ülke de Türkiye’ye oy vermemiş. Bu
durumu artık bizim derin strateji uzmanlarımız değerlendirir.
İlk kaybedişimiz değil bu,
bundan evvel 4 kere daha olimpiyat ateşiyle yanmış ve fakat kavrulamamışız.
Beşincisinde de felek gülmedi. Gerçi, olimpiyat taliplisi ülkelerin yapılan
incelemelerinde olimpiyat komitesi İstanbul’a hep düşük puan vermiş, ulaşım,
konaklama, tesisler, basın merkezi, çevre ve meteoroloji, tıbbi hizmetler,
emniyet ve güvenlik, telekomünikasyon, enerji, yasal düzenlemeler, finans ve
pazarlama konularında düşük not vermişler. Notların açıklanmasından sonra
yapılanlar nelerdir? Hiç. Yapılan bir şey yok. Bol bol laf salatası.
Kaybettik, hemen suçlu
arandı. Tabi, Avrupa Bakanı Egemen Bağış açıklamadan günler önce yaptığı
açıklamayla, “Olimpiyatları alamazsak
sebebi gezi parkı eylemleridir” diyerek, suçluyu baştan
tespit etmişlerdi. Spordan sorumlu Devlet Bakanı Suat Kılıç hıncını, kinini ‘kına stoku’ tanımını
kullanarak çıkarttı terbiye sınırlarını aşarak. Ders almıyorlar, insanı
tanımıyorlar. Kendilerinden başkası mı, geç git anlayışındalar.
2007 yılı T.B.M.M ödülleri
dağıtım töreninde gerçekleşen bir olay şöyledir. Ödül verilenlerin içinde
Türkiye’ye birçok madalya kazandıran eski güreşçi Gazanfer Bilge de vardır. 62
yıl önce (bugün itibariyle 68 yıl) şampiyonluğu üzerine dönemin
Meclis Başkanı Kazım Karabekir tarafından kendisine gönderilen kutlama
fermanını Bülent Arınç ve Tayyip Erdoğan’a sunan Gazanfer Bilge’ye, Erdoğan “Gazanfer ağabey, bunlar biz de kalıyor
değil mi?” diye
sorunca, Bilge; “Kalsın,
malsın, öğrenin” der. Esprili bu cevaba gülüşmeler olmuş.
Öylece kapanmış. Şimdi niye açtık bu konuyu? Şimdi gülme sırası bizde de ondan.
‘kalsın, öğrenin’ mesajından hiçbir şey öğrenememişler. Şimdi, gezi parkı
eylemcileriymiş, gülenler kına yaksınmış.. Zekâları bu kadar. Nerede hata
yaptık, nereyi boş bıraktık diye düşüneceklerine ve hataları telafiye
çalışacaklarına, suçu başkalarına yükle gitsin. Kendileri sütten çıkmış ak
kaşık.
“Ben sporcunun zeki çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim”
vecizesi acaba sadece spor yapanları mı kapsıyor, spor yönetimi bu vecizenin
kapsama alanı dışında mı kalıyor?
Başarılı olmuş
sporcularımızın tamamında tespit edilen dopinglere ne demeli? Dopingin
neresinde ahlak vardır? Başarıya susamışlar, ne yaparlarsa mubahtır anlayışı.
11 yıllık iktidarları süresince bütün spor dallarında hüsran yaşanmıştır. Futbol
da yaşanan Avrupa dördüncülüğü başarıdır, yabana atılmaz. Başkaca bir başarı
ara ki bulasın! Koşucu kızlarımızın spor hayatlarının sona erdiren de
kendileri.
Deniz Gökçe ekonomi
değerlendirmeleriyle ufkumuzu açarken, futbol yazılarıyla da değerli
yorumlarını okuruz. 2006 yılında yazdığı şu cümleler, sanki niçin olimpiyatları
kazanamadığımızı da anlatıyor: “Ülkemizde
futbol o kadar fanatik ve ilkel kişilerin oyuncağı haline geldi ki, futboldan
fanatik terörü ve kalitesiz yöneticiler nedeni ile keyif ve zevk alabilmek çok
zor.” Bu duruma nasıl gelindi dersiniz? Her şey bizim olsun,
bütün dernek yöneticileri bizim adamlarımızdan olsun düşüncesiyle spor
yönetimlerini ele geçirmek arzusudur sebep. Çünkü demokrat değiller,
kendilerinden başkasının dernek, vakıf ve devletin sair kurumlarının başında
bulunmasını kabullenemiyorlar. İşi ehliyetli kişilere değil, ehliyetsiz,
kifayetsiz de olsa adamlarına veriyorlar.
Olimpiyatları neden çok
istiyorlardı? Üç önemli seçim arifesindeyiz. Erzurum’da yapılan kış oyunları ve
Mersin’de yapılan gençlik olimpiyatlarını nasıl kullandılar aylarca. Hala söz
açıldığında ballandıra ballandıra anlatıyorlar. Her iki oyunların açılışında
Başbakan’ın yaptığı gövde gösterisi belleklerde taze duruyor. Büyük bir siyasi
kazanç olacaktı. Artık, anlatacakları pek bir şey kalmadı, hele Ortadoğu’daki
yıkıntıdan sonra. BOP eş başkanlığını bile söyleyemiyorlar artık. Kaybettikleri
taraftar desteğini geriye almanın yolu olarak görüyorlardı olimpiyatları,
olmadı beceremediler. Egemen Bağış Gezi Parkı’nı gündeme getirerek, aslında
yanlış yorumlayarak bir doğruyu anlatmıştı. Doğrudur, gezi olayları hükümetin
polisi kışkırtması ile meydana gelmişti. Faiz lobisi filan palavra. Bu durum
dünyanın diğer devletleri ve insanları tarafından biliniyor.
2020’de yapılacak
olimpiyatların İstanbul’da yapılmasını kaybettik. Ölüm değil. Belki de isabetli
olmuştur. “Portekiz’de yapılan 2004
Avrupa Futbol Şampiyonası ve Atina’da yapılan 2004 Olimpiyatları sonrası bu iki
ülkenin de bütçesi milyarlarca dolar delinmişti ve ülkeler o günden beri,
bırakın avantajı, mali felaket ile boğuşmakta.”
(Deniz Gökçe, 21.06.2006, Akşam) her iki ülkenin de 2012 ve
2013 yıllarında, içinden çıkılması çok zor ekonomik krizlerle boğuştuklarını
biliyoruz.
Şimdiden hazırlanarak, iyi
sporcularla katılıp, başarılı olmak bize yeter. Katılıp çok iyi dereceler
yapmaya çalışmak ve altın madalyalarla Türkiye’ye dönmek de var.
Güvenirliliğini yitirmiş
bir spor organizasyonunun başında bulunmak netameli bir iş. Güveni yitirtiren
kendisi, doping yaptıranlar kim peki? Bırakın uluslararası yarışmaları, çayıra
saldığımız ve başpehlivanlığını onayladığımız güreşçinin bile dopingli
çıkmasını nasıl izah ederiz?
Dünya olimpiyatlarını
Türkiye’de yapabilmenin bir güzelliği ve sosyal ve politik olarak bir
katkısının olacağı muhakkak. Olmadı ne yapalım?
Geliniz;
Türk Olimpiyatlarını tertip
edip, ilk kez Türkiye’de düzenleyelim.
Neden olmasın?
NOT: Yazının başlığına dönüp
bir iki cümle söyleyecektim. Vazgeçtim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder