“Kuşak çatışması kadim meseledir” (F.
Barbarosoğlu, 2.8.13, Yeni Şafak), cümlesiyle veya yaklaşık
manasıyla başlayan düşünce aktarımlarını pek sık okuruz. Bu cümlede, bir
sonraki yetişenin, öncekileri geçtiği ve hatta onlara karşı zamanının kültürel
değişim savaşının yapıldığı anlamı vardır. Böyle midir acaba? Böyle mi
olmalıdır?
Çatışmalar, ilerlemeyi
teşvik içindir. Biliriz ki, her savaş dünyada büyük ilmi ve teknolojik
ilerlemeyi de beraberinde getirmiştir.
Duraklama, ‘bu kadarı bana yeter’
düşüncesidir, yorgunluk belirtileri sonrasında mücadeleyi bırakmaktır,
vazgeçmektir. Durmak, duraklamak aslında yasaklanmıştır inanç (iman)
sistemimizde. Küfür olarak telakki edilir. Daima ileriye bakarak, daima “her an şan da olan”ın
ahlakiyle, O’nun azmi ve iradesiyle ve bildirdiklerine bağlı olarak,
sınırlamadan ve sınırlanmadan yoldaki yürüyüşe devam etmelidir, korkusuzca, bir
şey beklemeden, ummadan ve yok olarak.
Âleme yansımalar, belki
çatışma olarak bize döner, ya da biz çatışma kelimesiyle anlatırız. Bu, bir
yerlerde bekleyen, oralarda kalmış kişinin, yola devam edenin halini
anlayamamasından kaynaklanır. Bulunduğu yerin tadı damağında kaldığından ve
zevk içerisinde (belki de) sarhoş olduğundan, gidenin halinin içler açıcısı
olduğunu düşünür ve çatışma kavramıyla adlandırdığımız durum ortaya çıkar.
Aslında anlatılmak istenen, ‘küfür’ ehli ile ‘iman’ ehli arasındaki çatışmadır.
Küfrün tadı, alındıkça tatlandırır damağı ve kalmaya devam eder bulunduğu
mevkide. Ötelerin halini ve durumunu bilemediği (anlayamadığı) için de halinden
memnundur. Diğeri dönüp bakmaz bile, sözlerini duymaz bile. O, yolcudur yolda,
hedefe kilitlenmiştir. Aharın hali onun umurunda değildir. Çünkü yolda engel
olur.
Kudsî Hadis-i şerifte
buyrulur: “Biz insanın sırrıyız, insan
da bizim sırrımızdır”.
Dünyaya geliş sırrı ‘İnsan’
olmaktan ibarettir. İnsan, halifetullah.
Kavga, sureta birbirine
benzeyenler arasında, birbirinin vardıkları noktalara itirazdan kaynaklanır.
Geride kalan ileridekinin halini anlayamaz ve fakat sesi gür çıkar. Kendini
kabul ettirmek bulunduğu mevkii adeta tescil ettirmektir amacı. Oysa diğeri o
yolları ve mevkileri çoktan geçip bir yerlere varmıştır. İşte kavganın çıkış
noktası. Bu noktada belki de kıskançlık ve anlayamama durumu vardır.
“Bilinmelidir
ki, Allah halkı yarattığı zamandan beri, insanlar arasında harpler ve
mukateleler vaki olagelmiştir. Bunun kökü, insanların birbirinden intikam almak
istemelerine dayanır. Çatışma halinde bulunan fırkalardan her birine, kendi
asabiyetinden olanlar arka çıkar. İki fırka, taraftarlarını savaşa tahrik edip
yekdiğerinin karşısında vaziyet aldılar mı, biri intikam almak ister (hücuma
kalkar), diğeri ise müdafaaya geçer ve işte o zaman harp vukua gelir. Savaş
insanlık âleminde mevcut olan tabiî bir şeydir. Savaştan hali olan (ve muharebe
yapmamış bulunan hiçbir millet ve nesil yoktur.”
(İbn-i Haldun, Mukaddime, Cilt 1. Sh. 685)
Anlatılan savaş durumu, hem
devletlerarasında, hem de toplum içinde, aynı kültür çevresinde yaşayanlar
arasında söz konusudur.
“Fıçının içinde oturan feylesof
Diyojen, İskender’e ayağa kalkmayınca, öfkelenen genç kral, ben İskender’im
niye ayağa kalkmadın!.. Sen nefsinin esirisin, bense nefsimin efendisiyim.
Kölemin esirine niye ayağa kalkayım? Cevabını alan İskender sustu ve İskender
olmasaydım Diyojen olurdum, dedi.” (A. Oktay Güner,
05.09.2013, Yeniçağ) aynı yazısındaki şu cümlesini de aktarmadan geçemeyeceğim.
“Ehl-i Hakk; ‘Kendi nefsine
galip gelen bütün âlemi hükmü altına alır.”
Böyledir, ne yaparsın ki, böyledir. Bütün âlemi hükmü altına alabilen insan’da
ne korku kalır ne kıskançlık. Haseti de, kini de alt etmiş ve kendi âleminden
def etmiştir. Haset ve kin sahipleri de var oldukça da çatışmalar eksik
değildir, İskender ve Diyojen çatışması gibi. Daima bir tarafta Hakk, diğer
tarafta ise batıl vardır.
“Bilim adamları ve tarihçiler,
dünyanın son 5400 yılının yalnızca yüz yılında barış yüzü görmüş olduğunu
hesaplıyorlar.” Enteresan bilgi. Demek ki, barış insanlık
için tatsız, tuzsuz, sevimsiz bir ortam. Mars’a ulaşan insanoğlu, öte taraftan
savaşmayı da ihmal etmiyor. Bilgi teknolojisi haberleşmeyi ve iletişimi son
raddeye kadar geliştirmişken, daha fazla paylaşımın sebep olduğu savaşlar
bitmek tükenmek bilmiyor. Ne için? Sadece daha fazla ‘benim’ olsun düşüncesinin
tatmini için. Öyle mi? Bu sebeple işte ilmi gelişmeler birbirini takip ediyor.
Gelişme hızı, çatışma şiddeti ile at başı gidiyor. Burada bizlere çok dersler
var!
Amacımız ‘kültür
değişmeleri” ve bağlı olarak “kültür çatışmaları”nı anlatmak değildir. Bu konu,
üzerinde çalışmaları olan sosyologlara -bilim adamlarına- aittir. ‘çatışma’
konusu gündeme gelende, bizi ilgilendiren ‘ince bir noktaya’ dikkat çekmektir
amacımız. Çatışmaların belki tamamında birbirini anlayamama varsa da, bir
tarafın ‘benlik çıkmazından’
kurtulamayışının büyük sebep olduğunu dikkatlere sunmaktı amacımız.
Şimdi, benzer çevrelerdeki
insanların birbirleriyle çatışmalarının yanında, dünyanın bir bölgesinden ileri
sürülen ve yan etmenlerle -içeriden devşirilenlerce- tetiklenen fikirler -tartışma
konuları- “küreselleşme olgusu içinde
ortaya çıkan değişim, sosyal ve kültürel içerikli pek çok değerin, yapının,
kurumun ve hayat tarzının kaybolmasına ya da yapı ve işlev olarak
farklılaşmasına sebep olmaktadır” (Yard.Doç.
Mustafa Arslan,Küreselleşme sürecinde Türk Kültürü) Bu
itibarla, toplumun korunması, insanlarımızın her birinin korunmasıyla mümkün
olacaktır. Kuru kuruya softaca yaşama kültürü, bildirilen küresel güçler
tarafından içimize yerleştirilmiş, yanlış ve eksik İslami bilgilerin toplum içiresinde
yaygınlaştırılmasından ileri gelmiştir. Yapılması gereken ilk tedbir, bu
yanlışların tespit edilerek öğrenilme dolaşımından kaldırılmasına çaba
gösterilmesidir.
Bu başarı sağlanırsa,
İnsanlarımızın yolda mesafe almalarının önünde pek bir engel kalmayacaktır.
Ülke kalkınması ve toplum
huzuru, İnsan’la mümkündür.
Abdullah Alagöz :
YanıtlaSilÜnlü filozof Herakleitos" Bir nehirde iki sefer üst üste yıkanılmaz der"Her şey akıyor. Bir saniye önceki nehir ile bir saniye sonraki nehir aynı değildir. YineSokrates "
Eskiden saygı sevgi vardı şimdiki nesil değişti "der. Toplumların , düşünürlerin hep kafa yordukları bir o kadar toplumda sıkıntı olan değişim ve buna mukabil oluşan toplumsal gecikme hep problem olmuştur. Toplumlar statik değil dinamik varlıklardır.
Dinamizm toplumları değiştirdiği gibi onların hayat tarzı olan kültürel unsurları da değiştirerek geliştirir. Örf , adet gibi bir çok değer tarihi süreç içinde değişerek gelişir. Onların değişimini engellemek, saygısızlık ya da kültürden kopma şeklinde değerlendirme olsa olsa kültürel gecikme kavramıyla ancak açıklanabilir.
Toplumsal değişim hayat tarzımızı dolayısıyla kültürel kodlarımızı da değiştirmektedir. Değişimin önüne geçilmeyeceğine göre onu kendi kültürel kodlarımızla yönlendirmeliyiz.
Toplumsal değişimin ruhunu kavrayamaz isek toplum içinde sosyal çatışmalar kadar nesiller arası “kuşak çatışması” ile de karşı karşıya kalabiliriz.
Küreselleşme denilen yeni emperyalizmin ruhunu iyi değerlendirerek ve kültürel kaosa girmeden milli kültürümüzü bu değişim sürecinde geliştirerek yarınlarımıza emin adımlarla ilerleyebiliriz.
Üstadım bizi can alıcı bir konuyla baş başa bırakıp düşündürdüğünüz için çok sağ olun.
Ali Sertelli :
YanıtlaSilKıymetli hocam..."Küreselleşme denilen yeni emperyalizmin ruhunu iyi değerlendirerek ve kültürel kaosa girmeden milli kültürümüzü bu değişim sürecinde geliştirerek yarınlarımıza emin adımlarla ilerleyebiliriz. " ifadenizle çözümü çok güzel ortaya koymuşsunuz ancak bir milli kültürün kendisini emperyalist saldırılardan bireyler bazında koruması mümkünmüdür?