Demokrasinin olmazsa olmaz
ayaklarından biridir basın-yayın (bugün medya kelimesi pek revaçta). Kanunları
yapan Meclis, uygulayan Hükümet, yargılayan - denetleyen Adalet. Kamuoyu adına
işlerin takibi, eksiklerin tespiti, yanlışların eleştirisini ve kamuoyunu
aydınlatma görevini ise basın yapacaktır.
Bizde nasıl oluyor?
Diktatörleşme eğiliminde
bir hükümet başkanın kullandığı güçler, saydıklarımızın hemen tamamı
olmaktadır. Meclis çoğunluğunu elinde bulundurmakla gönderdiği kanun
tekliflerinin hemen ve üzerinde hiç düşünülüp tartışılmadan çıkarılmasını
sağlamaktadır. Demek ki, kanunları hükümetin başı olarak iktidar partisi lideri
yapmaktadır. Ki, milletvekillerince, onun gönderdiği kanun tekliflerine karşı
görüş getirmek ve önerinin aleyhinde çalışmak gibi bir hareket bugüne kadar
görülmüş değildir (bir-iki örnek varsa da, ya partilerinden
ihraç edilmişler veya idari cezaya çarptırılmışlardır). Yapılan
bir takım düzenlemelerle adalet erkinde çalışanların dizyan edilmesi ve istenen
adil kararların! Çıkarılması işlemleri de gerçekleşince, değme gitsin. Al
gülüm, ver gülüm. Yüksek mahkemeler bile iktidar liderinin ağzına bakıp,
sıradan konuşmalarını bile onun istediği biçimde yaparlar hale geldikten sonra
artık önünde kimse duramaz olur. Bu arada bir takım tehditler ve baskılarla,
medya patronlarını da hizaya soktunuz mu işlem tamam demektir. İstediğin
haberlere sansür uygular, istemediğin yazarı işinden kovdurur, senin hoşuna giden
yorumları kaleme aldırırsan memleket günlük güneşlik gösterilirse… sen de,
iktidarın nimetlerini Allah muhafaza istediğin gibi ona-buna, eşe-dosta,
isteklerini yapanlara dağıtırsan… oh.. ne ala.
Başkalarına kolayca
seslendirilen diktatör sıfatının kazanılması yıllar itibariyle bir usta
ressamın tablosuna renkleri kazıması gibi olmaktadır. Ortamı kendin oluşturup,
oyunculara kendin rejisörlük yaparsın. Başka ne bir fikir vardır ne de laf
söylemeye cesaret. Gide gide kendi yapıp-ettiklerinin ne kadar doğru, ne kadar
olması gereken olduğunu düşünüp uygulamaya da koyunca artık en büyük olduğu
kendisi ve yandaşları tarafından, hem de yüzüne karşı söyleniverir. İş
bitmiştir artık. Bozulma, zirve yapmış, çürüme etrafındakileri bile sarmıştır.
Değerli yazar Çetin
Yetkin’den kısa bir değerlendirme okuyalım:
“Hele devlet adamları kendilerini hep doğru ve haklı gördüklerinde
bundan ciddi olumsuzluklar doğar. İlk olumsuzluk yanlışta ya da haksızlıkta
direnmek, bunu sürdürmektir. Öyle ya, kişi bir davranışında ya da tutumunda
kendini doğru ve haklı görüyorsa neden bundan caysın ki!...
İkincisi, o kişi için her türlü diyalog kapısının kapanmasıdır.
Karşısındaki yanlışlıkta ve haksızlıkta direniyorsa neden onunla tartışsın
ki!...
Bir yanlışlığın başka yanlışlıklara, bir haksızlığın başka
haksızlıklara yol açtığını da unutmamak gerekiyor.
Ne var ki, böyle duyumsayan ve düşünen kişi, toplum adına kararlar
alan, onu yönlendiren biri ise, olumsuzluk bütün bir toplumu etkileyecektir.
Ama bu tür bir kişilik yapısı giderek çok daha ‘vahim’ bir tabloya
dönüşebilir. Toplumu yönlendirmek ve yönetmek durumunda olan bir kişi, ‘doğru’
ve ‘haklı’ olduğunu düşündüğü (ama gerçekte yanlış ve haksız) kararlarını
tartışma kapısı açık bırakmaksızın uygulamayı huy edindiğinde, giderek kendini ‘üstün
insan’ olarak görmeye başlar. Elinde bulundurduğu devlet gücünü, iradesine
muhalefet edenlere ve kararlarını eleştirenlere karşı kullanmaya başlar.
Muhaliflerini küçümsemekle kalmaz onları bertaraf etmenin yollarını arar, çünkü
onlar onu eleştirmekle, ona karşı çıkmakla kendisinin doğru ve haklı olarak
temsil ettiği ülke çıkarlarını baltalamaktadırlar!.
Daha da ileri gidenleri vardır. Totaliter diktatörlerin hemen tümü, bu
türdendir. Artık, o, ulusun iradesinin kendi kişiliğinde belirdiğine inanır, kendisinin
her sözünün bir hikmetin dile getirilişi sanır, buyrukları yasa olur. Onun
peşinden gidenler de onu bir peygamber gibi görmeye başlarlar. (Bizde 1939-1945
yıllarında İsmet Paşa’yı bu gözle görenler olduğunu bu arada belirtmiş olayım).”
(Çetin YETKİN, 18 Nisan
2010, Yeniçağ)
Olay ve olanlar bundan
ibarettir.
Su alan tehlikeli delikler,
millî basiret ile tıkanacak ve düzlüğe çıkılacaktır.
Türk, düştüğü yerden
kalkabilendir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder