25 Haziran 2013 Salı

Beyin Formatı -II


Bir önceki yazıyı; ‘işletim sisteminde meydana gelen arızalar, kirlenmiş dosyalar, bozulmuş klasörler bilgisayara format atılarak temizlenir. Eskiyi hatırlayamaz, belleği doldurmuş lüzumsuz bilgiler silinmiştir.’ Şeklinde bitirmiştik. Gerçekten silinen bilgilere ihtiyaç kalmamıştır. Bilgisayarın çalışmasını engelleyip, verilen talimatları hatalı algılayıp yanlış sonuçlara ulaşıyordu. Varılan sonuç ise, bizlere daima hatalı kararlar aldırıyor ve yaptığımız her iş zararla neticeleniyordu. Ne yaptık? Makineye format atıp, yeni işletim sistemini yükledik. Bu kadar. Tıkır tıkır çalışan makinemiz var şimdi.

Aynı yazıda, “Millet olarak beynimizin formata ihtiyacı var” vurgulamasını yapmış, Bilge Kağan’ın “Ey Türk, titre ve kendine dön” muhteşem kelamı ile yapılması gerekeni belirtmiş ve birey olarak temizlenen beyinlerin sayısının çoğalmasını, temenni etmiştik.

Beyin nasıl kirleniyor? Nasıl oluyor da çalışamaz hale geliyor?

İki önemli sebep söyleyebiliriz.

1. Tembellik: Beyin, ancak insan bedenine ve âlem-i uhrevisine hali hazırda veya gelecekte lazım olacak iş, hareket, bilgi, sonuca ulaşma eylemleri, çözüm bulma refleksleri gibi iş ve eylemleri yapmaya amadedir, belirtilen iş ve eylemlere ara verildiğinde, hiç yapılmadığında veya üzerinde çalışılmadığında beyin, ‘artık bunlara gerek kalmadı öyleyse unutabilirim’ diye algılar ve bu fonksiyonları sonlandırır. Tembel beyin diyebiliriz bu duruma. Bu tür beyin sadece, yer, içer, uyur, seks yapar haldedir, sadece bu yeteneklerini kullanabilir durumdadır. Diğer, bir insandan beklenen ulvî değerleri ihtiyaç kalmadığı için gereksiz bulduğundan unutmuştur.

2. Lüzumsuz bilgi deposu: Çocuğun dünyaya gözünü açtığı andan (hatta ana karnından) itibaren, aile, çevre, arkadaşlar, öğretmenler, okullar, okuduğu kitaplar, dinlediği hikâyeler, seyrettiği filimler, dinlediği şarkılar, haberler, yaptığı danslar, toplum içinde yaşama kuralları, iş ahlakı ile alakalı yapılması gerekenler, gelecek tasavvurları, çektiği sıkıntılar, düğünlerde - bayramlarda yaşadığı sevinçler, ölümlerde ağlayanların bıraktığı izler… Bunların her biri eğitim ve öğretim safhasıdır ve her hadise sonunda beyine azar azar bilgi depolar. Ki, zaman içinde bunu biliyorum, gibi söylenilen veya düşünülen şeyler beyindeki gizli bilgilerdendir. Depolanmış bilgileri, güya sırası geldikçe kullanacak ve hizmete sunacaktır. Fakat böyle olamaz. Ulaşabilse bile bilgiler eskimiştir artık, devir değişmiş, hızla gelişen teknoloji ve ilimdeki gelişmeler önceki bilinenleri alt-üst etmiştir. Beyindeki bilgi ve beceriler lüzumsuz hale gelmiştir. O an içinde kullanılması gereken ve faydaya, hizmete döndürülmesi gereken bilgi beyinde yoktur. Çünkü yer kalmamıştır beyinde. Yeni bilgileri alacak, taze fikirleri depolayacak ve işleyecek gücü kalmamıştır. Tıka-basa dolu bir odaya ya bir eşya koymak veya oradan lazım olacağını düşündüğümüz bir eşyayı bulmak, almak ne kadar zordur. Bunun gibi. (Vaktiyle ülkemizde tartışılmıştı, ‘sivrisineğin dolaşım sisteminin çocuklara öğretilmesinin ne faydası vardır?’)

Bu durum, ‘şimdiye kadar öğrendiklerim bana kâfi, eski bilgilerle ben geleceği de kavrarım’ demek manasına gelir. Şeytan vesvesesidir bu. Durmaktır, duraklamaktır, dünyadaki yaptıklarıyla ahretini garantiye almaktır, beyne yerleşen zanlardır, beyindeki eski bilgilerle menzile varılabileceğinin sanılmasıdır.

Oysa;

(Ne yaparsanız yapın) hep böyle güvende olacağınızı mı sanıyorsunuz?” (Şu’ara’ Suresi/ 146)

“Ey iman edenler! Zanın çoğundan (doğruluğundan emin olmadığınız konuda fikir yürütmekten) kaçının” (Hucurat Suresi/12)

Şeytanın dürttüğü vesveselerden temizlenmek, zanlarımızdan kurtulmak, yanlış bilgileri silkelemek, zamanı geçmiş, anlamsız, hatalı malumatları unutmak… Hâsılı beyine format atmak, kurtuluşa ermenin yolu olarak görülüyor.

Hz. Mevlana ve Hz. Şems’in karşılaşmasıyla ilgili şu hikâye, ‘beyin formatı’ örneği için önemlidir:

Hz. Mevlana yanında mollalar, âlimler olduğu halde gezintidedir. Şems çıkagelir ve atının başını tutar. Beyazıt-ı Bestami ve Hz. Peygamber ile ilgili bir soru sorar. Konuşmaların gelişiminde Mevlana “bunu bana da öğret” der. Şems “burada olmaz evine gidelim” der. Ve giderler. Mevlana’nın odası ağzına kadar kitapla doludur. Bu kitapları havuza atmasını söyler Şems. Ve Mevlana kucak kucak taşıyarak kitapları havuza atar. Babasından kalma bir kitap vardır ki, en sona o kalır. Zorlanarak onu da atar ve acınır. Şems, eline bir sopa alarak havuzu karıştırır ve “o kitap su yüzüne çıkınca haber ver” der. Bir süre sonra gerçekten su üstüne çıkan kitabı elini suya sokarak Besmeleyle alır Şems ve verir. Kitapta hiç ıslanma yoktur. Şems “Sen kafanı kitaplara takıyorsun” deyince babasından kalma ve çok sevdiği kitabı tekrar havuza atar.

Aklen ve zahiren anlaşılır konular değildir.

Kitaplarını suya atması ‘beynin formatlanması’ndan ibarettir (İrşat).

Yüzlerce, binlerce yıl önceki hikâyelerin okunup, hıfz edilmesinin insana, dünyasına ve ahretine hiçbir yararı yoktur. İşe yaramaz bilgilerin hamallığından başka bir şey değildir.

“Semâlarda ve arzda ne varsa O’ndan talep eder; ‘HÛ’ her ‘AN’ yeni iştedir.” (Rahman Suresi/26)

Her ‘An’ yeni iştedir, ‘An’ be ‘An’ Şan’dadır…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...