Bir önceki yazıyı; ‘işletim
sisteminde meydana gelen arızalar, kirlenmiş dosyalar, bozulmuş klasörler
bilgisayara format atılarak temizlenir. Eskiyi hatırlayamaz, belleği doldurmuş
lüzumsuz bilgiler silinmiştir.’ Şeklinde bitirmiştik. Gerçekten silinen bilgilere
ihtiyaç kalmamıştır. Bilgisayarın çalışmasını engelleyip, verilen talimatları
hatalı algılayıp yanlış sonuçlara ulaşıyordu. Varılan sonuç ise, bizlere daima
hatalı kararlar aldırıyor ve yaptığımız her iş zararla neticeleniyordu. Ne
yaptık? Makineye format atıp, yeni işletim sistemini yükledik. Bu kadar. Tıkır
tıkır çalışan makinemiz var şimdi.
Aynı yazıda, “Millet olarak
beynimizin formata ihtiyacı var” vurgulamasını yapmış, Bilge Kağan’ın “Ey Türk, titre ve kendine dön” muhteşem
kelamı ile yapılması gerekeni belirtmiş ve birey olarak temizlenen beyinlerin
sayısının çoğalmasını, temenni etmiştik.
Beyin nasıl kirleniyor?
Nasıl oluyor da çalışamaz hale geliyor?
İki önemli sebep
söyleyebiliriz.
1. Tembellik: Beyin,
ancak insan bedenine ve âlem-i uhrevisine hali hazırda veya gelecekte lazım
olacak iş, hareket, bilgi, sonuca ulaşma eylemleri, çözüm bulma refleksleri
gibi iş ve eylemleri yapmaya amadedir, belirtilen iş ve eylemlere ara
verildiğinde, hiç yapılmadığında veya üzerinde çalışılmadığında beyin, ‘artık
bunlara gerek kalmadı öyleyse unutabilirim’ diye algılar ve bu fonksiyonları
sonlandırır. Tembel beyin diyebiliriz bu duruma. Bu tür beyin sadece, yer,
içer, uyur, seks yapar haldedir, sadece bu yeteneklerini kullanabilir
durumdadır. Diğer, bir insandan beklenen ulvî değerleri ihtiyaç kalmadığı için
gereksiz bulduğundan unutmuştur.
2. Lüzumsuz bilgi deposu:
Çocuğun dünyaya gözünü açtığı andan (hatta ana karnından) itibaren, aile,
çevre, arkadaşlar, öğretmenler, okullar, okuduğu kitaplar, dinlediği hikâyeler,
seyrettiği filimler, dinlediği şarkılar, haberler, yaptığı danslar, toplum
içinde yaşama kuralları, iş ahlakı ile alakalı yapılması gerekenler, gelecek
tasavvurları, çektiği sıkıntılar, düğünlerde - bayramlarda yaşadığı sevinçler,
ölümlerde ağlayanların bıraktığı izler… Bunların her biri eğitim ve öğretim
safhasıdır ve her hadise sonunda beyine azar azar bilgi depolar. Ki, zaman
içinde bunu biliyorum, gibi söylenilen veya düşünülen şeyler beyindeki gizli
bilgilerdendir. Depolanmış bilgileri, güya sırası geldikçe kullanacak ve
hizmete sunacaktır. Fakat böyle olamaz. Ulaşabilse bile bilgiler eskimiştir
artık, devir değişmiş, hızla gelişen teknoloji ve ilimdeki gelişmeler önceki
bilinenleri alt-üst etmiştir. Beyindeki bilgi ve beceriler lüzumsuz hale
gelmiştir. O an içinde kullanılması gereken ve faydaya, hizmete döndürülmesi
gereken bilgi beyinde yoktur. Çünkü yer kalmamıştır beyinde. Yeni bilgileri
alacak, taze fikirleri depolayacak ve işleyecek gücü kalmamıştır. Tıka-basa
dolu bir odaya ya bir eşya koymak veya oradan lazım olacağını düşündüğümüz bir
eşyayı bulmak, almak ne kadar zordur. Bunun gibi. (Vaktiyle ülkemizde
tartışılmıştı, ‘sivrisineğin dolaşım sisteminin çocuklara öğretilmesinin ne
faydası vardır?’)
Bu durum, ‘şimdiye
kadar öğrendiklerim bana kâfi, eski bilgilerle ben geleceği de kavrarım’
demek manasına gelir. Şeytan vesvesesidir bu. Durmaktır, duraklamaktır, dünyadaki
yaptıklarıyla ahretini garantiye almaktır, beyne yerleşen zanlardır, beyindeki
eski bilgilerle menzile varılabileceğinin sanılmasıdır.
Oysa;
“(Ne yaparsanız yapın) hep böyle güvende olacağınızı mı sanıyorsunuz?”
(Şu’ara’ Suresi/ 146)
“Ey iman edenler! Zanın çoğundan (doğruluğundan emin
olmadığınız konuda fikir yürütmekten) kaçının”
(Hucurat Suresi/12)
Şeytanın dürttüğü
vesveselerden temizlenmek, zanlarımızdan kurtulmak, yanlış bilgileri
silkelemek, zamanı geçmiş, anlamsız, hatalı malumatları unutmak… Hâsılı beyine
format atmak, kurtuluşa ermenin yolu olarak görülüyor.
Hz. Mevlana ve Hz. Şems’in
karşılaşmasıyla ilgili şu hikâye, ‘beyin formatı’ örneği için önemlidir:
Hz. Mevlana yanında
mollalar, âlimler olduğu halde gezintidedir. Şems çıkagelir ve atının başını
tutar. Beyazıt-ı Bestami ve Hz. Peygamber ile ilgili bir soru sorar.
Konuşmaların gelişiminde Mevlana “bunu bana da öğret”
der. Şems “burada olmaz evine gidelim”
der. Ve giderler. Mevlana’nın odası ağzına kadar kitapla doludur. Bu kitapları
havuza atmasını söyler Şems. Ve Mevlana kucak kucak taşıyarak kitapları havuza
atar. Babasından kalma bir kitap vardır ki, en sona o kalır. Zorlanarak onu da
atar ve acınır. Şems, eline bir sopa alarak havuzu karıştırır ve “o kitap su yüzüne çıkınca haber ver” der.
Bir süre sonra gerçekten su üstüne çıkan kitabı elini suya sokarak Besmeleyle
alır Şems ve verir. Kitapta hiç ıslanma yoktur. Şems “Sen kafanı kitaplara takıyorsun”
deyince babasından kalma ve çok sevdiği kitabı tekrar havuza atar.
Aklen ve zahiren anlaşılır
konular değildir.
Kitaplarını suya atması
‘beynin formatlanması’ndan ibarettir (İrşat).
Yüzlerce, binlerce yıl
önceki hikâyelerin okunup, hıfz edilmesinin insana, dünyasına ve ahretine
hiçbir yararı yoktur. İşe yaramaz bilgilerin hamallığından başka bir şey
değildir.
“Semâlarda ve arzda ne varsa O’ndan talep eder; ‘HÛ’ her ‘AN’ yeni
iştedir.” (Rahman Suresi/26)
Her ‘An’ yeni iştedir, ‘An’
be ‘An’ Şan’dadır…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder