Sahi, niye söyleyemez, niye
anlatamaz bir türlü. Kendisine her türlü fırsat verilmişken, kendisini anlatmak
üzere ne tür isterse imkân sağlanmışken? Anlaşılamaz gerçekten. Vardır böyle
insanlar. Konuşamazlar, anlatamazlar, kendilerini bir türlü ifade edemezler.
Oysa konferansını dinlediğini söyleyen kişileri tanıdım, gazetelerde
konferansları ile ilgili haberler okudum, sayfalarca yazılarını okuyanı
biliyorum. Peki, niye konuşamıyor? Soru anlaşılabilir, basit bir sorudur.
Alnında biriken ter
damlaları onun genel karakteristiği, özellikle sıkılmış bir vaziyette iken.
Nasıl sıkılır? Hangi hallerde kendini sıkıntılı hisseder? Bu da anlaşılmaz bir
zamanda çıkıverir ortaya. Hava terlenecek sıcaklıkta değildir, ortam sıkılacak
bir resmi ortaya koymamışken neden olabilir bu durumlar? Bir anda terler,
yüzünü silmek ihtiyacı hisseder, elini yüzünü yıkamak dayanılmaz bir arzudur…
Böyledir, oluveriyor. Bizim anlayamadığımız ise, neden? Sorduk bu soruyu
kendisine. “ben de anlayamıyorum” dedi. “Gerçekten anlayamıyorum.” Öyleyse bir
sağlık sorunu olamazdı. Bu kendiliğinden oluşan ve durup dururken ortaya çıkan
bir sıradan insanın yaşam biçimiydi o kadar. Böyle görmeliydik ki, kendisi de
böyle bilmemizi istiyordu anlayabildiğimiz kadarıyla.
Sonunda şu karara vardık.
Kendisine asla kendisi ile ilgili soru sormayacaktık. Ta ki, kendisi anlatsın.
Zaman zaman bir kahvede,
bir parkta buluşur çeşitli konular üzerine sohbetler olurdu. Bazen yolda
yürürken, bazen bir evde oturmuş çay içerken memleket sorunları, insan üzerine,
evrim hakkında çok çeşitli şimdi illaki şu konuda diyemeyeceğim çok değişik
konularda konuşulurdu. Tabiî ki her konuda söyleyecek lafı ve iddiası yoktu.
“Bu konuda bendeniz şöyle düşünüyorum” diyerek, mütevazı bir şekilde fikrini
açıklardı. Asla iddialı değildi. Asla illaki budur, bundan başka olamaz şeklinde
kesin olarak konuşmazdı. Mevzuu hakkında önce herkesi can kulağı ile dinler,
sonra da kendi fikrini kısa cümlelerle açıklardı. Bizim saatler boyu
tartışmalarımıza sadece dinleyici olarak katılır, ama son sözü mutlaka o
söylerdi. Öyleydi. Biz anlayamazdık o zamanlar. Bazen güler geçer, bazen hiçte
kulak vermezdik. Onu anlamaya başlamamız neredeyse bir otuz yılı almıştı. Buna
rağmen anlamaya çalışmamız lafı üzerinde hala bir -ne olur ne olmaz- kesin
değil işaretimiz vardır. Anlayabildik mi acaba? Bu günlerde düşünüyorum da, tam
anlayabildik diyemem. Anladığımızı tam olarak söyleyemem.
****
Böyledir.
Hem anlayamayız, hem de
inatla ‘O’nlara ders vermeye kalkarız. Aklımız hep öndedir, sorunlara çok
çeşitli çözümler bulup, önüne sermekten zevk alırız. Onlar ise güler geçerler. Belki
de söyleyecekleri sadece, “maksadımız sizleri biraz düşünceye sevk etmekti. Bunu
da başarmışız” diyeceklerdir.
Memleketin, bilmem hangi
ilinde, bilmem hangi semtinde böylesi hayatların da yaşanmakta olduğunu, böyle
güzel insanlarında bizlerle aynı havayı soluduğunu biliyorum.
Bu yüzden rahatım.
Mehmet Kınacı:
YanıtlaSilVesselam bu "dualı" insanlar yüzü suyu hürmetinedir yediğimiz içtiğimiz!!!
Harun Meral :
YanıtlaSilBir hakikatin dile getirilişi. Bir gerçeğin farkedilişi.
Evet, çok doğru. Bu ülkede sessiz çoğunluğun içinde farkedilmeden yaşayan ama sesini çıkardığı anda haklılığı kabul edilip ,tasdik edilen arifler-tecrübeliler- benlik duygusundan uzak fena-i millet olmuş yiğit yürekler o kadar çok ki.
Sadece ülkemizde değil dünyanın çeşitli bölgelerinde bu tip insanlar bulunuyorlar...
YanıtlaSil"Abdal" olarak tarif etsek bir yanlışlık yapmış olmayız...
Abdurrahman Biçer