“Çok şükür Hristiyan da değiliz ki; adam bize vurunca öbür yanağımızı
uzatalım”. (Şükrü Alnıaçık, haberiniz com, 05 Kasım
2012)
Bir ‘Allah Ahlâkı’ kuralına
reddiye anlamında okuyorum.
Düşünülmeden, üzerinde
çalışılarak yorulmadan, ilk akla geldiği gibi yazılan, çalakalem cümlelerden.
Amacını aşmış kabul ediyorum ama meramını da anlatamamış.
Doğrudur kendilerine ‘Hristiyan’
diyenler var. Bu demenin bizim için ne anlamı olabilir? İnancımız odur ki, “Allah indinde din İslam’dır”
(Âl-u İmran/19). Başkaları kendilerini nasıl adlandırırsa adlandırsın, vahiyle
bildirilen din dışında kendimize, başka din isimleri arayamayız.
‘Diyalog’çuların bir yolu olarak kabul ettiğimden böyle söylerim. Eğer Hristiyan’lık
adıyla anılan bir ‘Din’ varsa ki, bu halde onların çabaları doğru olacaktır.
Hz. İsa (A.S.) tebliğ ettiği vahyin hiçbir yerinde, getirdiklerine bir ‘din’
ismi vermemiştir. Başından beri gelen 224 Bin Peygamber, Allah vahyini
bildirmişler ve son peygamber Hz. Muhammed (S.A.V.) tarafından Kur’an’ı Kerim
ile isim verilmiştir ve bildirilmiştir, İslâm. Bu itibarla ‘Hristiyan’
kelimesini kullanmaktan imtina etmenin gerekliliğini, ya da kullanılacaksa da
çok dikkatli kullanılmalı diye düşünüyorum.
Kur’an’ı Kerim’in
bildirdiği Hz. İsa (A.S)’dan zuhur ettiğini bildiğimiz, “Yüzüne tokat vurduğunda, diğer yüzünü dön”
kelamı, birisinin vurması filan değildir. İlahi kelamlardaki zahiri manaları
alarak, hıfz ederek bir yerlere varamayız. Eksik olur. Mananın tamamını
kavramak, derinliklerine nüfuz etmek gerekir. Aksi halde düşüncelerimizi
açıklarken, örnek verdiğimiz kelamlar, herhangi bir ağızdan çıkan laflar
düzeyinde kalır ki, bu takdirde hiçbir anlam ifade etmeyecektir.
“Andolsun ki Musa’ya (Kitap) hakikat bilgisini verdik; ondan
sonra da birbiri ardınca içinizden Rasûllerle takviye ettik. Meryemoğlu İsa’ya
da beyyinler (hakikat bilgisinin apaçık tasdiki olan
hâller) verdik. Onu Ruh-ül Kuds
(onda açığa çıkardığımız kuvve) ile
teyit ettik. Nefsinizi yüceltmek uğruna, ne zaman hevânıza uymayan gerçekleri
dillendiren Rasûller gelse, onların bir kısmını yalanlayıp, bir kısmını da
öldürdünüz.” (Bakara/87)
Dünya hayatı içinde her gün
onlarca tokat yer insanoğlu. Nereden geldiğini bile bilemeden. Bilse bile,
artık tokatlardan zevk almaya başladığından, hissetmez bile. Her tokat
hayatında bir iz açar, her vuruş alnında bir hikâye yazar. ‘Şeytan’ çok çeşitli
yollarla deneyerek, uyandırma faaliyetlerinde bulunacaktır. Nefsaniyet inatla
isteyecek, hoşlandığın veya hoşlanmadıkların hakkında karar verecek ve seni o
yöne yönlendirecektir. Her yönlendirme bir tokattır aslında. Yönlendirmeleri,
tokatları anlamak ise ancak “kendin bilmekle” mümkün olabilecektir. “Nefsini
bilen Rabb’ini bilir”. Nefsaniyetten yenen tokatlar ancak bu hal üzere
olundukta son bulacaktır.
Boşa konuşmaz, boş söz
bulunmaz Peygamberde. İlahi vahiy, senelere, zamanlara, mekânlara rücû eder,
racidir. Geçerlidir. Her devirde daimdir.
“Çevir yüzünü” buyurdu ya İsa;
Yüz çevirmek manası da
vardır. Ondan uzaklaş, ona bakma, onların hali bizim halimiz olamaz manası da
vardır. Sana zarar verecek, zarar ihtimali olandan uzak durmak.
Orada kibir vardır, orada
şirk vardır. Olmamız gereken yer ve taraf Hakk’ın yanıdır, Hakk’tır.
Oruç farzdır. Nedir oruç?
Dünyadan yüz çevirmektir.
Mideye girecekler, nefsaniyetin azmasına neden oluyor. Öyleyse duraklat onu,
sen istediğin için ye, hayatını idame ettirebilmek için ye, nefsin talep ettiği
için değil. Öyleyse “yüz çevrilecek” yegâne düşman nefsindir. Sana tokadı vuran
nefsaniyetin, hemen ondan uzaklaş.
Şems-i Tebrizî öğüdü
dinlemek bu zamanlarda iyi gider.
“Hakiki dost Allah gibi
mahrem olmalıdır. Dostun çirkinliklerine, hoşa gitmeyen hallerine tahammül
etmeli, hatasından incinmemelidir. Dosttan yüz çevrilmemelidir, dosta itiraz
etmemelidir. Nitekim rahmeti bol olan Allah kullarının ayıplarından,
günahlarından, noksanlarından dolayı onlardan yüz çevirmez. Tam bir inayet ve
şefkatle, onlara rızkını verir. İşte garazsız, ivazsız dostluk budur.” (İhsan
Muslu, Ortadoğu, 01.11.2011)
Kaldı ki, günümüz
hristiyanları tokat yediklerinde diğer yüzlerini çevirmemekteler, hatta bu konu
üzerinde bugüne kadar duranlarını hiç görmedim, duymadım. Neden? Çünkü onlar
geri kalmışlar, Hz. İsa’dan sonra teşrif edene inanmamışlardır. Çünkü Hz. İsa
tebliği, vahye de inanmamışlardır.
Bu itibarla, bu muhteşem
kelam;
Müslümanların kabul ettiği
bir ahlak kuralı olarak uygulanmaktadır, kendilerine hristiyan diyenlerin
değil.
Abdurrahman Biçer:
YanıtlaSilBir Hristiyan olmadığımdan "Öbür yanağımı" uzatmam...
Mahmut Emin bey çok haklıdır...
Ne Musevilikte ve ne de Hristiyanlıkta...
Ne Eski ve Yeni Ahitlerde ve ne de İncil'in tüm çeşitleri içinde dinlerinin isimlerinden bahsedilmez. Kuran ise bunlardan sadece Yahudi, Nassara ya da Kitap Ehli olarak bahseder...
Halbuki;
Kuran yani VAHİY de Müslim olarak isimlendirilir Müslümanlar ve DİN İSLAM'dır demekle Hz Adem'den bu yana gelmiş tüm dinlerin toplamının adının İSLAM olduğunu belirler...
Dini İslam olanların uymaları gereken kaide işte budur...
Müslim olanlar; muhatabı oldukları VAHİY emirlerinden dönüp DİYALOG yolu ile kendilerinden önceki bir ümmete uymaya kalkıştıklarında MÜSLİM olmaktan istifa etmiş sayılırlar...
MÜSLİMLERDEN önce gelen ÜMMETLERİN tamamının tek görevleri KURAN emirlerine boyun eğmektir...
VAHİD olan Allah'ın (cc) Kuran ile bizlere yansıyan VAHYİ böyle emrediyor...
İSLAM DİNİ bu sebeple ARABIN DİNİ değil, Milletler arası değil fakat EVRENSEL bir DİN olmaktadır...