“Yaratan Rabbin ismi (ile
işaret ettiği hakikatin olan kuvveler) ile
oku!” (Alak/1)
Olmuyor!
İdrak edemiyorum. İşaret,
‘Bela Kalesi’nde verilmiş ve ‘Evet’ diyerek teslim olunmuştu. ‘Oku’ma ondan
sonra başlayacak, devamında ise ‘Rab’bin terbiye ediciliği, öğreticiliği ile
‘Hakikat’ kuvveleri açılacaktı. Beceremedim. Olmuyor. Ya da ben böyle
zannediyorum.
Okunacak kitap, terekleri
çok çok yükseklere asılmış bir kütüphanenin duvarında duruyor adeta. Ulaşmak
zor ama imkânsız değil.
“Evet” mecburiyetidir
hayatın. Olumsuz sorulardan, olumlu cevaplar çıkar. İş odur ki, olumlu verilen
cevap üzere yaşamak ve geliştirmektir hayatı ve idraki.
“Estetik bırakıştan ayrı olarak metafizik bırakış; estetik boyutlar
taşıyabilse de, yaşamla daha bilinçli bir ilişkidir. Neden daha bilinçli? Bu
boyutta yaşamla beden olarak, duygu olarak titreşim halindesinizdir, çünkü.
Yaşam biçiminiz, ilişkileriniz bu titreşimi bütünler. Yüksek düzeyde
bilinçle yaşanan ‘teslimiyet’ böyledir. Nietzche’nin ‘evet’i böyle bir
evettir. Yaşamı kavrayan, onu tazeleyen, ona yeni anlamlar, değerler sunan
evettir.” (Ahmet İnam, Akşam,29 Mayıs 2011) estetik
yoksunu, ahlak fakiri, dar idrakli kişinin okuması olsa olsa Zagor çizgi romanı
okunması tadında bir zaman geçirme aracı olur. Bu dünyada bedenle yaşıyorken,
hissiyatımız, duygularımız, moralimiz, maneviyatımızla da bedenen iletişim
içinde olmalıyız ki, hayat tarzımız manevi ve dünyevi yaşam biçimini de
etkileyen bir haldir. Bütün bunların olabilmesi ise, İnam Hoca’nın deyişiyle “yüksek düzeyde bilinçle yaşanan
teslimiyet” gerektirecektir. Aksi halde, duvarlarımızı
süsleyen Mushafları okumakla, tüm mahallelerimizde bulunan camilere gitmekle
olabilecek bir hal veya varılacak bir nokta bulunmamaktadır, kendi kendimizi
oyalamaktan başka. Nitekim asrın vicdanına seslenen ilim adamı şunları
söylüyor:
“Kur’an’a göre, mesela, okumak, özellikle Kur’an okumak namazdan daha
önemli, daha öncelikli ve erdirici bir ibadettir. Kur’an’ın emrettiği temel
ibadet okumaktır, namaz kılmak değil. Dahi ilahiyatçı Prof. Hüseyin Atay’ın
ifadesiyle, ‘Din meselesinde namaz zurnanın son deliğidir. Onu ilk delik
yapanlar İslama kötülük yaptılar.’(ayrıntılar için bizim Kur’an’ın Temel
Buyrukları adlı kitabımıza bakmalıdır.)
Bu gerçeklerden söz eden bir ‘öğütçü’ gören varsa söylesin!
Putlaştırılmış birilerinin reklamını yapmak için bir tür ‘film setini’ne
dönüştürülmüş camilerden Allah Rızası beklemek bir aldanıştan ibaret olmasaydı,
yüz bin küsur caminin boy attığı Türkiye, dünyanın refah ve ahlak cenneti
olurdu. Oysaki bunun tam tersi olmuştur ve olmaktadır. Cami sayısı arttıkça
huzur, refah ve ahlakın paydası düşmektedir.”
(Yaşar Nuri Öztürk, 9 Eylül 2012, Yurt Gazetesi).
Böyle olmamalı, ‘oku’ma
emri bir başka mana ile seslenmiş olmalı, emredilmiş olmalı. Ahlaken yerlerde
sürünürken, bir yetim ağlayarak yanından geçerken onu hiç görmezken, aç yatan
komşuları, kitap alamadığı için okuluna gidemeyen akrabaları bir yerlerde
dururken, şu okuduklarımız ‘Oku’nması istenen olmamalı. Bir başka okuyuş, bir
başka derleniş-toplanış olmalı.
Ayrıca, yanlış okumalar,
eksik okumalar sonunda dünyadaki yerimiz de belli. Hep bir geriye gidiş, hep
hır-gür, hep çekememe, hep başkalarından bekleme… Olmuyor. Olamıyor. Bir başka
‘oku’ma eyleminin başlaması, gelişmesi gerekmektedir. Bizden istenen bu
okumalar değil. Şunu da tespit etmek lazımdır ki, bildiğimiz okumalar bizleri
geri götürmekte, ilerlememizi sağlamamakta, bizleri ezberci, taklitçi
yapmaktadır. İstenen bu değildir.
Konu buraya gelmişken
sosyal medya sayfalarındaki bir konuşmayı olduğu gibi buraya nakletmek isterim:
(İznini almadığım için ismini veremiyorum, arayan bulur).
Ekranda şu mesaj okundu: “Âlemde şuhud ettiğin her şey, nefsindeki
varlığın suretlenip zahire çıktığı karşılığıdır…”
Konunun açılması rica
edilince şöyle devam etti ihtiyar:
“Beka âleminin gözleri vardır. Pek bilinmez. Efal aleminde
afal-sıfat-zat dersleri vardır, sonra CEM başlar.. İnsanlar bu cem noktasına
gelmeden, yani batınlarını hissetmeden ilim ile yüklenirler. Sonra Cem başlar.
Ama ilimleri sadece yük haline gelir. Yani velayet zannederler. Oysa büyük bir
uykudur o hal…
Beka âlemini hissettiğinde, tüm dünya veya tüm kâinat insan şuurunun
dışarıya suretlenmiş haline şahit olur. Kişi nereye baksa Allah’ı görürdü daha
önceden. Ama bu defa nereye baksa kendi iç dünyasını görmeye başlar. Yani Allah
perdesi aralanır. Kendini seyretmeye başlar.
İşte, Cebrail’in OKU dediği bakış ve seziş budur…
Göz ile görülen tüm metaryeller, insanlar, haller insanın içindeki
esmaların dışarıya suretlenerek çıktığı hallerdir. Aslında kişi kendi şuurunu
bedenini izler. Kendi vücudunda ne varsa dünyada da o bölgede savaş veya
eğlence olur. Başın ağrısa karşılığı olarak dünyanın baş kısmı ağırlaşır. Kalbi
çarpsa Kâbe de bir şey olur… Bir yeri kaşınsa dünya da bir yer titrer…
Bu hal cemül cem halidir, 2. Aynadır. Varlık ve yokluk berzahidir.
Burada batın ve zahirden söz edilmez. Varlık ve yokluktan dem vurulur. Gördüğün
o haller, için dışarıya yansımasıdır… Bekayı anlamadan hissetmeden akıldaki var
olan ilmin karşılığı bulunamamış demektir. (bu duruma) Sadece ilim yüklü deve
derler, kitap yüklü eşek derler.”
Konuşma böylece noktalandı.
Bir yazımızı şöyle
bitirmiştik.
Herkesin bir kitabı vardır,
açılmak için Besmele bekler.
Sait Yakut:
YanıtlaSilNamaz ibadeti ilgili kullanılan zurnanın son deliği tabiri, bu tabiri kullanan insanın fikir bağlamında deniliğininde göstergesidir. Efendilerine hizmet makamında olan yaratıklar biraz vicdanlı baksalar tarihe İslam toplumunun toplu olarak namaz kıldıkları dönemde hayatla ilgili her güzelde en ilerde olduğunu görebilirler. Kendi bedenini disipline sokamayan zavallıların beyin disiplinsizliği sadece tiksinti uyandırıyor. Ki bütün ibadetler namaz ibadetini düzenli ifa edebilmek içindir.